Gönderi

228 syf.
8/10 puan verdi
·
Liked
Tarihin Diyalektiğinde Hüccetin Kudrete Karşı Üstünlüğü
Yaşar Nuri Öztürk’ün “Allah ile Aldatmak” kitabı da dâhil olmak üzere ondan sonra çıkardığı kitapların hemen hemen hepsi tabir caizse tokat gibi çalışmalar. Hepsi birbirinden değerli, çeşitli konulara parmak basan, üslup olarak sertlikleriyle göze çarpan kitaplar. Çizdiğim çizgiden önceki eserleri hafif konulara eğilirken sonraki kitapları daha derin, daha kapsayıcı ve meselelerin özüne daha çok nüfuz eden nitelikte. Gerçi baştan sona kadar bütün kitaplarını okumadım, ancak az çok bilgi sahibi olduğumdan böyle bir kanıya vardım. Belli ki öğrendikçe daha çok geliştirdi kendini ve Kur’an ile birlikte yaşadığı dünyayı daha geniş açıdan ele aldı. Örneğin bu yazıda temel aldığım “Firavun” kitabındaki şu sonuca kaç kişi ulaşabilmiştir: “Ne yazık ki, peygamberlerin o hüccet dini, tarih içinde kudretin dini haline getirildi. Kudretin galipleri, görünürdeki mağlupları olan mustaripleri tarih boyunca küçümsedi, kenara ittiler. Zaman içinde o bir kenara itip küçümsedikleri hüccet sahipleri onları öyle bir vurdu ki, toparlanamaz hale geldiler, dünyanın önünde rezil, hüccet sahiplerinin önünde mahkûm ve tutsak oldular. Büyük fetihlerin sahipliğiyle övünen Müslüman imparatorluk çocuklarının bugün, Batı’nın hüccet çocukları önünde düştükleri yürekler acısı durum bunun tarih diyalektiği tarafından önümüze konan tartışılmaz belgeleridir.” (5. baskı, s. 139) Hüccetten birazdan bahsedeceğim. Görüldüğü gibi yazar öyle bir sonuç veya yorum ortaya koymuştur ki sırf bu yorumun eşsizliği ve tam isabet tesbiti için bile “Firavun” kitabı okunabilir. Hüccet; bilim ve akıl değerleri, üretkenlik, değer üretmek, insanlığa katkıda bulunmak anlamlarına gelmekte. Demek oluyor ki hüccet, yıkıcılığı dışlayan, yapıcılığı içeren bir kavram. Tarih kanıtlamaktadır ki bugünkü “hüccet”in efendileri dünün “kudret” sahibi efendilerine boyun eğdirmiştir. Sürekli genişleyen, fetheden ve toprak işgalini ana amaç olarak belirleyen hiçbir imparatorluk kalıcı olmamış; hepsi de hüccetin karşısından mağlup olmuştur. (Yaşar Nuri bu kitapta ağırlıklı olarak hüccet-kudret karşıtlığı üzerinde durmuştur. Bu kitabı diğer kitaplarından farklı kılan en önemli özellik budur.) Kitapta adı hiç anılmayan, ama aklıma gelen bir örnekten bahsetmenin tam sırası. Söz gelimi Moğollar... Bir dönemin en yıkıcı toplumu, hiçbir yapıcı değer üretmeyen firavuni saltanat, kütüphanelere bile saygı göstermeyen vahşet ordusu, insanlığın Nazilerden önceki en büyük düşmanı... Moğolistan’ın şimdiki durumuna bakar mısınız? Haritada kaç kişi yerini biliyor acaba? Peki, ne oldu? Yaktınız, yıktınız, ocaklara incir ağacı diktiniz de ne oldu? Hüccet üreten medeniyetlerin karşısında bir “hiç”ten farkınız yok. Bir dönem dünyanın neredeyse yarısını ele geçirmiştiniz, ancak şimdi yüzölçümünüz birçok devletten büyük olsa da dünya sahnesinde esaminiz okunmuyor. Roma ve Osmanlı imparatorlukları da Moğol İmparatorluğu’nun düştüğü duruma düştü. Gerçi ABD günümüzde zulüm imparatorluğunun başını çekse de hüccete verdiği değer sayesinde dünya siyasetinin hâlen en önemli aktörüdür. Bir yandan bilimsel çalışmalara hızla devam etmekte, dünyanın hâlâ tartışmasız süper gücü olarak konumlanmakta, ama bir yandan da hizaya getirmeye çalıştığı ülkelerin iç işlerine burnunu sokmaya, Müslüman’ı Müslüman’a kırdırmaya, kendisine biat etmeyen Orta Doğu ülkelerini hallaç pamuğu gibi atmaya tam gaz devam etmektedir. ABD ne zaman ki şefkatli (!) elini mazlumun omuzundan çekecek, sağ gösterip sol vurmaktan vazgeçecektir, işte o zaman kudretin temsilcileri hüccetin parmakla gösterilen temsilcilerine dönüşecektir. Gelgelelim bunun büyük, sarsıcı bir zihniyet değişikliğine bağlı olduğu muhakkaktır. Bakalım ömrümüz ABD’nin kudretten hüccete geçişini görmeye vefa edecek mi? Yaşar Nuri ABD’nin hüccet üreten bir ülke olduğunu kabul etmekle birlikte zulüm ve kudret imparatorluğu olduğunun da altını