Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Henüz dokuz yaşındayken kısa bir süre için benim yaşamına girdi.(...) onu en son gördüğümde hıçkırıklara boğulmuştu. İçini çekmek için duraksadığı anlarda kendini öldürmek istediğini söylüyordu.(...) Onun gözlerimin önündeki son imgesi,, hiçbir on bir yaşındaki çocukta olmaması gereken ıstıraptan solmuş yüzü ve göz altlarındaki koyu gölgeler kadar derin kahverengi gözleriydi. Zor hareket edebiliyordu, en son yediği dayaktan kalma bereler çok belirgindi. Maria, yabancılara kapalı olan bir açık arttırmada üstünde pazarlık edilen bir mal olmuştu. (...) Daha sonra onu bulmaya çalıştığımda, etrafını çevreleyip onu tutsak eden dört purdah duvarı kadar etkin kültür engellerince, başarıyla dışlandım. Bir yıl sonra da, on iki yaşına girmesine daha önünde haftalar varken, Maria'nın ilk çocuğuna gebe olduğunu duydum. Henüz on bir yaşındayken, duyduğuma göre, "iki karılı, yaşlılıktan bütün dişlerini kaybetmiş ve durmadan titreyen" (her halde parkinson hastalığından olmalı) bir adama satılarak zorla evlendirilmişti. Maria'nın karşılığında, bu kocamış damat kendi kızlarından birini, evlenmek istediği halde başlık parasını bir araya getiremeyen Maria'nın dul babasına vermişti. Maria'yla ilk defa, 1988'de Pakistan'a yerleştiğim sırada evime oturmaya geldiğinde karşılaştım. Babası Peşavar'da oturduğum evin koruma görevlisiydi. İslam geleneklerine bağlı, tutucu bir kent olan Peşavar, ünlü Hayber Geçidi'ne yakındır ve Pakistan'la Afganistan arasında eski bir sınır ilidir. Bu kent bir de şiddete çok yakındı -bombalamalar, insan kaçırmalar, makineli tüfeklerle tarayarak öldürmeler sıradan olaylardı. On yıl önce beş yüz bini geçmeyen kent nüfusu, ben oraya taşındığımda, 1979 Sovyet işgalinden kaçan Afgan sığınmacılar nedeniyle üç misli artmıştı. Maria, yaşlı büyükannesi ve babası bu siğınmacılardandı. Sovyet MIG uçakları ve helikopterlerinin yağdırdığı ateş, yaşadıkları dağ köyünü yerle bir etmiş, geniş ailesinin hemen hepsini, annesi, beş kardeşi, hatta köpeğini bile öldürmüştü. Babasının patronunun ufak çocuğuna göz kulak olması için, Maria altı yaşında işe verilmişti. Bundan üç yıl sonra karşılaştığımızda, o güne kadar okul yüzü görmemişti. Onu okula yazdırmak kimsenin aklına gelmemişti. Onunla birkaç hafta birlikte olduktan sonra, keskin ve sorgulayan bir zekası ve gördüğünü hemen hemen fotoğrafını çekmişcesine hatırlayacak bir belleği olduğunu farketmiştim. Babasının izniyle onu Afganlılar'ın yönettiği bir kız okuluna yazdırdım. (...) Onu doğum günleri ve doğum günü pastalarıyla tanıştırdım. (Pek az Afgan ne zaman doğduğunu ya da kaç yaşında olduğunu bilir. (...) Ertesi yıl, Maria üçüncü sınıfa atlamıştı, okuma yazmayı öğrenmiş, ayrıca İngilizce'yi ve Urdu dilini, kendi dili olan Dari ve Paşto kadar iyi konuşabilmeye başlamıştı. (...) ufak bir başarısını kutlamak için, Maria'yı ilk dondurmasını yemeye götürdüm. O sıralarda bunu bulabileceğimiz yer, kentin dört yıldızlı tek oteliydi. Otel lobisinin onun alışık olmadığı lüks görünümü ve özel üniformalı çalışanları gözünü korkutmuş olmalıydı ki elime sıkıca sarıldı. Ama önüne koskocaman bir dondurma getirilince rahatlayarak gülümsedi. Sade bir gezintiydi, ama Maria için bu çok hoş bir maceraydı ve tanıdığı herkese heyecanla bundan söz etti durdu. Ne yazık ki babasının arkadaşları pek öfkelendiler ve bu öfkelerini dile getirdiler. Çok yakın arkadaşım olan yüksek rütbeli bir Afgan bu yaptığımın ne kadar uygunsuz olduğunu bana uzun uzadıya anlattı. "Ama babasından izin aldım" dedim ve Maria'yı ilgilendiren her şey için, ne kadar önemsiz olursa olsun, hep babasından izin aldığımı ona anlattım. Ataerkil olmanın üstünlük kabul edildiği bu toplumda hiçbir töreye karşı gelmemeye çok dikkat etmişti. "Sen bir Afgan kızını, bir Müslümanı arsız olmaya özendiriyorsun," diye devam etti. "Ne?" diye şaşkınlıkla sordum. Maria'yla ikimiz de yöresel giyisi olan şalvar ve kamiz -diz boyu, bol ve uzun kollu bir gömlek ve altına giyilen uzun bol pantolon- giyiyorduk. Buna ek olarak Maria'nın başı ve göğsü