Gönderi

Kısa süreli ve uzun süreli hafıza
Şu ya da bu zamanda hepimizin başına gelmiştir. Bir odada bir şey yapıyorsunuzdur ve aniden başka bir odaya gidip bir şey almanız gerektiğini fark edersiniz. Yolda bir şey dikkatinizi dağıtır. Radyodaki bir melodi, geçerken size komik bir şey söyleyen birisi ya da izlediğiniz dizideki aklınızı kurcalayan bir ayrıntıyı pat diye çözüvermek. Her neyse, hedefinize ulaşırsınız ve aniden, neden buraya gelme kararı verdiğiniz hakkında hiçbir fikriniz yoktur. Hayal kırıklığına uğratan rahatsızlık verici bir şeydir bu, zaman tüketir; beynin belleği işlemesinin şaşırtıcı şekilde karmaşık yönteminin sayısız garipliğinden biridir. Çoğu kişi için insan belleğinin en tanıdık bölünüşü kısa süreli ve uzun süreli bellek arasındadır. Bunlar ciddi şekilde farklılık gösterir ama hâlâ birbirlerine bağımlıdırlar. İkisi de uygun şekilde adlandırılmıştır; kısa süreli hatıralar en fazla bir dakikaya yakın korunur, uzun süreli hatıralarsa tüm hayatınız boyunca sizinle kalabilir ve kalır. Önceki günden ya da bir iki saat öncesinden bir şeyin saklandığı yeri “kısa süreli bellek” olarak adlandıranlar hatalıdır; bu uzun süreli bellektir. Kısa süreli bellek bilgiyi uzun süre saklayamaz ama bilginin güncel ve bilinçli olarak ele alınışıyla ilgilenir; özünde o anda düşündüğümüz şeylerle. Bunlar hakkında düşünebiliriz çünkü kısa süreli belleğimizdedirler. Uzun süreli bellek düşünmemize yardımcı olacak çok miktarda veri sağlar ama gerçekte düşünmeyi yapan kısa süreli bellektir. (Bu nedenle, kimi sinirbilimciler “çalışan” bellek demeyi tercih eder, bu özünde kısa süreli bellek artı birkaç fazladan süreci içerir, bunları birazdan göreceğiz.) Kısa süreli belleğin kapasitesinin ne kadar uzak olduğunu görmek çoğu insanı şaşırtacaktır. Mevcut araştırmalar ortalama kısa süreli belleğin belli bir anda en fazla dört “unsur” tutabileceğine işaret eder. Birisine ezberlemesi için bir sözcük listesi verilirse, sadece dördünü hatırlaması beklenir. Bu sonuç, insanların daha önce gördükleri bir listeden sözcükleri ya da unsurları hatırlamaları istenen sayısız deneye dayanır, ortalama olarak hatırlananların sayısı kesinlikle dörttür. Uzun yıllar boyunca kapasitenin yedi (iki eksik ya da fazla) olduğuna inanılıyordu. Buna “sihirli sayı” ya da “Miller yasası” adı verilmişti, zira George Miller’ın 1950’lerdeki deneylerinden çıkarılmıştı. Ancak geçerli hatırlamaların ve deney yöntemlerinin daha incelikli hale getirilmesi ve yeniden değerlendirilmesi, o zamandan bugüne gerçek kapasitenin dört unsur olduğunu gösteren veriler sunmuştur. “Unsur” gibi belirsiz bir terimin kullanılması sadece benim yetersiz araştırmamdan kaynaklanmıyor (sadece o değil); aslında kısa süreli bellekte neyin unsur olacak kabul edileceği ciddi farklılık gösterir. İnsanlar sınırlı kısa süreli bellekleriyle baş etmek ve mümkün depolama alanını artırmak için stratejiler geliştirmiştir. Bunlardan biri “istifleme” adı verilen süreçtir, burada değişik şeyler tek bir unsur ya da “istif” meydana getirecek şekilde gruplanır, böylece kısa süreli bellek kapasitesi daha iyi kullanılır. Eğer “kokuyor”, “annen”, “peynir” ve “senin” sözcüklerini ezberlemeniz istenseydi, bu dört sözcük ederdi. Ancak “senin annen peynir kokuyor” cümlesini ezberlemeniz istense bu tek bir unsur ve deneyi yapan kişiyle muhtemel bir kavga olurdu. Buna karşılık uzun süreli bellek kapasitesinin üst sınırını bilmiyoruz, çünkü kimse onu tamamen dolduracak kadar uzun yaşamadı, söyleyebileceğimiz şey aşırı büyük bir kapasitesi olduğudur. Öyleyse kısa süreli bellek neden bu kadar sınırlı? Kısmen, sürekli kullanımda olduğundan. Uyanık olduğumuz her anda (ve bazı uyku anlarında) bir şeyleri deneyimliyor ve onlar hakkında düşünüyoruz, bu da bilginin korkunç yüksek bir hızla gelip gittiği anlamını taşır. İstikrar ve düzen gerektiren bu akış uzun süreli depolamaya gelmez. Tüm kutularınızı ve dosyalarınızı kalabalık