Gönderi

Tasavvuf sadece insanın diğer halk ile muamelelerini düzenleyen bir disiplin değildir. O, insanın iç dünyasının düzgün bir şekilde inşasını hedefler. Fakat incitmek ve incinmek misallerinde olduğu gibi, iç dünyanın kıvamını öğrenmenin en kolay yolu, dış dünyaya verdiği tepkileri, sinyalleri ölçmektir. Mevlânâ Hazretleri anlatır ki: Meczup tipli bir adam elindeki feneri yoldan gelip geçenlerin sîmâlarına tuta tuta bağırmaktadır: “Adam arıyorum!” “Biz adam değil miyiz?” “Ben öfkede, şehvette, benlikte kendini tutabilen adam arıyorum!” Tasavvuf işte o ideal adamı, insân-ı kâmili inşa etme sanatı… Bu sanatın, Mutlak Fail Cenâb-ı Hak’tan sonra en büyük sanatkârı, Hazret-i Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem… O Hiç İncinmedi ve İncitmedi… Yalancı dediler, deli dediler, sihirbaz dediler, kâhin dediler, o hiç incinmedi… Kafasından aşağıya leşler döktüler, yollarına dikenler saçtılar, taşladılar, himayesiz bıraktılar, o hiç incinmedi… Kızını deveden yuvarladılar, amcasının cesedine en hunhar şenaatleri işlediler, o hiç incinmedi… Hanımına iftira ettiler, yemeğine zehir koydular, o hiç incinmedi… Sadece ağyardan değil, yardan da incinmedi… Sohbetiyle gökteki yıldızlar seviyesine yükselttiği ashâbı, başlangıçta tabiî olarak edep, ahlâk ve muamelât açısından çok eksik câhiliyye insanıydı. Onlardan bilhassa bedevî olanlar; Mescidine bevl ettiler, hutbede yalnız bıraktılar, kaba saba hitap ettiler, o hiç incinmedi… Uhud’dan önce teklifini dinlemeyenler, geçitte talimatına itaat etmeyenler, Huneyn’de gevşeyenler, Tebük’te ağırdan alanlar, düşmana mektup atanlar oldu, o hiç incinmedi… Hiç incinmediği için, hiç de incitmedi… Hak için olan ciddiyeti dışında hiç hiddetlenmedi, hiç intikam duygusuyla hareket etmedi. Hep affetti, rahmete vesile oldu. Fakat terbiye etti, ıslah etti, güzelleştirdi. O’nu öldürmeye gelenler, O’nda dirildi. O’nu söndürmeye kalkışanlar, O’nunla nurlandı. O’nu incitmeye çalışan dikenler, O’nun sayesinde gül oldu, güller açtı. Yani: Tezkiye etti. O’nun idarî vazifesini halîfeler; Kur’ân’ı tebliğ vazifesini kurrâlar, hâfızlar, hocalar; Hüküm ve kazâ vazifesini, kadılar; İslâm’ı talim, muallimlik vazifesine, takvâlı âlimler mirasçı oldu. Yani o emanetleri, Peygamberimiz kadar olmasa da omuzladılar, kıyâmete kadar taşıdılar, taşıyacaklar. İşte o incinmeme ve incitmeme özelliğini insanlığa öğretmek diyebileceğimiz; nefis tezkiyesini, kalp tasfiyesini, yani insan terbiyesini de Hak dostları tevârüs etti. Câfer-i Sâdıklar, Hasen-i Basrîler, Şâh-ı Nakşibendler, Mevlânâlar, Bağdâdîler kervanı böyle tecellî etti. Yemânîler, Karânîler, Gazâlîler, Geylânîler, Hüdâyîler, Rabbânîler… İrfânında hep Sen varsın… Hamd ederken Fâtiha’da, Nur Dağı’nda bir tenhâda, Tâ Sidretü’l-müntehâ’da, Hak yanında hep Sen varsın… Cânansın Allâh’a, cânâ! Bâğ-ı Hak’da gül-i rânâ, Muhabbet, mârifet, mânâ Ummânında hep Sen varsın… (Tâlî) “Tasavvuf nereden gelmiş, nereden çıkmış, eskiden var mıymış?” diye soranlar, dînin bu kalbî, bu rûhânî tarafını henüz fark edememiş kimselerdir. Sözü uzatırsak onları incitir, daha ilk dersten kaldığımızı itiraf etmiş oluruz. Ne mutlu, hiç incinmeyen ve incitmeyen Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem’in bu sünnetini de ihmal etmeyen mü’minlere… Mustafa Asım Küçükaşçı
·
95 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.