Gönderi

Akıl Kilisesi
O akşam, ertesi günkü ders notu olaraki yaptıklarının savunmasını yazdı. Bu, onun her zamanki, derinliği olmayan ders notlarının tersine, çok uzun ve dikkatle, özenle hazırlanmış, Akıl Kilisesi hakkında bir metindi. Metin, ön giris kapisin tam üstünde elektrikli bir bira reklami panosu asili duran kilise binasi ile ilgili bir gazete yazisindan alinti ile basliyordu. Bina satilmisti ve bir zamanla bar olarak kullanilmisti. Bu noktada sinifça bir kahkaha kopacagi düsünülebilir. Üniversite icki partileriyle ünlüydü, imge bulanik da olsa uygundu. Gazetedeki makale, pek çok kisinin kilise yetkililerine sikâyette bulundugunu yaziyordu. Kilise, bir Katolik kilisesiydi ve elestiriler üzerine gönderilmis rahip bu durumdan çok rahatsiz olmus görünüyordu. Bu durum ona, kilisenin ne oldugu konusundaki inanilmaz cehaleti göstermisti. Kiliseyi tuglalarin, tahtalarin ve camlarin mi olusturdugunu saniyorlardi? Ya da çati biciminin? Burada Tanri'ya hizmet olarak gösterilen sey, kiliseye karsi son derece maddeci bir yaklasimin örnegiydi. Soz konusu yapi kutsal bir yer degildi. Kutsalligi bozulmustu. Iste o kadar. Bira reklaminin yeri barin üzeriydi, kilisenin üzeri degil. Aradaki farki bilmeyenler kendileri hakkinda bazi seyleri belli etmekteydiler. Phaedrus üniversite konusunda da ayni kafa karisikliginin var oldugunu ve denkligin yitirilmesinin bu yüzden anlasilamadigini söyledi. Gerçek üniversite maddi bir nesne degildi. Polisce korunacak bir grup yapi da degildi. Bir kolej denkligini yitirirse kimsenin gelip okulu kapatmayacagini söyledi. Bu konuda yasal bir ceza, para cezasi ya da hapis cezasi veren bir yasa hükmü yoktu. Yani dersler durdurulmazdi. Her sey önceki gibi devam ederdi. Ögrenciler, okul denkligini yitirmese alacaklari ayni egitimi yine alirlardi. Tüm bu olacaklar, dedi Phaedrus, halen olmakta olan duruma yalnizca resmen tani konmasiydi. Bu, kiliseden aforoz edilmeye benzerdi. Olacak olan sey yalnizca, hiçbir parlamentonun buyuramayacagi, tuglalardan, tahtalardan ve camlardan olusmus bir yer olarak asia tanimlanamayacak gercek üniversitenin, artik buranin "kutsal yer" olmadigini duyurmasiydi. Buradaki gercek üniversite yok olacak ve geriye, tuglalardan, kitaplardan ve maddi tezahürler den baska bir sey kalmayacakti. Bu, tüm ögrenciler için garip bir kavram olmustur herhalde; onun, uzun bir süre söylediklerinin sindirilmesini ve belki de "Gerçek üniversite sizce nedir?" sorusunu epey zamandir beklemis oldugunu gözümde canlandirabiliyorum. Bu soruya yanit olarak hazirladigi notlar sunlari acikliyor: Gerçek üniversitenin, diyor, spesifik bir yeri yoktur. Mala mülke sahip değildir, ücret ödemez ve maddi bir aidat almaz. Gerçek üniversite zihinsel bir durumdur. Yüzyıllardır sürüp bize dek gelmiş ve herhangi belli bir yeri olmayan büyük akılcı düşünce mirasıdır. O, geleneksel olarak profesör unvanı taşımayan bir grup tarafından yüzyıllardır yeniden üretilip gelmiş bir zihin durumudur, ama bu profesör unvanı bile gerçek üniversitenin bir parçası olamaz. Gerçek üniversite, aklın kendisinin sürüp gitmesinden başka bir şey değildir. Bu zihin durumundan, yani "akıl"dan başka, ne yazık ki aynı adla anılan, ama bambaşka bir şey olan yasal bir varlık daha vardır. Bu, devletin kar amacı gütmeyen bir şirketi, belli adresi olan bir dalıdır. Malı mülkü vardır, ücret ödeyebilir, para alabilir ve parlementodan gelen baskılara yanıt verebilir. Ama bu ikinci üniversite, bu yasal şirket yeni bilgiyi öğretemez, üretemez ya da düşünce geliştiremez. Gerçek üniversite değildir. Yalnızca, gerçek kilisenin var olması