Bu tanrı bolluğunun ötesinde
son bir gerçek, bir varoluş nedeni gizli olamaz mı? Sakın bütün varlıklar tek bir kaynaktan çıkmış olmasın? Sonraları Hint felsefesinin üzerinde çok durduğu birlik düşüncesinin ilk tohumlarının daha bu dönemde atıldığı görülmektedir.
Rigveda’nın Yaradılış ilahisinde bu düşünceler ve her şeyin kaynağı olan ve tüm evreni kapsayan son gerçeği arayış, görkemli bir biçimde şöyle dile
getirilmiştir:
"Başta ne varlık vardı ne yokluk
Her yeri dolduran her yerde olan
Hava da yoktu yukarıda gökler de!
Nerede derin uçurumlar, denizler?
Başta ne ölümsüzlük vardı ne ölüm!
Gece de olmazdı, gündüz de
Başka şey yokken O bir başına
Sonsuzlukta uçardı sessizce.
Karanlıkla örtülüydü her yer
Başı sonu olmayan ışıksız gecede
Sıkılmış olmalı ki örtü içinde
Birden doğdu O, parlayan bir güçle.
Bu bir olandan çıktı önce
Bilginin tohumu olan sevgi
Varlığın kökü yokluk iken
Sevgiyi aradı durdu bilgi
Bir ayrılık girmemişse araya
Üstteki nedir, alttaki nedir?
Yerinde duramayıp düşünce tohum
Yer altta, gerilim üsttedir.
Bütün bunları kuran kim?
Varlık neden olmuş duyan kim?
Tanrılar da gelmişler buraya!
Nereden gelmişler gören kim?
Kim ise varlığı yaradan
Bakar mı göğün üst katından
Yerde ne varmış, ne yokmuş
O da mı bilmez, kim bilir?"
Derin bir sezgiyle gerçeği arayan bu ilahinin sonunda İlahiler döneminin sonuna gelindiğini bildiren bir kuşku beliriyor: Tanrılardan kuşkulanmak!
Ozan bize tanrıların "oradan bu yana" geldiğini söylüyor; demek ki, onlar da yaratılmışlar.
Aşağıdaki dizelerde de eski Veda dininin çöktüğü, daha doğrusu yeni bir dönemin eşiğine gelindiği iyice belli oluyor. Tanrılara karşı duyulan kuşku giderek bir alaya dönüşüyor:
"Yarışın bakalım, Indra'yı övüp durun!
Keşke sizi bir duyabilse bir kez olsun...
Diyorlar ki "Indra nerdesin niçin yoksun!"
Hiç olmamış mı gören, ya kim o övülen?"