Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

520 syf.
·
Puan vermedi
·
23 günde okudu
Martin Eden Hakkında Münzevi Bir İnceleme
Selam, Dün gece itibarıyla Martin Eden adlı romanı bitirmiş bulunmaktayım. Beklentimi çok düşük tuttuğumdan mıdır yoksa gerçekten de güzel bir kitap olduğundan mıdır-ki ben çok güzel olduğu tarafındayım- ziyadesiyle etkilendim. Tam manasıyla derinlemesine bir inceleme yapmak isterdim fakat öyle bir incelemeye kalkışmak için ne yeteri kadar takatim ne de yeteri kadar sabrım var. Mümkün olduğunca kısa tutmaya çalışacağım. Ucunu kıvırdığım sayfalardan aktaracağım sözlerle ilgili de çıkarımlar yapacağım. Ayrıca sevgili dostum kitabı henüz okumadıysan dibine kadar spoiler içerir, haberin olsun. Kitap ani bir aşk sarsıntısıyla başlıyor. Büyüleyici ve sarhoş edici bir aşk. Sanki Martin o ana kadar yaşadığının farkında değildir ve hayat gayesini bulmuştur. Ruth'u taparcasına sevmek, ona layık olmak için ne gerekiyorsa yapmak... Bu hastalıklı fikir Martin'i öyle bir girdaba düşürür ki içinde bulunduğu ve o güne kadar hiç rahatsız olmadığı alt tabakaya mensubiyetinden ötürü utanma ve iğrenme hisseder. Çünkü Ruth burjuva sınıfına mensuptur. Onlar her şeyin en güzelini bilirler, asildirler, zariftirler, huzurludurlar, zevklidirler, -lerlarler... Ve amiyane tabirle varoş kesim aşağılıktır, cahildir, tiksinçtir, -tırtirtır... Henüz kitabın başlarında cümleleri bile doğru kuramayacak kadar cahil olan Martin, denizciliğe son verip kendisini okumaya adar. Fırsat bulduğu her kitabı okur. Okudukça daha çok okuma isteği oluşur. Öyle bir hale bürünür ki uykuda geçirdiği saatleri kendisi için kayıp olarak niteler, uykuya garez besler. Bu sebeple günden güne akıl almaz ilerleme kaydeder. Normal insanların üniversitede altı ayda öğrenecekleri bilgiyi Martinciğimiz bir-iki hafta gibi kısa sürede öğrenir. Karakterimiz hikaye boyunca öyle bir değişime uğrar ki onu avuçlarımız çatlayana kadar alkışlarken gözyaşlarımızı tutmakta güçlük çekeriz. Günler geçer, aylar geçer. Aşk bacayı iyice sarar. Kırlarda gezinmeler, bisiklet binmeler, Ruth'a duygular şelale tabii! Ruth da Tanrı'nın deli aşığına karşı koyamaz. İlk defa bir adamı sevme cesareti gösterir. Bu süre zarfında ne iş yapacağı, nasıl para kazanacağı üzerine düşüncelere dalan Martin, yazmayı keşfeder. Ve günden güne zihnine ektiği tohumlar hep aynı şeyi haykırır. ''Sen çok büyük bir yazar olacaksın. Paranın dibine vuracaksın. Sefaletten kurtulacaksın. Ruth'a en güzel mücevherleri, kıyafetleri, ihtiyacı olan olmayan her şeyi alabilecek kudrete sahip olacaksın!'' Bir yandan sefaletle, bir yandan cehaletle, bir yandan da insanlarla uğraşır Martinciğimiz. Ağzına günlerce tek lokma koymadığı zamanlar olur, takım elbisesini rehineye bıraktığı zamanlar. Herkes aylaklıkla suçlar onu. Tembellikle, işe yaramazlıkla, asalaklıkla. Halbuki o günde on sekiz saat çalışır. Okur, yazar, okur, yazar... Martin'in zihni sürekli yeni fikirler ve hikayeler