Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

440 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
7 günde okudu
AKIL ÇAĞI – VAROLUŞÇU BİR İNCELEME #2
Roman, 2. Dünya Şavaşı’nın başlangıç döneminde bir grup insanın hayatın anlamsızlığıyla barışık yaşama uğraşını ama buna karşın anlam arayışına girmeden gözlerinin önünden akıp giden günlerini sergiler. Sartre, anlamsızlığı, güçlükler karşısındaki çaresizliği, aklın duygulara yenilgisini, geçmişe olan pişmanlığı ve geleceğe karşı duyulan belirsizliği eleştirmeyi amaçlamaz; onun nesnesi insan değildir. Tam tersine, karakterlerin içinde yaşadıkları ortamın yüz yıllar boyunca değersizleşmiş ve artık “yeni bir birey” oluşturma yetisi körelmiş, baskıcı ve çoğunluk tarafından kabul gören fikirlerdir. Bu fikirler artık insan egemenliğinden çıkarak insanın doğru düşünme mekanizmasını ele geçiren yeni bir varoluş kazanmıştır. Ancak bu durumu sorgulamak ve düzeltmek modern insanın görevi değildir artık. Herkes hayal kırıklıkları ve sahte mutluluklarla örülü bir hayat mücadelesi vermektedir. Sartre bir taraftan sistemi eleştirirken diğer taraftan bunu bir yazgı olarak kabul edip karakterleri vasıtasıyla bizi bize anlatır. Zamanında filozoflar bir ütopya vaat eden felsefi ütopyaların cazibesine kapılmışlardı: Heidegger’in Nazi yönetimini toplumun değişmesi için bir kıvılcım olarak görmesi ve Sartre ve Camus’un da yeni bir insan modeli yaratması hayaliyle komünizme sıcak bakmaları, insandan önce sistemin değişmesi zorunluluğuna olan inancı gösterir. Karakterler doğmuş olmanın başlattığı yaşam denilen bu çizgide sona doğru yaklaşmaktadırlar. Sartre bunu özellikle vurgular: doğmanın (varoluşun) hediyesi olarak ölüm. Aslında insan her geçen gün daha da yaşlanarak ölüme bir adım daha atmaktadır. Sarte’nin yaşam tanımı budur; karakterlerine de bu yaşam kaygısını aşılar. Peki ne uğruna? İşte burada varoluşçuluğun ilgilendiği anlamsızlık problemi ortaya çıkıyor. Anlamın bulunmadığı yerde içine düşülen ruhsal boşluk, pamuk ipliğine dayalı ilişkiler, başarısızlıklara zemin hazırlayan kararlar… Varoluşumuz, karar verme yetimizdir. Kendimiz için, “ben”imiz için yaşamak… Kendi kararlarımızla kendi kendimizi yeniden inşa etmek. Sartre’nin dediği gibi, varoluş özden önce gelir. İçinde bulunduğumuz sisteme ve sahip olduğumuz kişiliğe boyun eğmek zorunda değiliz der Sartre ama bunun için de karar vermemiz (doğru veya yanlış olması önemsiz) ve bunun sonuçlarını kabul edebilmemiz gerekir. İşte bu kabullenme bizim “akıl çağı”mızdır, olgunlaşma anımızdır, özgürlüğümüzdür. Bunu romanda doğrudan Mathieu üzerinden işliyor Sartre. Mathieu’nun akıl çağına varmasında gelişen olaylar ve bunlar karşısında onun tutumu romanın ana konusunu oluşturuyor. Mathieu’nun uzun süredir birlikte olduğu Marcelle’in hamile olduğunu öğrenmesiyle başlıyor hikaye. Mathieu bunu kendi suçu olarak görür ama bu yaptığını kendi içinde kabul etmek istemez; gerekirse kendi kurguladığı yalanlara inanma pahasına bu sorumluluktan kaçmaya çalışmak ister. Tek çare de çocuğun ameliyatla alınmasıdır ancak bunun için para arayışına girmesi gerekmektedir. Kendi sorumluluğundan kaçınmak için doğması gereken bir insanı ortadan kaldırmak istemektedir. Buna karşın Marcelle, kendi hayatının kararlarını veremeyecek kadar zayıf bir kişiliğe sahiptir. O sadece Mathieu’nun söyledikleriyle yaşamaktadır; Matthieu da onun sorumluluklarından kaçma aracıdır. Bu anlamsızlık içinde geçen yıllar boyunca aşkın ve sadakatin anlamsızlığını ikisi de fark etmiştir. Bir türlü duygularının altından yatan boşluğu dolduramamışlardır ama bunu kendilerine dahi söylemeye cesaretleri yoktur. Bu noktadan sonra Mathieu çevresindekilerden para dilenmeye başlar ancak kimseden umduğunu bulamaz. Kardeşi Jacques, Marcelle ile evlenmesi karşılığında kürtaj parasını ona vereceğini söyler. Bu konuşmada romanın gidişatı açısından çok önemli noktalar