KarındeşenlerTarihte, sözde "coğrafi keşifler" olarak isimlendirilmiş bir takım hırsızlık ve insan kasaplığının; gemiler yoluyla, zaten hali hazırda bir halkı, hayatı olan memleketlere taşınmasının gerçeği vardır. İşte bu kötülüğün bir katresi, imanlı bir rahibin şahit oldukları doğrultusunda kaleme alınmış ve dönemin İspanya kralından adalet istemiştir. Kraldan bu zalimlere dur demesini isterken, sizin de altınlarınızı çalıyorlar diyerek bir motivasyon sebebi de sunmuş, bir umut o da imana gelir diye. İşte bu motivasyon kaynağı bu kitapta yazılanlardır. Kitap yazılma amacına ne kadar ulaşabilmiş, adalet oralara vardığında kime yarayabilmiş bilmiyorum. Geç kalan adalet, adalet midir peki? Bence değildir. Gidenin yerine ne konabilir, hangi acı telafi edilebilir?
Söze gücüm yettiğince, bu kitapla ilgili geçireceğimi umduğum son gecede; zehrimi, yazarsam belki akıtır ve ıstırabından kurtulurum ümidiyle düşüncelerime neşteri çalıyorum: Yerlilere ne yapıldı? Karaya ayak basan Hristiyanları, kitabı yazan rahibin ifadesiyle, gökten inmiş melekler gibi karşılayan yerliler son derece misafirperver, barışçıl ve cömert insanlarmış. Onlara ellerinde ne kadar yiyecek varsa, altın ya da değerli taş varsa kendi rızalarıyla getirip vermişler. Büyük bir kıta, çeşitli beylikler ve krallıklar söz konusu. Başka başka diyarları da görmüş kaptanların bilgisince, o vakitler dünyanın en kalabalık yerlerinden biri, belki de birincisi olduğu söyleniyor. Ama bu zincirinden boşalmış canavarların, ellerinde kılıç varken kalplerinde insan olduklarına dair tek bir emare olmayınca yaptıkları, inanın okunacak gibi değildi. Bizim okurken kalbimizi paramparça eden gerçeklerin altında birilerinin imzası, birilerininse elindeki kan var. Aklınıza gelebilecek en kötü işkenceleri düşünün.
***
Midesi kaldırmayacaklar aradaki bu kısmı atlayıp son kısma geçebilirler. Kitabı okuyacaklara, ne okuyacaklarını bilmeleri açısından kalem kalem aklımda kalan olayları yazacağım:
-Yerlileri bazen evlere tuzakla getirip, kapıları kapatıp evleri ateşe vermek ilk sırayı alsın.
-Hamile ya da çocuk fark etmeksizin, bana göre yetişkin genç ya da yaşlı bir erkek de aynıdır, şayet merhamet söz konusuysa, ama insan yine altını çizmeden edemiyor. Hepsi kılıçtan geçirilmiş, ama durun, öyle basit bir hamle ile değil; kılıçlarla karınlarını deşmekten, kafalarının koparılıp atılmasından bahsediyorum.
-Bazıları canlı ele geçirilince kazıklara bağlanmış, altlarına odunlar dizilmiş, yavaş ateşte kızartılarak ayak tabanlarının ilikleri akıtılmış. Altınların yerini söylemeleri için geliştirdikleri yöntem bu, evet bu.
-Bazılarını merhamet edip, cayır cayır yakmışlar.
-Yerlileri yakalayıp paramparça etmeleri için köpekler yetiştirilmiş. Tabi bu köpekler parçaladıkları insanları yemek üzere varlar. Bununla da sadece bazı yerlerde korku yayma ve itaat amaçlanmış, genelde bunu zevk için yapmışlar.
-Hamileler, lohusalar, çocuklar ve bebekler de dahil, yani toplumun en zayıf, narin halkası insanlardan bahsediyoruz, kılıçlarla parçalanırken, elleri ve burunları kesilerek işkence edilmiş.
-Kimi zamanlarda bebekleri alıp kollarında tutarak en uzağa fırlatma gösterileri yapılmış.
-İnsan kasapları kurulmuş. Bir yerlinin üçte birini satın alan vahşi köpek sahipleri, “rezil insan eti” istemiş bu kasaplardan.
-Gemilerle köle olarak satmak üzere götürülen yerlilere bir damla su ya da bir parça ekmek verilmemiş, sağ kalanlar satılmış, ölenleri denize fırlatıp atmışlar.
***
Ne kadarını okumaya gücünüz yeter bilmiyorum, ama günlerdir bir sürü animasyon filmi izleyerek zihnimi dağıtmaya çalışıyorum. Altın hırsının yükselttiği medeniyetler, bugün dünyaya insanlık satarken, gelişmiş ülkelerin insana verdiği değerden dem vuruyorlar. İşte o insanların k*çlarını koydukları yerin altında yatan zenginliğin kaynağı bu olaylardan geliyor.
Benim gibi tarihte neler olduğuna dair kişisel okumalar yapanlar için kusursuz bir okumaydı; yeteri kadar gerçeği ve dehşeti içeriyordu. İnsanın midesindekileri tutabilmesi açısından, sabah namazından sonra ya da erken uyanıp kahvaltı etmeye veyahut hayatın günlük meşgalelerine biraz daha vakti olanlara, güneşin okuduklarımızdan sızlayacak kemiklere merhamet etmek ister gibi doğduğu vakitlerde okunmasını tavsiye ederim. Ne gece kaldırır bu kitabı, ne de gündüz. Elleriniz titrerken, midenizde ya da göğsünüzde sizi tırmalayan bir hayvan varmışçasına yapacağınız bu okuma sonrası, insan kendine soğuk bir şok yaşatırsa belki aşabilir okuduklarını. Karlı havanın soğuğu düşündüklerimizi belki bir nebze uzaklaştırır bizden. Belki de konu kişiselleşirse unutabiliriz bu dehşeti. Ama unutturamaz hiçbir merhamet hissi biliyorum. Bir hayvanın masum gözlerinden kalbimize akan sevginin sıcağı, bir bebeğin tombik ayaklarına konan şefkatli bir öpücük ya da ailemizin varlığının güveni, şu okuduklarımıza iyi gelemez, ancak suçluluk hissi doğurabilir rahat döşeklerimiz. Her şeye yetememenin çaresizliği gırtlağımıza çökmüşken, bir kez daha ve şiddetli, ne diyorduk; zalimler için yaşasın cehennem.