yaratır. Yazdığı hikayeleri dergilere, gazetelere gönderir. Seçileceğinden o kadar emindir ki, en fazla bir sene sonra hayal ettiği her şeye kavuşacaktır. Ruth ile evleneceklerdir, ömrünün geri kalanında mutlu mesut yaşayacaklardır. Gel gelelim dergilerden geri dönüş bile yapmazlar. Martin bıkmaz, yorulmaz, yılmaz. Tekrar tekrar gönderir. Yeni hikayeler yazar yine gönderir. Aç kalır ama yazmaya devam eder. Herkes üzerine gelir ama yazmaya devam eder. Çünkü içindeki potansiyelinin farkındadır. Neler başarabileceğinden emindir. Ve sevgili dostum gün gelir, taparcasına sevdiği Ruth bile Martin'i terk eder. Bir baltaya sap olamamış, işe girip çalışmayan, düşüncelerinde çok fanatik, kendi bildiğini okuyan Martin'i sevmekten ve gelecek düşlemekte vazgeçer. Artık bütün yollar kapanmıştır. Açlık içinde ölmek üzereyken... Sevgili dostum, kitabın geri kalan kısmını sürprizi bozulmasın diye yazmayacağım. Şimdi, uçlarını kıvırdığım sayfalardan alıntılar sunacağım. Aynı zamanda da zihnimde oluşturdukları düşünceler hakkında da fikirlerimi paylaşacağım. Kemerlerinizi bağlayınız. Alışılmışlıkların dışında bir inceleme olacağının garantisini verebilirim.Nefesinizi de hazırladıysanız, derin dalışa geçebiliriz. Burası keskin bir yol ayrımı. Derinleşmekten ve yoğunlaşmaktan haz etmeyenler için ayrılmanız gereken yer burası arkadaşlar. ''Mavi hap mı, kırmızı hap mı?'' sorusu tam da burada soruluyor size. Onlarca uyarıyı yaptım ve vicdanım rahat, o halde başlayalım! Şlup. ''Martin merdivenlerden inip caddeye çıktı ve uzun uzun soluyarak ciğerlerine bol bol hava çekti. O ortamda boğulduğu yetmezmiş gibi bir de çırağın hiç durmayan çenesi onu iyice zıvanadan çıkarıyordu. Elini masanın öbür yanından uzatıp Jim'in suratını yulaf lapası dolu tabağa bastırmaktan kendisini alıkoymak için bazen oradan uzaklaşmaktan başka çaresi kalmıyordu. Jim gevezelik yaptıkça Ruth kendisinden daha da uzaklaşıyordu sanki. Böylesine bir sürüye eşlik ederek nasıl o kıza layık biri olabilirdi ki? Yüzleştiği bu sorun onu dehşete düşürüyor, işçi sınıfına mensup biri olmanın ağır yükü altında bunalıp eziliyordu'' (Bir zamanlar benim de taparcasına sevdiğim bir kadın vardı. Martin'in psikolojisini çok iyi anlamamın sebebi aynı şeyleri benim de hissetmiş olmamdan kaynaklanıyor. Ona layık olmak için her şeyi yapmak, ona harika deneyimler yaşatmak isterdim. O yüzden kısa yoldan zengin olmanın çarelerini aradım durdum. Görüldüğü üzere bulamadım. Vaktimi boşa harcadığımda, akşam gelip çöktüğünde ve hayatımda hiç bir şey değişmediğinde, seviyesi düşük insanlarla birlikte vakit öldürdüğümde Martin gibi ben de kadınımın benden uzaklaştığını hissederdim. Ahh be Martinciğim, beni nerelere götürdün böyle!) ''Desene kızlar pek umurunda değil?'' ''Hayır'' diye cevap verdi Martin. ''Eskiden kitaplarla haşır neşir olmadan önce kızların peşinde çok dolaşırdım. Fakat artık pek zamanım yok.'' ''...Ruth'un sanat, doğru tutum ve davranış, Fransız Devrimi ya da