çador denilen büyük, beyaz, çarşaf gibi bir örtüyle örtülüydü, halbuki ergenlik çağına erişmeden örtünmek dinin gereği değildi. Sonra otelin pastanesinde başka kadınların olduğuna da işaret ettim. "Onu hiç bilmediği ve bilmemesi gereken bir yasantıyla tanıştırıyorsun. O, bu tür halka açık yerlere gitmemeli. Sen onu bir fahişe olmaya teşvik ediyorsun." Tartışamayacak kadar şaşırmıştım. Birkaç ay sonra, kent dışına gitmem gerekti ve döndüğümde Maria'nın benim yokluğumda okula ugramadıgini öğrendim. Sonunda, babasının arkadaşları ona, kızları eğitmenin kötü bir şey olduğunu söylediklerini bana anlattı. "Eğitim onları dik başlı yapar, sonra evliliğe elverişli olmazlar." diye babasını uyarmışlardı. Maria'nın henüz on bir yaşinda bile olmaması, umurlarında bile değildi. Sonra dayakla başladı. Önceleri sesini çıkarmadan katlandı.(...) büyükannesi, hem Maria'nın çürüklerini hem de bu çürükleri yapan balta sapını bana gösterdi. Maria günlerce yürümekte zorluk çekti. Babası konuyu açıp çalışmak istediysem de ,ne Maria ne de büyükannesi buna razı oldular. Büyükannesi "Onu daha zor duruma sıkarsın," dedi bana. "Bir adamın ailesinden kadınlarını dövmeye hakkı vardır. Senin yapabileceğin hiçbir şey yok." Bir önceki yıl Pakistan'da ilk defa gerçekleştirilen çocuk hakları konferansına katıldığımda, bunun ülke çapında bir uygulama olduğunu öğrenmiştim. Doktorlar, avukatlar ve hukuk bilimcileri, çocuklara karşı yapılan kötü eylemleri engellemenin, duyurmanın ve yargılamanın ne kadar güç olduğunu anlatırken hayretten dilim tutulmuştur Yerel kültür, "ailesini yola getirmek bir erkeğin hakkı" olduğunu savunuyordu. Bu konferansta bir avukat, babası tarafından ırzına geçilerek gebe bırakılan bir kızın davasının mahkemece reddedildigini anlattı. Yargıç, Müslüman ailelerde böyle şeyler olmaz diyerek davayı kabul etmeyip olayı belli bir kalıp içinde değerlendirmişti. Maria dayak yemeye devam etti ve gittikçe babası, oturdukları odadan çıkmayı ona yasaklar oldu. Ve nedenini öğrendim! Büyükannesi "O tekrar evlenmek istiyor; kendisine bulduğu yeni gelin Maria'yı istemiyor. Bizde yeni gelinler öbür kadının çocuklarını hiç istemezler. Maria'yı kızını alacağı adama verecek," diye anlattı. "Maria babası ne derse onu yapmalı, törelerimiz böyle." Bir tanesi "Kızını öldürse bile burada hiç bir yetkili onun bu hakkını sorgulayamaz," dedi. Bir Afgan meslektaşım, "Satın al onu, babasına para teklif et, sonra onunla birlikte ortadan kaybol." dedi. Bir insanı satın almak düşüncesi vahşetle eşdeğerdeydi. (...) evi dışındaki dünyaya, bir erkek akraba eşliğinde olmaksızın çıkması yasaktı. Bedensel tutsaklığâ kendi kültür ortamı içindeki diğer kadınlar gibi katlanabileceğinden kuşkum yoktu; beni düşündüren, zihinsel tutsaklığının da, tiksindiği bir adamla zorla evlendirilmek kadar ona acı vereceğiydi. Bu kitaba Maria nedeniyle başladım. Onun başına gelenler, dünyanın bütün geri kalmış ülkelerinde olağan sayılan ve her gün yaşanan olaylar değil miydi? Yoksulluk içinde doğan çocuklar bilgisizlikle yetiştirilmiyorlar mıydı? (...) Maria'nın dünyasında bir dişi olarak doğup büyümenin nasıl olduğunu anlamak istiyordum. Bu tutku, beni İslam'ın yaygın olduğu on ülkeyi baştan başa bir hacı gibi dolaştıracaktı; Pakistan, Afganistan, İran, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Irak, Suudi Arabistan, Ürdün, İsrail'in Batı Yakası, Gazze Şeridi ve sonunda Mısır. Bu yolculuk sırasında soylulardan isyancılara, meslek sahibi olanlardan köylülere kadar yüzlerce Müslüman kadınla röportaj yaptım. Aynı zamanda kadınların yaşamlarını sınırlayan erkeklerle de görüştüm: babalar, kocalar, oğullar, İslam bilginleri ve diyanet başkanları, hatta dünya Muslümanları'nın % 85'i için en üst İslam bilgileri yetkilisi sayılan El Azhar'ın Büyük Şeyhi'yle bile konuştum. El Azhar, Mısır'ın başkenti Kahire'deki on bir yüzyıllık bir cami ve üniversitedir: Sünni Müslümanlarının tüm güncel, ruhsal ve hukuksal meselelerini İslam açısından yönlendirir.
Varlık AnlatıKitabı okudu
·
342 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.