Kısacık, etkili öykülerden oluşan bir kitap. Fikir vermesi açısından sevdiğim birkaç öyküyü yazacağım, hoşunuza giderse kitabı alıp diğer öyküleri de okuyabilirsiniz.
Günce
Yorucu bir günün sonunda, yağmur damlalarıyla pıtrak, buğulu ve soğuk bir geceye uyanıp yazdı günlüğüne, yastığının altında özenle sakladığı: Ben öldüm bir kez daha, hep olduğu gibi, bugün de. Ve bir yaprak daha çevirdi defterinde, ölümünü ekledi tükenen yaşamına.
(Syf 25)
Mahzen
Penceresi işlek bir caddenin derin perspektifine bakan bir oda. Pencerenin önünde büyük bir masa, masanın üzerinde
kağıtlar, kalemler, defterler ve kitaplar. İnsan o masada oturup o kitapları okuyan ve o defterlerle kağıtlara o caddeden
gelip geçen insanlar ve taşıtlar hakkında birşeyler yazan o mutlu kişi olmaktan başka ne isteyebilir ki? Aynı şeyleri karanlık bir mahzenin en dibindeki masasında güdük bir mumun titrek ışığında yazan ve arada sırada şamdanı eline alıp o uçsuz bucaksız labirentin ışıksız koridorlarını keşfe çıkan kişi olmak mı? Kimbilir, belki... Nasıl olsa labirent aynı, değişen dekor yalnızca.
(Syf 37)
Şişe
Şiirler yazdı yıllarca, aşk ve ölüm şiirleri. Kimsenin onları okumasına izin vermedi. Bir gün büyük bir ateş yaktı bahçede. Güzdü. Kapkara bulutlar kaplamıştı göğü. Bahçeden topladığı sararmış yaprakları attı ateşe önce, ardından da defterlerini. Sözcükler duman olup uçtu, havaya karıştı. Geride kalan külleri toplayıp bir şişeye doldurdu ve balmumuyla mühürledi şişenin ağzını. Ertesi sabah erkenden kalkıp deniz kıyısına indi. Fırtınalı bir gündü. Azgın dalgalarla kabarıyordu deniz. Yanında getirdiği şişeyi olanca gücüyle fırlatıp denize attı. Şişe dalgaların arasında bir görünüp bir yok olurken, oturup izledi onu bir süre. Sonra ani bir kararla, sanki birdenbire aklına unuttuğu birşey gelmişçesine, kalkıp rıhtımın kıyısına yürüdü. Artık tek bir adımdı suyun kösnül coşkusundan onu ayıran.
(Syf 48)
Tabula Rasa
Dur! Durma! Ardındaki kuduz itler, die dir auf den Fersen sind. yetişebilirler sana. Ensende hissetmek onların soluğunu: Kimi zaman herşeyden tiksiniyorsun, herşeyi olduğu gibi bırakmak ve kaçıp gitmek istiyorsun uzaklara. İnsanlar canını sıkıyor, sevgileriyle, sevgisizlikleriyle seni boğuyorlar. Bozuk
plak gibi kendisini yineleyip duruyor yaşam. Bütün bildiklerini unutmak ve yeniden başlamak istiyorsun yaşama: Départ
au zéro, start from scratch, tabula rasa. Ama ancak peri masallarında olur bu, sen ise kendi kâbusunun içine hapsolmuşsun:
Perfectly imprisoned in thine own chest. Bu göğsü yırtmaya bir
bıçak gerek, büyük bir bıçak, keskin bir bıçak, ipekten bir kılıç; A sordid sword, un triste sort dont tune te préoccupe pas. You
can't be bothered about that, can you?
(Syf 51)