eşit oy hakkı üzerine farklı görüşlere sahip olmasının aşkla ne ilgisi olabilirdi. Bunlar zihinsel süreçlerdi, fakat aşk aklın ve mantığın ötesinde, üzerinde bir kavramdı. Martin aşkı küçük göremezdi. Aşka tapıyordu. Aşk dağların tepesinde geziniyor, mantık vadisinin ötesine uzanıyordu. Arınmış ve yücelmiş bir var oluş hali, yaşamın zirvesiydi; nadiren erişilen bir duyguydu.'' (Sevdiceğimizle farklı fikirlerde olmamızın doğallığını ne kadar da güzel anlatmış değil mi? Birbirimizi farklılıklarımızla kabul etmemiz gerektiğini, gerçekten aşıksak taban tabana zıt fikirleri de savunsak, bunun, duygularımızın saf güzelliğini kirletmesine izin vermemeliyiz, öyle değil? Öyle de lütfen, öyle de! Bunlarla birlikte aşk tanımlamalarının derinliği... Aşk var oluşun en görkemli hali. Tüm duyguların zirvesinde. Bir tür kendini kaybetmişlik, mecnunluk, meftunluk, mest-i sarhoşluk hali. Uçabilmek için bir lütuf. Ruhu aydınlatan ve besleyen bir güneş. İçimizi ısıtan ateş.) ''Toplumsal yerleşim üzerine çalışan kadın taklitçi bir papağandan başka bir şey değil. Yemin ederim, onu Tomlinson'un şiirindeki gibi yıldızların arasına fırlatsan kafasının içinde tek bir özgün düşünce bulamazsın.'' ''Dediğim gibi, geçmişte, üst tabakaya mensup erkeklerle kadınların zeki, parlak insanlar olduğunu düşünürdüm. Ama şimdi, onları bu kısa sürede tanıyabildiğim kadarıyla çoğu bende bir budala sürüsü izlenimi bıraktı; Geri kalanların yüzde doksanı da can sıkıcı tipler. Ama bir de Profesör Caldwell var tabii. O farklı, o tepeden tırnağa, beyninin her zerresiyle, tam bir adam.'' (Eveeeet, şimdi geldiiiik, bam telineee! Sanırım Martin Eden'in etkisinde kaldığımdan ve birazcık da ona benzediğimden ötürü, müsaadenizle bir kaç çift kelam etmek istiyorum. Söylemeden geçemeyeceğim. Günümüzde kendisini feminist olarak tanımlayan bazı kadınlar, artık öylesine ileri gitmeye başladı ki, en zararsız cümleleri dahi cinsiyetçilikle yaftalamak ve sürekli olarak karşı saldırı için bahaneler üretmekteler. Evet bu gerçekten çok yazık ve çok acı. Bu beyinlerin bilinçaltında yatan büyük travmalar olduğunu düşünüyorum. Değersiz, sevgisiz, aşağılanarak geçirdikleri çocuklukları; sürekli olarak azarlanan, bağırılan, özgürlükleri kısıtlanan, hayatı doyasıya yaşama şansı sunulmayan bu kız çocukları artık büyüdü ve özgürlüğü keşfetti. Eşitliği, adaleti, insan olmanın getirisi doğal haklarını. Artık bir santim bile ezilmek istemiyorlar, en basit bir ifadeyi dahi yanlış algılayabiliyorlar. Bunun da bir türlü tedavi edemedikleri travmaları yüzünden kaynaklandığı muhakkak. Zira erkek de kadın da farklı yaratıklar. İkisinin de kendisine has farklı özellikleri, tarzı, düşünceleri, güzellikleri var. İşin en trajikomik yanı bu tür şeylere uzak olduğu halde-yani sevgi dolu bir çocukluk geçirmiş, özsaygıya sahip sağlıklı kadınlardan bahsediyorum- hemcinslerinin, her an bu nefret ve alınganlık psikolojisine maruz kaldıklarından ötürü, şaşkınlık ve endişeyle onlara benzemeye