İgnatius, Bir Modern Don Quijote
Jonathan Swift’in: “Dünyada gerçek bir dâhi varsa, bunu anlamak kolaydır, çünkü bütün alıklar ona karşı birlik oluştururlar." epigrafıyla başlayan ve adını da bu alıntıdan alan "Alıklar Birliği" tam bir karnaval kitabıdır.
Karnavalesk eserlerde toplumsal normların diktesiyle oluşan her şey özgür bırakılır: ayrıcalıklar, normlar, yasaklar, hiyerarşik sistemler... Bunları yaşamında rafa kaldıran karakterimiz ise İgnatius'ten başkası değildir.
İgnatius'un yanılsamalardan oluşan ideal bir dünyası vardır. Tıpkı Don Quijote gibi, o da beğenmediği gerçeği değiştirme isteğine sahiptir bu abartılı idealizm, eseri pikaresk romana dahil eder. İgnatius kendi ifadesiyle bozulmuş modern dünyayı iyileştirmekle görevli olduğunu düşünür bu nedenle odasından çıkmak zorunda olduğu zamanlarda şövalyeliğe bürünür. Bu adil olan bir adamın adil olmayan bir dünyada savaşıdır.
Başkahramanız Ignatius Reilly, annesiyle New Orleans’da yaşamaktadır, otuzlu yaşlarındadır, bir işi yoktur. Bütün gün evde oturup ortaçağ hakkında kitaplar okuyup, yaşadığı çağın çıkmazlarını anlatan deneme tarzında bir günce yazmaktadır. Bir gün sokakta annesini beklerken onun tuhaf kıyafetinden şüphelenen (Etli, balon bir kafanın tepesine sımsıkı geçirilmiş yeşil avcı kasketi, kasketin iri kulakları, berber eli değmemiş saçlar, o kulaklardan fışkıran ince tüylerle dolu yeşil kulaklıkları, siyah, fırça gibi bıyığın altından dolgun, torba gibi büzülmüş, cips kırıntılarıyla dolu dudakları...) bu görüntüsü ile tutuklanmayı hak ettiğini düşünen polis memuruyla kavga eder ve bu İgnatius'un serüveninin başlangıcı olur.
Bu olayın devamındaki saatlerde anne ile oğul araba ile bir kaza yaparlar bu kazanın hasarını ödemek için annesi onu çalışmaya zorlar ve böylece evinden dış dünyaya açılan İgnatius'ün komedisi de başlar.
Annesinin baskısıyla iş arayan İgnatius birçok başarısız girişiminden sonra Levy Pantolonları şirketinde iş bulur, sonra da sosis satıcılığı yapar, elbette sıradan bir çalışan olmaz, gittiği her yeri bir karnavala çevirir. Ignatius; annesinin, annesinin arkadaşlarının, onu tanıyan herkesin gözünde işe yaramaz hantal hastaneye yatması gereken, ruh sağlığı bozuk biridir.
Oysa İgnatius kendini şöyle tanımlar: Benden korkuyorlar. Nefret ettiğim bir yüzyılda yaşamaya zorlandığımı hissediyorlar galiba. Ona göre modern zamanın birçok gereksinimi, yeni elbiseler almak gibi maddi harcamalar :))) dahil insanların basit algılarına tepkilidir ve bu basitliği sapkınlık olarak niteler.
Takıldığı bardan, okuduğu okuldan, çalıştığı yerlerden çarpıcı karakterler yaratarak, 1960'lar Amerikasına kapitalizme düzene işçi ve işveren sorunlarına yaklaşımıyla tam bir kara mizaha dönüşen eser canlı bir tablodur artık. Macerasına eklemlediği her karakterle, alt tabakadan üst tabakaya kadar yaşadığı çağın çıkmazlarına değinir. Zencilere, zenginlere, polis teşkilatına, kapitalizm ve komünizm algısına, fahişelere, cinselliğe, dilencilere, emekçilere ve eğitim sistemine...Grotesk yapısıyla mükemmel bir hiciv şöleni sunar. Tiyatro perdesi gibi her sahnede modern çağın bir rezaletini açıp kapatır.
İgnatius'a eşlik eden alkolik annesinden cinsellik delisi kız arkadaşına değin herkeste aksayan bir gerçeklikle yüzleşiriz. Myrna ile mektuplaşmaları ise iki karşı cinsten okunabilecek en sıra dışı mektup örnekleri olarak da farkını gösterir ve esere doyumsuz bir tat katar.
Ignatius yaşadığı Nev Orleans şehrine savaş açar çünkü şehirdeki herkes ona karşıdır.Ayrıca Fortuna( Talih) ile de bir anlaşmazlığı vardır. Tıpkı Don Quijote gibi. "Toplumsal bir haksızlık karşısında korkakça davrananlara katlanamam. Günümüzün sorunları ancak gözü pek ve köktenci bir kararlıkla çözülebilir, der ancak öğütme makinesine takılan idealleri ile her defasında o koca gövde unufak olur.
Ön söz yazarı; eser için komedi demenin çok zayıf kalacağını belirtir ve şöyle devam eder: "Aynı zamanda hüzünlü de. Bu hüznün nereden kaynaklandığını insan tam olarak çıkartamıyor- Ignatius'un büyük, gazlı öfkelerinin ve çılgın serüvenlerinin altında yatan acıdan ya da kitaba eşlik eden trajediden belki.") Eserin trajedisini de belirtelim hemen: Yazar bu eseri bastırmak için çok uğraşır fakat sürekli reddedilir bu umutsuzluktan kurtulamayan Toole intihar eder. Ölümünden 10 yıl sonra annesinin yoğun çabasıyla bu eser basılır ve o yıl Pulitzer Ödülünü hak eder. Yazarı yaşamayan bir eser ilk kez ödül almıştır.
Eser, aksanlı konuşmaların özenli çevirisi ile akıcılık kazanmış, bir hiciv romanıdır. Bu tarz okumak isteyenlere kesinlikle öneriyorum. Kitap 1001 kitap listesinde de yer alıyor.
Birlikte okuduğum ve kritiğini beraber yaptığımız arkadaşım Elizabeth Harmon 'a eşliği için teşekkür ederim. Mutlu pazarlar, esen kalın.