Kıskançlık çeker yalanın acısını ve görür sakladığından fazlasını
Marcel Proust Kayıp Zamanın İzinde serisinin yazarı..
Aslında yazacaklarım inceleme ifade etmez .
Seriyi okumuş olmama rağmen inceleme yazma yeterliliğinde hissediyorum kendimi..
Yazar ve eserleri için inceleme yazmak bana göre daha akademik bir bilgi gerektiriyor.
Kıskançlık* kitabı için söyleyeceğim yazarın Mahpus* eserinin bir bölümü..
Eser, yazarın aşık olduğu Albertine ile karşılıklı mahpus oldukları hayatlarında birbirlerini sınama, sahiplenme eğilimleri, kıskançlığı besleyen kaynaklar,
vb psikolojik gözlem; yer, kişi tahlilleriyle özellikle de duygu tahlili ile seriyi okuyanlara bir hatırlatma mahiyetinde ..
Ve yazarla tanışmak için de ideal bir başlangıç eseri niteliğinde..
Yani Marcel Proust ile tanışmak isteyenler bu eseri başlangıç eseri seçebilirler.
Marcel Proust okuma sürecimde hatrı sayılır alıntılar paylaştım.
Merak edenler göz atabilirler eserleri hakkında fikir sahibi olmak için..
Ebebiyat severlerin bir gün muhakkak tanışmak isteyeceğini bir yazar Proust..
... rezilce çırpındığı bir mücadeleyi fazla uzatmayana ne mutlu!...
Tamamıyla sahip olamadığımızı severiz ancak.!
Gariptir ki ilk aşk, yüreğimizde bıraktığı kırgınlıklarla sonraki aşkların yolunu açsa da belirtilerin ve çekilen acıların özdeşliği üzerinden olsun, bunlara bir çare bulma imkânı sunmaz bize.
Bir pasaj ile bitiriyorum.
Neden sonra buz kesmiş halde geri dönüp yorganın altına girdim ve tüm gece ağladım.
____
Her dakika beni Albertine'in iyi geceler dileğine daha da yaklaştırıyordu ve sonunda o dilek geldi. Ancak o gece onun kendi varlığından soyutlanmış ve benimle de buluşmayan öpücüğü beni öyle bir kaygıya sürüklemişti ki kalbim çarparak kapıya doğru ilerleyişini izlerken şöyle düşünüyordum: "Onu geri çağırmak için bir mazeret uydurmak, yanımda tutmak, barışmak istiyorsam acele etmeliyim, odadan çıkmasına son birkaç adım kaldı sadece, son iki, son bir, kolu çeviriyor, açıyor, çok geç, kapıyı ardından çekti!" Ancak yine de çok geç değildi belki. Tıpkı bir zamanlar Combray'de, annem beni öpücüğüyle avutmadan gittiğinde olduğu gibi Albertine'in ardından atılmak istiyordum, onu bir daha görmeden huzura eremeyeceğimi, bu bir kez daha görüşün şimdiye dek hiç olmadığı kadar muazzam bir şeye dönüşeceğini ve bu üzüntüden tek başıma sıyrılmayı başaramazsam belki de gidip Albertine'e yalvarmak gibi utanç verici bir alışkanlığa kapılacağımı hissediyordum. Yataktan fırladığımda o odasına varmıştı bile, çıkıp da beni çağırır umuduyla koridoru ileri geri arşınladım, usulca seslenir de duyamam korkusuyla kapısının önünde kıpırtısız bekledim, bir anlığına odama dönüp acaba şansıma sevgilim sanki eksikliğini çekmesinden endişe etmiş gibi davranabileceğim, onun odasına gitmeye bahane edebileceğim mendildir, çantadır, bir şey bırakmış mıdır diye bakındım. Hayır, hiçbir şey yoktu. Tekrar dönüp kapısının önünde dikildim. Ama artık aradaki yarıktan ışık sızmıyordu. Albertine ışığı söndürmüş, yatmıştı; bense orada, kim bilir hangi doğmayacak fırsatın umuduyla kıpırtısız duruyordum. Neden sonra buz kesmiş halde geri dönüp yorganın altına girdim ve tüm gece ağladım.
Combray da uykudan önce annesinden iyi geceler* öpücüğü beklerken kalbindeki tarifsiz sızıları bize de hissettiren yazarı hep özleyeceğim.
İyi okumalar dilerim. Yazarla tanışmanız dileğimle..