çiziyor. Aynı zamanda ABD’yi “yaratılmış hüccetleri gasp eden bir ülke” olarak niteleyip ABD’yi “tarihin en büyük gaspçısı” olarak tanımlıyor. Einstein’dan Paul Tillich’e kadar birçok düşünür ve dâhinin yarattığı hüccet değerlerinin ABD’nin zalim kodamanları tarafından gasp edildiğini vurguluyor. Ayrıca ABD’nin zulüm ve kudret imparatorluğu olarak çökeceğini ve bu çöküşün tarihin en adil çöküşü olacağını da sözlerine ekliyor. Peki, nasıl oldu da Kur’an’ı benimseyen kitleler, ülkeler zayıf kaldı Batılılar karşısında? Kur’an’ın mesajları iyi anlaşılmadı mı? Öztürk’e göre bu kırılma Emevilerle başladı. Bir hadise göre “Halifelik benden otuz yıl sonra kudurgan saltanata dönüşecektir.” demiştir İslam peygamberi. Öyle de olmuştur halifelik Emevilerin eline geçince. Emeviler Mevali anlayışıyla Arap olmayan Müslümanları hor görmüşler, kudreti hüccete tercih etmişlerdir. Hüccet üretenlere zulmeden Emeviler Müslüman tarihinde kara bir lekedir. Emevileri yıkarak tarih sahnesine çıkan Abbasilerde de bu hüccete karşı duruş zihniyeti kısmen de olsa egemenlik kurmuştur. Sonra halifelik Osmanlı’ya geçmiş, sürekli fetihçi bir politika izleyen Osmanlı rönesans ve reform hareketleriyle bilimsel ve düşünsel bir ilerleme kaydeden Batı’ya karşı üstünlüğünü zamanla kaybetmiş, hayatı sırf fetih olarak görenler yeni icatlarla ve yeni düşüncelerle bilimin yolunu açanlara boyun eğmiştir. Ancak Osmanlı geç de olsa Batı’nın üstünlüğünü kabul etmek zorunda kalmıştır. Ancak atı alan Üsküdar’ı geçtiğinden getirilen yenilikler Osmanlı’nın hastalığına çare olamamış, olsa olsa imparatorluğun batış süresini uzatmıştır. Ne var ki Atatürk sayesinde Türk milleti Batı’dan kalır yanı olmadığını göstermiş, haysiyetini Batılılara ezdirmemiştir. Türkiye halifeliği kaldırıp kendine seküler bir yol çizerken diğer Müslüman Orta Doğu ülkeleri ne yapmıştır? Bilimde çok mu ileri gitmişler, Türkiye’ye fark mı atmışlardır? Topraklarından o kadar petrol fışkırmasına rağmen Arap toplumlarının hâli ortadadır. Petrolün bile Araplara hüccet üretmeye bir katkısı olmamıştır. Demek ki Araplarda zihniyet kökünden değişmelidir. Tabii ABD’nin, İngiltere’nin, İsrail’in dümen suyundan giderlerse bu zihniyetin değişmeyeceği muhakkaktır. O kadar petrole rağmen insanlığa bilimsel bir katkı sunamamak, yeni fikirlerle adından söz ettirememek ne büyük bir ahmaklık, ne büyük bir körlüktür! Yaşar Nuri’ye göre petrol, uzun vadede Araplar için bir nimetten çok bir bela olmuştur. Buna iki sebep ileri sürmüştür. Birincisi, petrol yüzünden “emperyalist sırtlanlar”ın (Tabir yazara aittir.) gözlerini o ülkelere dikmesi; ikincisi ise Arapların petrol sayesinde yiyip içip yan yatarak hüccete geçiş yollarına tevessül etmemesidir. Yine yazara göre eğer Araplar petrolün getirdiği rahatlık ve uyuşukluktan kurtulamazlarsa ve de övündükleri maziyi “dibine kadar” (Tabir yazara aittir.) eleştiremezlerse aydınlığa kavuşamazlar. Yazarın şu sözünü çerçeveleyip duvara asmak gerekir: “Petrole rağmen hallerine bakın, petrol olmasaydı ne durumda olabileceklerini tasavvur edin!” (s. 168) İki sayfa sonraki sözleri ise ayrı bir öneme sahip: “Tanrı Türk toplumuna petrol vermedi diye yakınmayın. Petrol verdiklerinin hali ortada. Türk toplumuna, uyku ve uyuşukluğa yenik düşürmeyen bir nimet getirdi; Tanrı onu verdi. O nimet, Atatürk Cumhuriyeti’dir. Bedava bulanlar kıymetini bilmeseler de bu cumhuriyet, bu yüzyılda İslam dünyasına verilmiş nimetlerin en büyüğüdür.” “Firavun” a’dan z’ye tokat gibi bir kitap. Bazı konular tekrar tekrar ifade edilse de Yaşar Nuri’nin eşsiz üslubuyla hiç de sıkıcı olmayan bir edayla akıp gidiyor. Baştaki heyecan ve ilgi son sayfaya kadar korunuyor. Bu arada Türkçeyi bu kadar güzel kullanan başka bir ilahiyatçı var mı merak ediyorum doğrusu. Merhumun kıymetini bilelim.
Saltanat Dinciliğinin Öncüsü Firavun
Saltanat Dinciliğinin Öncüsü FiravunYaşar Nuri Öztürk · Yeni Boyut Yayınları · 201566 okunma
·
221 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.