Leyla Erbil’den okuduğum ikinci kitap. Yahu ben bu kadını nasıl daha önce okumadım serzenişlerine “iyi ki Türkçe biliyorum da Leyla Erbil okuyorum” sevinci karıştı.
Bu kitap, aksi mi aksi bir kadının kaleminden, onlarca dilde “ben” nakaratıyla söylenen bir şarkı..Aynalarda kendini göremeyen kadınlar söylüyor şarkıyı..Ve Leyla Erbil, belki yazarken çok istediği için şu kırık bacaklı sallantılı düzeni yıkmayı, cümlelerini devire devire eşlik ediyor şarkıya. Buyurgan değil belki ama eli belinde satırlar döküyor avuçlarımıza. Avuçlarımız dolu dolu kalkıyoruz kitabın başından.
Başkarakterimiz Zenime, “Hayatından bıkmış koltuklar, başeğmiş kapılar, baygın düşmüş eşikler ve isyana hazırlanan kitaplar..” la dolu bir evde, elinde hırçın, kışkırtıcı, sivri bir kalemle yazan bir yazar.
Zenime’nin sayfalarında bodur şövalyeler, erkeklik organı biçiminde kılıçlar çizili. Bir savaşı tasvir ediyor Zenime bize.
Avcı erkek, av kadın. Tanrı erkek, kul kadın. Yüce erkek, alçalmış, kıstırılmış, kapatılmış, sindirilmiş kadın. Tarihin en uzun ve en alçak savaşı.
Zenîme’nin, kadının kimliğini bulamamasına, yok sayılmasına inat, birçok dil ve dinde ‘ben’ kelimesini nakarat gibi tekrarladığını görürüz. En’âm, ah’âm, es’em..Ben..Ben..Ne zor kendini bulamamak, nereye ait olduğunu bilememek. “Onlardan da değilsin sen, sen hiçbir yere ait değilsin, aitsiz kimliksin sen, “Aitsiz Kimlik!” der kendine Zenime. Sonra yine ekler: Ben.
Kitabın en güçlü metaforu aynadır. Zenime aynada kendini göremez. “Baş eğmiştin bulantının sonuçlarına, sessiz sedasız, belleğinin bir gözünde saklı bireyi taşıyarak başlamıştın yeniden yaşamaya dünyamızda Pessoa gibi!” der. Sartre’nin Bulantı’sına ve Fernando Pessoa’ya gönderme yapar. Pessoa, ki Portekizce’de “hiç kimse” dir. Tıpkı Zenime’nin Türkçe’de “köksüz” olması gibi.
Kelimelerle ustaca oynar, onları bilinç akışı tekniğinin içinde eritir Leyla Erbil. Postmodern roman tekniğiyle Cüce’den yüce çıkarmayı başarır. Ve bu kitap feminist edebiyatın kült eserlerinden biri olmanın hakkını verirken, siyasetten medyaya, tüketim kültürünün pespayeliğine kadar pek çok konuya dobra dobra kılıç sokup çıkarmanın da örneklerinden biri olur.
“koşma cüce, koşma duramazsın,
güneş gelince, gölgeni bulamazsın...”
Cüce.. “Binlerce yıldır dünyanın rahmini elinde tutan o buyurgan ve nobran erkek sesin” sahibi. Cüce
Franz Kafka ‘nın “sakatlayan hadım eden, alt edilmek korkusuyla delice geberten baba” sı. Cüce erkek egemen sistemin Leyla Erbil’in kaleminin ucunda bodur bırakılmış timsali. Beter ol! :))
Şimdi soru şu: Orta Dünyanın Zeus’u Aule’nin cüceleri yaratırken, kadın cüceleri de erkeklere benzetmesi niyeydi acep? Onlar da aynalara baktığında erkekleri mi görüyorlardı? Ve İlluvatar ona kızıp “yarattığın şeylere bir çivi bile çakmayacağım” demeseydi acaba dünya başka bir yer olur muydu?
Leyla Erbil ’in Zenime’ye söylediklerini ben de ona söyleyeyim. “Toprağına yıldızlar, ateşböcekleri, güneşler yağsın.” E mi?
CüceLeyla Erbil · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 2019599 okunma