Gönderi

Yine bir Özcan Kıyıcı klasiği ve Türkiye gerçekleri.... -Ben geldim, Bekir. Seninle konuşmaya geldim. Sana geçmişin hesabını sormaya geldim. Sesim o kadar sert bir şekilde çıkmıştı ki dudaklarımın arasından. Ben bile şaşırdım. Bir süre bekledim. Onun bana cevap vereceğini düşünüyordum sanki. --Yine buradayız. Yine bu köydeyiz. İkimizin de doğup büyüdüğü köyde… Mutlu musun, ha. Hep annenle babanın yanına gömülmek istiyordun, değil mi? İşte, istediğin oldu. Umarım buluşmuşsundur onlarla. Belki de sana olan görevlerini layıkıyla yerine getirdiklerini konuşuyorsunuzdur. Öyle ya, seni everdiler, yuvanı kurdular. Çoluk çocuğa karıştırdılar. Daha ne olsun, değil mi? Sanki karşımdaydı. Sanki bir cevap bekliyordum ondan. --Seni everdikleri kişi on üç yaşında bir kız çocuğuydu. Onu kendine nasıl karı yaptın be? Sonra da nasıl insan içine çıktın? Biliyor musun, sen benim hayatımı mahvettin. Ben sana abi diyordum. Bekir abi, diyordum. Kocaman adamdın çünkü. Üstelik de bazı akranlarımın senin yaşında babası vardı. Ya da senin yaşındaki insanların benim yaşımda kızları vardı. Nasıl kıydın bana? Ha… Bunu nasıl yapabildin? Umutlarımı, duygularımı nasıl öldürdün, Bekir? Ben daha çocuktum be. Daha on üç yaşındaydım. Çocuğun yaşındaydım. Eğer ilk evlendiğin kadın sana çocuk verebilseydi benim yaşımda çocuğun olacaktı. İçimdeki fırtına yavaş yavaş beni teslim almaya başlamıştı. Bir yerleri yıkmadan da durmayacaktı. -- Henüz oyun çağındaydım. Ama buna bile hakkımız yoktu bizim. Hele de okumak bizim neyimize… Kız kısmısı okuyup da ne olacak. Otursun evinde iş yapsın, kardeş baksın. Kıçımın üstüne oturamadım ama yine de kimseye yaranamadım. Hiçbir zaman gün yüzü görmedim baba evinde. Sürekli dayak yedim. Bir gün isyan ettim. Beni niye dövüyorsunuz, ben ne yaptım, diye sordum. Senin iyiliğin için, dediler. “Daha iyi yetişmen için…” Ben çok dayak yedim, Bekir. Hepsi de benim iyiliğim içinmiş. İyi yetişmem içinmiş. Demek ki dayaklar işe yaramış ki sizinkiler beni beğenmiş. Baban beni babamda istemiş. Fiyatta anlaşıp beni size satmış. Aynı günün akşamı babam normal bir şey anlatır gibi söyledi. Heyecansız bir şekilde... “Seni Durangillerin Bekir’e verdim.” Önce hiçbir şey anlamadım. Boş gözlerle anama baktım. “Seni everiyoruz, kızım.” dedi. Bunu söylerken de gülümsüyordu. O an ilk aklıma gelen şey; belki orada daha az dayak yerim, oldu. Anam mutluydu. Kızını everiyordu. Babam mutluydu. Namusuma bir şey gelmeden koca evine gidiyordum. Hem bir boğaz eksilmişti. Üstelik para da almıştı. Onun için kârlı bir anlaşmaydı. Bir süre sustum. Aslında içimde biriken öfkeyi bastırmak istiyordum. --Bizim nikâhımızı kıyan o imamı asla affetmeyeceğim. Bana baktığında yaşımın küçük olduğunu söyledi. Sandım ki itiraz edecek. Sandım ki nikâhımızı kıymayacak. “Anasının, babasının rızası var mı?” diye sordu sadece. Bana hiç bir şey sormadı. Sonra da beni davulla, zurnayla senin koynuna soktular. Düne kadar evcilik oynarken bir anda evlilik oyunu oynamaya başladım. Dudaklarım titriyordu. Duygularım öylesine yara almıştı ki. Susmuyordum. Susturamıyordum öfkemi. --O gece… İlk kez baş başa kaldığımız o gece senden çok korkmuştum. Hayatımda ilk kez yabancı bir erkekle yalnız kalıyordum. Yapma diyordum. Yapma. Sen acımasızca yüreğimi yırtıyordun. O zaman baba diye bağırdım. Neden bilmiyorum ama onun adını haykırdım. Sandım ki gelip beni kurtaracak. Sandım ki bu işkence bitecek. Bitmedi. Üstelik daha da arttı. Babam hiçbir zaman gelip beni kurtarmadı. Bedenime o hançer acımasızca saplandı. O anlar gözümün önündeydi. İçim acıyordu. Mezarın üzerinden bir avuç toprak alıp avucumda sıkmaya başladım. İçimdeki öfke dinecek gibi değildi. --Koca koca insanların bile sürdürmekte zorlandığı bu evlilik denen şeyi ben çocuk başıma nasıl sürdürebilirdim. Elbette ki zorlanıyordum. Daha az dayak yerim diye geldiğim evde dayaksız günüm neredeyse hiç yoktu. Baba evine dönmek istedim. Dayanamıyordum artık. Bir gün gizlice gittim. Durumumu babama anlattım. Ağlıyordum. Ama babam dinlemedi beni. Sen artık onların malısın, dedi. Kapıyı yüzüme kapattı. Bir maldım ben babamın gözünde. Parayla satılan bir mal… Bir süre sustum. Öfkemi engelleyemiyordum. Sonra da haykırdım. --Bekir! Babamı görürsen ona selam söyle. Bak, orada yatıyor. Şu ağacın dibinde… Ona hakkımı helal etmediğimi söyle. Beni bu dünyaya getirdi ama acımadan birine sattığı için affetmeyeceğimi söyle. Tamam, fakirdi. Cahildi. Ama ne olursa olsun hiçbir baba çocuğunu böylesine mal gibi satamaz. Satmamalı. Bunun zenginlikle ya da fakirlikle hiçbir alâkası yok. Bunun okumuşlukla ya da cahillikle de alâkası yok. Bunun adam olmakla alâkası var sadece. Eğer bu hayatta bana bir şeyi değiştirmemi isteseler; tek bir şeyi… Yemin ediyorum, babamı değiştirmek isterdim. Bunu ona söyle. Böyle bir adamın kızı olduğum için utandığımı söyle. Yürek Yangınları kitabından Özcan KIYICI Yürek Yangınları ve Tutsak Yürekler İsimli Kitapların Yazarı
·
134 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.