için uygun koşulların sağlandığı bir kilise binası, bir ortam, bir yerdir. Bu farkı göremeyenlerin, diyor Phaedrus, Kafasında hep bir karışıklık olagelmiştir ve bunlar kilise binalarını kontrol etmenin kiliseyi kontrol etmek demek olduğunu sanırlar. Profesörleri, ikinci üniversitede görevli memurlar, tıpkı başka şirketlerdeki memurların yaptığı gibi, istendiğinde akıldan vazgeçecek, verilen emirleri karşılık vermeden uygulayacak ücretliler olarak görürler. ikinci üniversiteyi görürler, ama birincisini göremezler. Bunu ilk kez okudugumda Phaedrus'un analitik hünerinin dikkatimi çektigini animsiyorum. Universiteyi bilim dallari ve kürsülere bölüp de bu analizin sonucunu degerlendirmeye yanasmamisti; ögrenciler, fakülte ve yönetimden olusan alisilagelmis bölünmeden de kaçinmisti. Üniversiteyi bu tarzlardan biriyle bölerseniz resmi okul bülteninden alabileceginiz bilgilerden daha fazla bir sey söylemeyen bir sürü yararsız laf elde edersiniz. Ama Phaedrus onu "kilise" ve "bina" olarak bölünce bültende anlatilan hantal ve belirsiz kurum birdenbire, daha önce hiç olamayacagi kadar açklik kazanmisti. Bu bölme ile üniversite yaşaminin çok karisik ama normal yönlerine açiklama getirmisti. Bu açıklamadan sonra dinsel kilise benzetmelerine geri dönmüştü. Böyle bir kiliseyi yapan ve bunun için para veren yurttaşlar büyük olasılıkla bunu cemaat için yaptıklarını düşünüyorlardır. İyi bir vaaz, cemaat üyelerini bir sonraki haftaya dek iyi düşünce biçimine yöneltebilir. Pazar okulu çocukların iyi yetişmesine yardımcı olur. Vaazı veren ve pazar okulunu yöneten papaz bu amaçları bilir ve bunları sürdürür, ama ilk amacının topluma hizmet olmadığını da bilir. İlk amacı daima, Tanrı'ya hizmettir. Normalde bu konuda bir anlaşmazlık çıkmaz, ama bazen, kilise mütevelli heyeti papazın vaazına karşı çıkıp parasal fonları azaltma tehdidinde bulunduğunda böyle bir sorun uç verebilir. Gerçek bir papaz bu durumda, tehditleri hiç duymamış gibi davranmalıdır. Onun birincil amacı cemaat üyelerine değil, daima Tanrı'ya hizmet etmektir. Akıl kilisesinin birincil amacı, diyor Phaedrus, daima (akılcılık sürecinin ortaya çıkardığı sürekli değişen biçimlerde) Sokrates'in klasik "gerçeğe ulaşmak" amacıdır. Geri kalan her şey bundan sonra gelir. Normalde bu amaç tüm yurttaşların durumunu iyileştirmek konusundaki bina amacıyla çelişmez, ama bazen Sokrates'in kendi davasında olduğu gibi, bazı çatışmalar çıkabilir. Bu çatışmalar, bina için büyük para ve zaman vermiş mütevelliler ve parlementerler, profesörlerin ders notlarının ve kamuya yaptıkları açıklamaların karşısında bir görüşte olduklarında ortaya çıkar. O zaman yönetime baskı yaparak, prefesörler duymak istemedikleri şeyleri söylerlerse parasal fonları kesme tehdidinde bulunurlar. Gerçek bir kilise adamı bu durumda, bu tehditleri hiç duymamış gibi davranmalıdır. Onun birincil amacı her şeyden önce cemaate hizmet değildir. Birincil amacı, aklı kullanarak gerçeğe ulaşma amacına hizmet etmektir. Phaedrus'un, Akıl Kilisesi'yle anlatmak istediği buydu. Bu kavramı derinden duyumsadığına kuşku yok. Phaedrus, sorun yaratan biri olarak nitelenirdi; fakat hiçbir zaman, yarattığı sorunların miktarıyla orantılı olarak sansüre uğramadı. Onu çevresindekilerin öfkesinden kurtaran biraz, üniversitenin düşmanlarına destek olmak istememeleri, ama biraz da onun tüm sorun çıkarmalarının sonuçta kendilerini asla kurtaramayacakları bir yükümlülükten, yani akılcı gerçeği söyleme yükümlülüğünden kaynaklandığını kıskanarak anlamalarıydı.
Sayfa 152Kitabı okudu
·
91 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.