bir havaalanının girişinde bırakmaya benzer. Başka bir etken de kısa süreli belleğin “fiziksel” temelinin olmamasıdır; kısa süreli bellek nöronların özgül örüntülerinde depolanır. Netleştirelim: “Nöron” beyin hücrelerinin ya da “sinir” hücrelerinin resmi adıdır ve nöronlar tüm sinir sisteminin temelidir. Her biri aslında çok ufak birer işlemcidir, kendisine yapı sağlayan hücre zarları arasında, elektriksel biçimi altında bilgi alma ve üretme yeteneğine sahiptir, aynı zamanda diğer nöronlarla karmaşık bağlantılar da yaratabilirler. Kısa süreli bellek de ön loptaki dorsolateral alın korteksi gibi sorumlu bölgelerdeki nöron faaliyetine dayanır. Beyin taramalarından biliyoruz ki daha karmaşık “düşünme” işinin çoğu ön lopta gerçekleşir. Bilgiyi nöron faaliyeti örüntüleri şeklinde depolamak biraz sorunludur. Kapuçinonuzun üstündeki köpüğe alışveriş lisesi yazmaya benzer; teknik olarak mümkündür, çünkü köpük sözcüklerin şeklini bir süre koruyacaktır ama uzun süreli değildir, dolayısıyla da pratik anlamda depolama için kullanılamaz. Kısa süreli bellek hızlı işlemler ve uygulamalar içindir ve sürekli akan bilgi nedeniyle önemsiz her şey ihmal edilir, üstüne yazılır ya da kaybolup gitmesine izin verilir. Bu hatasız bir sistem değildir. Sıklıkla bazı meseleler, “Buraya neden geldim ki?” durumunda olduğu gibi daha ele alınamadan kısa süreli belleğin dışına atılır. Ayrıca kısa süreli bellek aşırı yüklü hale gelebilir, yeni bilgi ve taleplerin bombardımanı altında herhangi bir şeye odaklanamayabilir. Bir ana baba gününün ortasında (örneğin bir çocuk partisinde ya da karmaşık bir iş toplantısı sırasında) herkes kendisini dinletmek için bağırırken birisinin aniden, “Buna devam ederseniz nasıl düşünebilirim!” diye isyan ettiğine şahit oldunuz mu? Tam da olup biteni anlatır; kısa süreli bellek tüm bu iş yüküyle baş etme kapasitesine sahip değildir. Beklenen soru: Düşünmemizin gerçekleştiği kısa süreli bellek bu kadar sınırlı bir kapasiteye sahipse, herhangi bir şeyi yapmayı nasıl başarıyoruz? Neden hepimiz oturup bir elimizde ne kadar parmak var diye saymaya çalışmıyoruz? Şansımıza kısa süreli bellek uzun süreli bellekle bağlantılıdır, bu da kısa süreli belleğin üstünden epey yük alır. Profesyonel bir çevirmeni düşünün; uzun ve ayrıntılı bir konuşmayı bir dilden dinlerken aynı anda başka dile çeviren birisini. Kısa süreli belleğin baş edebileceğinden kesinlikle fazla bir yük. Aslında değil. Eğer birisinden o dili öğrenirken gerçek zamanlı çeviri yapmasını isteseydiniz, bu büyük bir talep olurdu. Ama dillerin sözcükleri ve yapıları zaten çevirmenin uzun süreli belleğinde depolanmıştır (beynin dile ayrılmış bölgeleri bile vardır). Kısa süreli bellek sözcüklerin düzeni ve cümlelerin anlamlarıyla ilgilenmek zorundadır ama bunun üstesinden gelebilir, özellikle de biraz pratik kazanınca. Ve bu kısa süreli-uzun süreli etkileşimi herkes için aynıdır, her sandviç istediğinizde sandviçin ne olduğunu öğrenmek zorunda değilsinizdir ama mutfağa gidene kadar sandviç istediğinizi unutabilirsiniz. Bilginin uzun süreli belleğe gönderilmesinin çok sayıda yolu vardır. Kısa süreli bellekteki bir bilginin uzun süreli belleğe gidebilmesini bu bilgiyi bilinçli bir şekilde tekrar ederek sağlayabiliriz, örneğin önemli bir telefon numarası gibi. Hatırlayacağımızdan emin olmak için bunu kendi kendimize tekrar ederiz. Buna ihtiyaç vardır, çünkü uzun süreli bellek, kısa süreli bellek gibi anlık aktivite örüntülerinden oluşmaz, sinapslar tarafından desteklenen, nöronlar arasındaki yeni bağlantılara dayanır; hatırlamak istediğiniz şeyleri tekrar ederek bilginin düzenlenişini güçlendirebilirsiniz. Nöronlar, ahtapota benzeyen kablolar ağındaki elektrik akımı gibi, bedenden beyne ve beyinden bedene bilgi aktarmak için “eylem potansiyeli” olarak bilinen sinyaller taşır. Tipik olarak, zincir şeklindeki çok sayıda nöron bir siniri meydana getirir ve bir noktadan diğerine sinyal