Gönderi

336 syf.
9/10 puan verdi
·
Read in 7 hours
Aidiyetsizlik
Kitap bitti. Kitap, şakasız elime ulaştığı gün bitti. Yazarın dili gerçek anlamda çok akıcıydı, artı olarak çerezlik bir şeyler okuyup kafa dağıtma ihtiyacım baskın geldi. Bundan ötürü kitabı günlere bölerek okumak istesem de tekte bitti. Fakat benim asıl değinmek istediğim bu değil. Bir ruh düşünün, nedeni belirsiz bir şekilde doğduğu günden itibaren her gün, başka insanların bedeninde can buluyor. Kız, erkek, şişman, zayıf, engelli fark etmiyor. Bu şekilde günbegün büyüyor, her gün farklı yaşamlara adapte olurken aslında hiç varolmamış benliğini kaybediyor. Bu böyle süregelirken bir gün, bir kıza aşık oluyor. Kitabı alırken özgün konusundan etikelenmiştim ve baş karakterinin beni bu denli etkileyeceğini düşünmemiştim. Her geçen paragrafta A'ya biraz daha bağlandım ve onun mutlak çaresizliğini kendimde hissettim. A, her gün yeni bir bedende uyanmasından ötürü derin bir aidiyetsizlik duygusu çekiyordu kendi içinde. Özellikle Marc'ın büyükbabasının cenaze töreni biterken düşündükleri, çaresizce ağlayışı ve kaderini kabullenişi çok dokundu bana. Aslında fantastik kurguları okurken okuduklarım realiteden uzak olduğu için ve yaşadığımız gerçeklikte bu tarz şeyler yaşanmayacağı için beni etkilemezdi. Fakat bu kitapta yazar sade ama etkileyici dilini kullanırken, A'nın başına gelenleri biz A'nın gözünden okurken, olağan bir şeymiş gibi bahsediyordu. Olay da buradaydı zaten, bu da benim okurken olanları kendi çapımda normalleştirmemi ve içselleştirmemi sağladı. En başlarda A, beden değiştirirken adapte olamadım. Çünkü bir kız, bir erkek oluyordu ve bu da tıpkı benim gibi Rhiannon'ın da zihnini bulandırıyordu. Yine de bütün bunlara rağmen A'nın aşkı her zaman sabit kalıyordu. Sonra bakış açımın yanlış olduğunu anladım. A, hiçbir zaman ona damgalanmış bir beden üzerinde doğmamıştı ki, o gezer bir ruhtu. Adı yoktu. Soyadı yoktu. Ölse teşhis edileceği bir bedeni yoktu. Ailesi yoktu. Cinsiyeti yoktu. A, A'ydı işte. O yüzden A, hangi beden üzerinde can bulursa bulsun, onu paketine göre yaftalamak yanlıştı. Kız ya da erkek olarak bir bedende can bulması fark ediyor muydu? Ne zamandır bizler sınırlara bu denli boyun eğmiş ve kabullenmiştik? Misal pembenin kız rengi, mavinin erkek rengi olduğunu kim söylemişti? Ya da zamanında topuklu ayakkabılar erkekler için üretilmişken, günümüzde sadece kadınların giyebileceğini kim söylemişti? Aşkın sadece karşı cins bireyler arasında olabileceğini kim söylemişti mesela? Bunu düşünerek okuduğumda, yaratılan karakter çok etkileyici geldi bana. O yüzden onun bu konuyla ilgili çektiği her ızdırap da içime işledi. Her Gün; gerek özgün kurgusuyla, gerek karakteriyle, gerek düşündürücü taraflarıyla dehşet güzel bir gençlik romanıydı. Eğer realiteden uzak kitapları sevmiyorsanız veya tabulara sıkı sıkıya bağlıysanız, bu kitap size içine azıcık fantastik sıkıştırılmış ucuz bir gençlik ve aşk romanından başka bir şey gibi gelmeyecektir. Ama bazı paragraflardan sonra kitabı bir dakikalığına göğsüne dayayıp tavana bakarak düşünürseniz, bu kitap sizin için çok şey ifade edecektir. "Ben, onun ardında bıraktığı anıları bırakmayacaktım. Kimse beni ya da yaptıklarımı bilmeyecekti. Şayet ölürsem beni teşhis edecekleri bir beden olmayacaktı, toprağa verme töreni de olmayacaktı. Ölürsem, Rhiannon hariç hiç kimse var olduğumu bilmeyecekti."
Her Gün
Her Gün
David Levithan
David Levithan
Her Gün
Her GünDavid Levithan · Pegasus Yayınları · 20151,981 okunma
·
378 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.