vardır: “Belki şu anda yalan söylemiyorsun ama senin yaşamın, bütünüyle, baştan sona yalan üzerine kurulu!” (s.153) “O yalanla saklamaya çalıştığın şu ki, sen kendinden utanan bir burjuvasın. Ben, uzun tereddütlerden, aranmalardan sonra burjuva bir yaşamda karar kıldım, akıllı uslu bir evlenme yaptım, evlenmek gerek diye evlendim. Ama sen, yaradılışınla, zevklerinle, içgüdülerinle burjuvasın, seni evlenmeye iten de işte bu içgüdüler. Çünkü, sen benim gözümde zaten evlisin, Mathieu!” (s.153) Jacques, Matheiu’nun tam bir burjuva gibi davrandığını; bir kadını utanca sürüklediğini, apartmanda otutup her ay topluca maaş aldığını, devlet tarafından emekliliğinin garantilendiği için gelecek kaygısının olmadığını, düzenli memur yaşamını sevdiğini söyler. Ayrıca: “Ben özgürlüğün, insanların kendi istekleriyle yarattıkları durumlara tam karşıdan bakmalarını ve o durumların sonuçlarına katlanmalarını gerektirdiğine inanıyorum.” Jacques, eleştirilerinin arkasında aslında tam bir varoluşçu portresi çizer: Sistemin kurallarına uyulmaması gerektiğini ve kararların sorumluluklarının alınmasının gerektiğini. Her ne kadar Jacques, bunları yaptığını ve gençliğindeki bir geçiş süreci sonunda ahlaki ve bilinçli varlığını keşfettiğini; dahası akıl çağına girdiğini söylese de Mathieu’nun yüzüne gerçekleri vurmaktan başka bir şey yapmamıştır. O daha çok bir papaz modeline bürünmüştür; dışarıdan korkan, temkini elden bırakmayan, gelecekte bir sorunla karşılaşmaktansa o sorunu oluşturmamayı garantileyecek bir yaşam kurmayı seçen, dolayısıyla özgür olduğunu zanneden bir tiptir. Kararlarının sorumluluğunu aldığını zanneder ancak karar vermesini gerektirecek tüm durumları da hayatından elemek istemektedir. Özgürlüğün tanımını doğru yapsa da onun uygulamayı seçtiği yöntem, romanda Sartre’nin bize anlatmaya çalıştığı akıl çağından uzak bir konumdadır. Mathieu’nun bir diğer durağı da Daniel’dir. Daniel’in konuşmalarından anladığımız kadarıyla o da karşılaştığı durumlara anlık olarak karar vererek yaşayan biridir. Dolayısıyla onun özgürlüğü ancak başkalarının kararlarını kendi içinde şekil vererek kabul etmesinden ibarettir. Mathieu’ya parayı anında verebilecekken onun acı çekmesini izlemeyi tercih etmiştir. Daha sonra ise homoseksüel olmasına rağmen Marcelle ile kendisi evlenmek istemiştir. Jacques’in tersine Daniel hata yapmaktan korku duymaz ve yaptıkları için kimseye hesap verme gereği duymaz. Çünkü toplumun ahlaki kurallarını reddetmiştir. Jacques için özgürlük hayatta kalma becerisiyken Daniel içinse herkese rağmen serbestçe davranabilmektir. Ama aldığı kararlar başkalarınınkiler üzerine kurulu olduğundan asla akıl çağına erişemeyecektir. Kitapta daha fazla karakter var ama benim ilgimi çekenler üzerinde durdum. Kitabın sonu ise trajikti. Mathieu, artık aşkını kaybetmiş, arkadaşlık ilişkileri hasar almış, bugüne kadar boşluklarla geçen yaşamının anlamsızlığını anlamış ve yalnızlığa mahkûm olmuştur. “Bir hiç için bir sürü gürültü diye düşündü. Hiç için: Bu yaşam ona hiç için bağışlanmıştı, kendisi hiçti ve buna karşın değişmeyecekti artık: O olmuştu, tamamlanmıştı.” Sarte işte bu hiçliği anlamamızı istiyor ve bu gerçeğin ağırlığı altında tahammül edilmesi gereken yalnızlığın da altını çiziyor. Bakalım karakterimiz 2. kitapta akıl çağında neler yapacak?
Akıl Çağı
Akıl ÇağıJean-Paul Sartre · Can Yayınları · 20192,192 okunma
··
2.868 görüntüleme
Kaan okurunun profil resmi
Okumayı ertelediğim bir kitap hatta bir ara başlamıştım da. Tam bana göre demiştim ama nedense o an devam edesim gelmemişti. İncelemen sayesinde kitabın ve karakterlerin genel hatlarını öğrenmiş oldum. İleride okuyacağım zaman yararlanacagim bir yazı olmuş, emeğine sağlık :)
Ozan K. okurunun profil resmi
Tesekkurler Kaan Hocam. Mutlaka tavsiyemdir. Şu an 2. kitaptayim; ondan sonra tam gaz 3'e devam :)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.