çalışan güzel ruhlu kadınlar. Kitabı okurken savunma içgüdüsü geliştirip ''Adam demiceksin, insan diceksin!'' tarzında bir tepkiyi istemsizce yapanlar ya da yapmak zorunda hissedenler. Eyyy güzel kadınlar, lütfen ama lütfen bu hastalıklı düşünceden uzak durunuz! Birlikte yaşamanın, insana insan olduğu için saygı duymanın gerekliliğini tartışmaya bile lüzum yok, elbette biz erkekler olarak buna inanıyoruz. Ancak, ezilmişleri örnek gösterip kendi egosunu tatmin etmek isteyen, kadının eşitliğini savunurken terazinin topuzunu kaçırarak kadının üstünlüğüne dönüştüren hastalıklı düşüncelere siz karşı durmazsanız, biz hiç karşı duramayız. Bu tür şeylere pirim vermeyin, daha güzel bir toplumda yaşayabilmemiz için her şeyin aşırısından kaçınmamız ve dengeyi tutturmamız çok mühim. Zira geçen gün 1000kitap'ta acayip derecede tuhaf bir paylaşıma denk geldim. Queen Gambit kitabıyla ilgili ciddi bir yayınevinin paylaşımıydı. Tam cümleyi hatırlamıyorum, keşke ss alsaymışım diyorum şuan. Kitabın çevirisi Vezir Gambiti ya, hemen bir cinsiyetçilikle ilgili paylaşım. Neymiş işte gösterdin onlara kadın halinle, eril dile karşı direndin falan fıstık. Ya Allah'ım yapmayın şunu lütfen yahu! Altına yorum yazacaktım, etkileşimim az olduğu için yazamadım. Arkadaşlar Queen İngilizcede Kraliçe demek, Kraliçe! Böylesine cahilce bir yaklaşım olabilir mi Allah aşkına! Napalım şimdi, bu kadın dili diyerek biz de atağa mı geçelim? Siz toplumu şekillendirecek konumdayken nasıl oluyor da sabahtan akşama kadar televizyon izleyip tüm hayatını arkadaşlarıyla dedikodu yapmak üzerine kurmuş bir kadın ağzıyla yazabiliyorsunuz!? Yapmayın arkadaşlar, yapmayın. Çünkü bunları yaptığınız müddetçe kitapta Martin'in kardeşi Marian'a benziyorsunuz. Marian ne demişti hatırlayalım mı o halde? Haydi bakalım) Martin de, ''Neden akrabalarından ya da erkek kardeşinden utanç duyarmış gibi konuşuyorsun, Marian?'' diye çıkıştı. Marian hiç düşünmeden, ''Utanç duyuyorum zaten,'' diye söyleyiverdi. Martin, Marian'ın gözlerindeki kederli gözyaşlarını görünce afalladı. Marian numara yapmıyordu, içinde bulunduğu ruh hali her ne ise gerçekti. ''Fakat Marian, neden Hermann kız kardeşimle ilgili şiir yazmış olmamı kıskansın?'' ''Kıskanmış filan değil,'' dedi Marian hıçkırarak. ''Hermann şiirlerinin edepsiz, müs... müstehcen olduğunu söylüyor.'' Martin duyduklarına inanamayan bir havada, alçak sesle uzun bir ıslık çaldı, ardından El Falcısı'nın nüshasını çıkarıp okumaya başladı. En sonunda da el yazmasını Marian'a uzatarak, ''Anlayamıyorum,'' dedi. ''Kendin oku ve sana müstehcen gelen bir yer varsa bana da göster - müstehcen demiştin değil mi?'' Marian, tiksinti dolu bir bakışla kağıdı eliyle iterek,''Hermann öyle diyor ve o doğruyu bilir,'' diye cevap verdi. (Bu konuyu, bu alıntıyı vererek kapatıyorum.) ''Sen de diğerlerinden farksızdın genç adam,'' diye sırıttı Martin. ''Ahlakın ve bilgin onlarla aynı düzeydeydi. Kendi adına düşünüp hareket etmedin. Kıyafetlerin