Gönderi

393 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Henüz daha ortaokulun başlarındayken Truva’nın hikayesini kısaca anlatan bir kitap sayesinde Yunan mitolojisi ile tanışma imkanı buldum ve o dönem bu konu hakkında bir şeyler araştırmaya başladım. Mitolojiyi sevdiğimi her zaman biliyordum çünkü zaten fantastik dünyalara bayılarak büyümüştüm ve mitoloji de benim için tüm bunların esin kaynağı olduğunu düşündüğüm ve sonsuz bir olay döngüsü içerip keşfetmemi bekleyen bir maceralar diyarıydı. Bu nedenle uzun zaman sonra elime mitolojik bir roman alıp okumak beni hem o günlerime götürdü hem de bu konunun üstüne daha çok düşme isteği ve merakı uyandırdı. Öncelikle daha önce bu destansı savaşa daha çok Troyalıların tarafından baktığım için bu sefer Yunan safında olan bu iki kahramanımızın hikayesini okumak bana farklı bir bakış açısı kazandırdı. Kitabımız ana karakterlerimizden olan Patroklos’un gözünden anlatıyor. Akhilleus’un yoldaşı, arkadaşı, birlikte büyüdüğü kişi ve gerçekte kesinliği bilinmese de sevgilisi. Prens olarak başlayıp dışlanarak büyüdüğü hayatında bir gün yanlışlıkla bir çocuğun ölümüne yol açıyor ve Kral Peleus’un yani Akhilleus’un babasının şehrine sürgün ediliyor. Bu şekilde yolları Akhilleus ile kesişiyor. Neslinin ve o zamana kadar yaşayanların arasındaki en güçlü savaşçısı olacak olan Akhilleus. Bir tanrıça ve merhametli bir kraldan doğan Akhilleus da bir prens. Kendine bir sebepten dolayı Patroklos’u yakın görüp yoldaş olarak seçiyor ve böylece ikili bu andan itibaren beraber büyümeye başlıyorlar. Kitabın daha ilk cümleden sizi olayın içine çeken ve merak ettiren akıcı bir dili var. Okuması çok zevkli. Mitolojik ögelerin de açıklanarak ilerlenmesi de mitoloji hakkında yeterli bilgisi olmayanların bile bence kolaylıkla okuyabileceği türden. Yine de zaten kitabın sonunda kimin kim olduğunu anlatan bir yazı var ama bazı cümlelerden dolayı kitabın sonu hakkında da bilgiler verebildiği için okurken sürpriz olmasını isteyenler için pek iyi bir tercih olmayabilir. Ben daha önce duyduğum ilgiden dolayı savaşın sonunu ve kahramanların başına gelecekleri az çok biliyordum ama yine de bazı unuttuğum yerlerin olması ve bunları bir bütün halinde görmek, bu sona nasıl gidileceğini okumak çok zevkliydi. Özellikle son sayfalarda hissettirdiği üzüntü, sinir ve keder duyguları zaman zaman durup bu noktaya nasıl geldiklerini kafamda sorgulamama neden oldu. Birçok güzel detay vardı ve bu detayları unutmak hiç istemiyorum. Odysseus karakterini de sevdim. Her ne kadar kralın tarafında olsa da zekası ve kurnazlığı yüzünden hoşuma giden bir karakterdi. Briseis karakteri de güzel işlenmişti. Mitolojide Akhilleus’un sevgilisi olarak geçiyordu ve bu kitapta böyle olmayıp onun yerine kurguya uyması için farklı bir şekilde uyarlanıp olay akışının bozulmadan anlatılması hoştu. Gelelim biraz da kitabı okuyanlar için olan bölüme. Thetis’in sonda yaptığına her ne kadar minnettar olsam da yaşananların bir kısmı onun da suçuydu. Özellikle yetiştirdiği çocuğun kibri yüzünden saçmalaması ve acımasızlığı son sayfada yer alan acıklı olayların üzerine beni sinir edip duygu karmaşası yaşattı. Başta ne kadar oğlunu korumak için yaptı desem de yıllar içinde Patroklos’a karşı değişmeyen tavırları çok sinir bozucuydu. Aynı şekilde bu inadının oğlu Akhilleus’a geçtiğini görmek ve onuru korumak için savaşmayı kabul etmemesi ve bunun karşısında Patroklos’un çaresizliği beni mahvetti. Nitekim de bu olay sonucunda olay ona oldu ve Akhilleus’un gururunu ve hayatını korumaya çalışırken öldü ama Akhilleus’un acısı öyle büyüktü ki ona kızamadım bile. İkilinin aşkının önce arkadaşlıktan başlaması, beraber büyümeleri, mağarada geçirdikleri günler, birbirlerine kızmayı bile bilemeyecek kadar duydukları sevgi ve ne olursa olsun her daim karşılıklı destekleri ve yaptıkları her şeyin iki tarafı da düşünerek yapılması ortaya o kadar güzel bir ilişki getirmişti ki son sahnede birbirlerine ölü de olsalar kavuşmasalardı bu kitap benim için çok daha acı bir şekilde biterdi. O detay her ne kadar artık hayatlarını geri getiremeyecek olsa da en azından ruhlarının beraber olduğunu bilmek biraz olsun içimi rahatlattı. Patroklos’un tasvirleri bile aşkının o kadar büyük bir kanıtıydı ki bence bir noktadan sonra birbirlerine çok farklı bir bağla bağlanmalarını sağladı. Başta babası tarafından yetersiz görülmesi ve sevgisiz büyümesi onun için o kadar yaralacıydı ki neyseki bu onda olumsuz özelliklere dönüşmedi ve Akhilleus’ta karşılık bulduğu sevgisi onu merhametli ve aşkı, arkadaşı için her şeyi yapabilecek, aynı zamanda da yardıma ihtiyacı olanların yanında olabilecek harika bir karaktere dönüştürdü. Belki savaşmak da çok yetersizdi ve o anlamda en iyisi olmasa da kehanette ve Briseis’in dediği gibi o askeri anlamdan uzak halkının en iyisiydi. Keşke Thetis, onun oğluna verdiği ve oğlunun da ona verdiği değeri Patroklos mezarında anılarını anlatmadan önce onlar yaşarken de fark edebilseydi. Belki o zaman her şey farklı olabilirdi. Gerçi ortada belirlenmiş bir kader ve ölüm hükmü vardı ama yine de ufak tefek şeyler değişebilirdi. Söylemeden geçemeyeceğim. Kral Agamemnon da ayrı sinir bozucu bir karakterdi. Saçma sapan onur anlayışı ve sonsuz bir üstünlük kurma isteği yüzünden birçok insanı ve kahramanlarımızı ölüme sürükledi. Kısaca özetlersem kitabı çok beğendim. Özellikle okuma alışkanlığımı yeniden kazanmaya çalıştığım bu dönemde çok iyi geldi. Aradan zaman geçince tekrar okumak isteyeceğimi düşünüyorum çünkü şimdiden bittiği için içim çok buruk. Kesinlikle tavsiye ederim.
Akhilleus'un Şarkısı
Akhilleus'un ŞarkısıMadeline Miller · Everest Yayınları · 201313,7bin okunma
·
161 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.