Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

136 syf.
10/10 puan verdi
KİMLİĞİN SARSICILIĞI
Müthiş bir roman! Kimlik, tek başına bile çok güçlü bir kelime iken, bu kelimenin romana dönüşmüş halini okumak ise fazlasıyla sarsıcı oldu. Kimlik, kim olmak ve kim olduğumuz ya da kim olmadığımız bir durum değil midir? Peki, biz kendi kimliğimizi tanıyor muyuz? Gerçekten sahip olduğumuz kimliği mi yaşıyoruz, yoksa düşsel bir şekilde başka kimliklere bürünerek, başka hayatlar mı yaşıyoruz? Milan Kundera bu benzersiz romanında tam da bunu işlemiş. Böyle bir konun, bir romanda nasıl daha sarsıcı bir şekilde işlenebilirdi sorusunu sorduğumuzda ise cevabını Kundera’dan okuyoruz; tabii ki de kadın ve erkek arasındaki ilişki üzerinden. Romanın büyüsünü bozmadan kısaca açıklamak gerekirse roman kahramanlarımız kadın: Chandal ve erkek: Jean-Marc arasındaki sevginin üzerinde ilerliyor. Okuma sürecinde sürekli kendi ilişkimizi düşüneceğiz. İlişkilerin dinamikliği, sevecenliği ve acımasızlığı içinde hayatını sürdüren insanın kendi kimliğini oluşturma, ya da kimliğini arama sürecini de okuyacağız. Sevmek her şeye tek başına yeter mi? Ya da dünyayı sevginin kurtaracağını düşünmek, buna inanmak çok mu ütopik bir davranıştır? Milan Kundera Kimlik romanında aslında tüm bunları irdelemiş. Okurunu hiç sıkmadan, kısa kısa bölümler ve akıcı bir dil ve zengin edebi içeriğiyle ve fazlaca düşündüren felsefik, psikolojik durumları tam bir ustalıkla harmanlamış. İlişkilerimizin ne kadarını gerçek hayatta yaşıyor ve ne kadarını kafamızın içinde kurgularız? Hayatı beraber paylaştığımız eşimiz ya da arkadaşımız ya da ebeveynlerimizle kendi kurgu ve düşsel dünyamızda, zihnimizde ne kadar tartışırız? Tüm bu soruların hepsini Kimlik romanında okuyoruz. Okuyoruz ama yazarın anlatımına ve konuları işleyişine hayran kalarak okuyoruz. Kundera romanında hemen hemen her konuda kendine has tarzı ve görüşleriyle bizi aydınlatıyor adeta. “Dostluk, bir insana yalnızca belleği doğru çalışmasını sağlamak için gerekli. Geçmişini anımsamak, onu hep sırtında taşımak, dedikleri gibi, belki de insanın "ben"ini koruyabilmesi için gerekli tek koşul. "Ben"in çekip küçülmemesi, oylumunu koruması için, anıları bir saksı çiçeğini sular gibi sulamak gerekiyor ve bu sulama işi, geçmişin tanıkları ile yeni dostlar ile sürekli temas halinde kalmayı zorunlu kılıyor. Onlar bizim aynamız; belleğimiz; onlardan hiçbir şey beklemiyoruz, yeter ki zaman zaman o aynayı parlatsınlar, parlatsınlar ki, yüzeyinde kendimizi görebilelim.” Dostlukla ilgili yazdığı bu satırlar ciddi anlamda çok güzel ve çok yaratıcı bir bakış açısı. Edebiyat tam da budur dedirtiyor. Kundera yaşamı düş ve gerçek arasında kalınmış bir şeymiş gibi bize gösteriyor. İnsanların dünya ile olan ilişkilerini sorguluyor. İnsana ve insanlığa yoğun bir eleştiridir de denilebilir aslında Kimlik romanı için. İnsanlar hem dünyaya ve yaşama lanet okuyor hem de durmadan üreyerek çoğalıyorlar. Bu durumu şu satırlarla o kadar güzel