gibi fikirlerin de basmakalıptı; eylemlerin yaygın kanıya, çoğunluk tarafından kabul gören doğrulara göre şekillendi.'' (Martin'in dönüşümünü fark ettiği anlardan bir tanesi. Büyük bir hazla okudum. İnsanın kitaplarla salt kitaplarla yaşadığı evrimi, önceki halinde mensubu olduğu kitleden artık geri dönülemez bir şekilde ayrıştığının hazzı. Kalabalığa dahil olamamak, kendi yolunda sağlam adımlarla ilerlemek ve onları geride bıraktığını görmek. Sürekli değişim, sürekli gelişim ve ruhsal evrim halini yaşayabilmek. İyiye, daha iyiye doğru. Mükemmele, muhteşeme doğru uçmaya çabalamak. Muhakkak biliyoruz ki o yere asla varamayacağız. Fakat o yere varabilmek için yürümek, koşmak, uçmak tarifsiz bir haz yaratıyor ruhumuzda...) ''Bu şüphesiz senin ilk aşkın, gelip geçici gençlik sevdan; fakat Güzellik'in hatırına, gelecek sefere daha zevkli bir seçim yap. Senin o burjuva kızıyla ne işin var Allah aşkına? Onları kendi haline bırak. Kendine şöyle müthiş, aklına eseni yapan, ateşli, hayata gülen ve ölümle dalga geçen, aşkını doya doya yaşayan bir kadın bul. Öyle kadınlar gerçekten de var ve seni, burjuva değerleriyle sarmalanıp muhafaza edilmiş bir yaşamın pısırık mahsulleri kadar gönülden severler.'' (Brissenden'in efsane tiradı! Tarif ettiği kadının güzelliğine bakar mısınız? Ne acı ki, bu kadınların türlerinin tükenmekte olduğunu tartışmasız herkes kabullenecektir. Kim bilir belki de biz erkekler tüketmişizdir. Onlara hak ettikleri sevgiyi, değeri gösteremeyerek; aşkı ve şefkati hissettiremeyerek; saygınlıklarını, onurlarını, gururlarını hiçe sayarak... Bayağı, basit, hafif kadınların verecekleri anlık hazza aldanıp, o güzel ruhlu kadınlardan vazgeçerek. Hey yavrum Brissenden, artık kadınlar kanatlarını materyalizmin bataklığına kaptırdı. Bütün ömürlerini maddenin peşinde tatminsizlik içinde tüketecekler. Onları hak etmeyen erkeklerle yaşlanacaklar. Hak eden erkekler mi? Onlar da fahişelerin gözlerinde aşkı arayacaklar.) Sevgili dostum, şuan fark ediyorum ki eğer kitap inceleme yazmaya karar verdiysen ve zihnin benim gibi ufacık bir çağrışımdan çeşit çeşit senaryolar kuracak kadar hassas ise iki kere düşünmeni tavsiye ederim. Daha eklemek istediğim onlarca alıntı ve bende çağrıştırdıkları ile ilgili söylenecek sözlerim var. Lakin şimdiden dört sayfayı bulduğu ve ilk incelememi okuyacak olanları daha fazla sıkmak istemediğimden mütevellit yavaş yavaş bitiriyorum. Martin Eden'i okumam için bana armağan eden Sevgili Dostum Adnan'a teşekkürleri borç bilirim. Martin, hayatımın hangi döneminde olursa olsun hatırıma düştüğünde bende iz bırakan kitaplar arasında yer alacak. Buraya kadar okuma tahammülü gösterebilmiş insanların yüreklerinden öpüyorum. Yakın zamanda görüşmek dileğiyle. Sağlık, mutluluk ve huzur dilerim. Barış ve sevgi ile...
Martin Eden
Martin EdenJack London · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202391,7bin okunma
·
974 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.