eleştiriyor ki, hayran olmamak elde değil: “İnsanın hem bir çocuğu olması, hem de içinde yaşadığı dünyadan nefret etmesi olanaksız, çünkü onu bu dünyaya getiren biziz. O çocuk yüzünden dünyaya bağlanıyoruz, onun geleceğini düşünüyoruz, gürültüsüne patırtısına, davranışlarına isteyerek katlanıyoruz, onun önüne geçilemez saçmalıklarını ciddiyi alıyoruz.” Ama buna rağmen dünyaya getirdiğimiz çocuklarında dünyadan nefret etmesini sağlayarak dünyayı daha da kötü bir hale sokuyoruz. Belki de insanın kendisini arayışı başlı başına bir hüsrandır. Çünkü insan hiçbir zaman gerçek kimliğini ya da kimliklerini bulamayacaktır. Tam bulduğunda bir boşluk, bir delik, bir eksiklik sezecektir ve bu sezişle bambaşka bir kimlik arayışına girişecektir. Kitap da yoğun işlenen psikoloji ve psikolojik tahlillere hayran kaldım. Tüm bunlar aslında Milan Kundera’nın ne kadar başarılı bir gözlemci olduğunu da gösteriyor. Bu tespitler sadece kişiler bazında değil, toplumsal tespitlerdir de. Toplumun psikolojisini iyi bilen, insan doğasından anlayan bir yazar Kundera. Kitapta okuduğum şu kısmı da çok beğendim: “Bugün, can sıkıntısının miktarı -can sıkıntısı ölçülebilir bir şeyse- eskiden olduğundan daha fazla. Eskiden yapılan meslekler, hiç olmazsa birçoğu, insanın o mesleğe karşı kişisel bir tutkusu yoksa, akla bile getirilmeyen mesleklerdi; topraklarına aşık köylüler; güzel masaların büyülü yaratıcısı dedem; köydeki insanlarının tümünün ayak numaralarını ezbere bilen ayakkabıcılar; ormancılar, bahçıvanlar; o dönemlerde askerlerin bile birbirlerini tutkuyla öldürdüklerini düşünüyorum. Yaşamın anlamı, insanlar için 'bir soru işareti' değildi, yaşam onlarla birlikteydi, tüm doğallığıyla, işliklerinde, tarlalarındaydı. Her meslek, kendine özgü düşünce tarzını, kendine özgü varoluş biçimini yaratmıştı. Bir doktor, bir çiftçiden başka bir biçimde düşünüyordu, bir askerin davranışı, bir köy öğretmenin davranışına benzemiyordu. Oysa bugün, hepimiz birbirimizin benzeriyiz; işimize karşı gösterdiğimiz ortak ilgisizlik bizi birbirimize bağlıyor. Bu ilgisizlik bir tutku haline geldi. Çağımızın tek büyük, kollektif tutkusu.” Romanın finali ise ayrıca şaşırttı beni. Hatta bir ara romanın anlamayacağım bir şekilde bitmesinden korktum. Fakat son bir sayfa kala -ki umudumu hala koruyordum- Kundera beni bir kere daha şaşırttı. Ve romanın son sayfasında, artık kapanışa saniyeler kala şunu yazmış: “Gerçeğin gerçekdışına, gerçeğin düşe dönüştüğü kesin an hangisi? Sınır neredeydi? Sınır nerede?” Gerçekle düşün, benlik ve varlığın çatıştığı harika roman Kimlik.
Kimlik
KimlikMilan Kundera · Can Yayınları · 20192,000 okunma
··
1.781 görüntüleme
Seda okurunun profil resmi
Yine emeğine sağlık Hoca'm, listemize kattık sayende. Lakin Gökhan Hoca'm, ne olur puan ver okuduğun kitaplara, arafta kalmayalım.
GökHan okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim, ama puan vermiştim zaten hemde 10 ☺️
2 sonraki yanıtı göster
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.