taşır, böylece herhangi bir yere ulaşmak için sinyallerin bir nörondan diğerine seyahat etmesi gerekir. İki (ya da daha fazla) nöron arasındaki bağlantıya sinaps denir. Bu doğrudan fiziksel bir bağlantı değildir, bir nöronun ucu ve diğerinin başı arasındaki çok küçük bir boşluktur (işleri daha da karıştırırsak aslında çoğu nöronun birden fazla başlangıç ve bitiş noktası vardır). Eylem potansiyeli sinapsa vardığında, zincirdeki ilk nöron nörotransmitter olarak bilinen kimyasalları sinapsa salar. Bunlar sinaps içinde hareket eder ve alıcılar vasıtasıyla diğer nöronun zarıyla etkileşime geçerler. Nörotransmitter alıcıyla etkileştiğinde bu nöronda başka bir eylem potansiyeli meydana getirir, bu da bir sonraki sinapsa doğru seyahat eder vb. İleride göreceğimiz gibi değişik türlerde nörotransmiterler vardır; pratikte beynin her türlü faaliyetinin temelinde dururlar ve türlerine göre nörotransmiterlerin özel rolü ve fonksiyonu vardır. Aynı zamanda her bir nörotransmiteri tanıyan ve onunla etkileşime geçen özel türden alıcılar vardır; bu sadece doğru anahtar, şifre, parmak izi ya da retina taramasıyla açılabilen güvenlik kapılarına benzer. Sinapsların beyinde gerçek bilginin “tutulduğu” yer olduğuna inanılır; nasıl ki sabit diskteki belli bir 1’ler ve 0’lar dizisi belli bir dosyayı temsil eder, özel bir bölgedeki özel bir sinaps topluluğu da bir hatırayı temsil etmektedir, bu sinapslar aktive edildiğinde o hatırayı deneyimlemiş oluruz. Başka bir deyişle sinapslar hatırların fiziksel formlarıdır. Kâğıt üstündeki birtakım mürekkep desenlerine baktığınızda bildiğiniz dilde anlam taşıyan sözcüklere dönüşmesine benzere şekilde, belli bir sinaps (ya da çok sayıda sinaps) aktif hale geldiğinde beyin bunu hatıra olarak yorumlar. Sinapsların yaratılmasıyla uzun süreli belleğin oluşturulmasına “kodlama” adı verilir, hatıraların beyinde fiilen depolama süreci böyle gelişir. Kodlama beynin epey hızlı şekilde yapabildiği bir şeydir ama anında gerçekleşmez, dolayısıyla kısa süreli bellek bilgi depolamak için daha az kalıcı ama daha hızlı etkinlik örüntülerine dayanır. Yeni sinapslar oluşturmaz, sadece olmazsa olmaz çok amaçlı bir grup sinapsı tetikler. Kısa süreli bellekte bir şeyi tekrar etmek, uzun süreli belleğin bunu kodlamasına yetecek kadar uzun süre aktif tutmaya yarar. Ama bu “ezberleyene kadar tekrar etme” yöntemi, bir şeyleri hatırlamamızın tek yolu değildir ve açıktır ki hatırladığımız her şey için bunu yapmıyoruz. İhtiyacımız yok. Neredeyse deneyimlediğimiz her şeyin belli bir biçimde uzun süreli bellekte tutulduğuna dair yeterince güçlü kanıt var. Duyularımızdan gelen bilgiler ve bunlarla bağlantılı duygusal ve bilişsel yönler şakak lobundaki hipokampusa aktarılır. Hipokampus sonu gelmeyen duyusal bilgi akışını “tekil” hatıralar şeklinde birleştiren çok aktif bir beyin bölgesidir. Yürütülen çok sayıda deneyin sağladığı kanıtlara göre, hipokampus kodlamanın fiilen gerçekleştiği yerdir. Hasarlı hipokampusa sahip insanlar yeni hatıralar kodlayamıyor gibidir; düzenli olarak yeni bilgiler öğrenmek ve hatırlamak zorunda olan insanların şaşırtıcı şekilde büyük hipokampusları vardır (taksi şoförleri uzamsal hafıza ve yön bulmayı işleyen büyümüş hipokampus bölgelerine sahiptir), bu da daha fazla ilişki ve faaliyeti akla getirir. Yeni hatıralar hipokampus tarafından oluşturulur ve “arkalarından” oluşan daha yeni hatıralar tarafından itilerek yavaşça kortekse doğru hareket ederler. Kodlanmış hatıraları kademeli güçlendiren ve destekleyen bu hareket “konsolidasyon” olarak bilinir. Dolayısıyla ezberleyene kadar bir şeyi tekrar etme şeklindeki kısa süreli bellek yaklaşımı yeni uzun süreli hatıralar yaratmak için olmazsa olmaz değildir ama çoklukla bilginin belirli biçimde düzenlenişinin kodlanmasını garanti altına almak için hayatidir. Diyelim ki söz konusu olan bir telefon numarası. Bu zaten uzun süreli bellekte var olan sayıların bir sıralamasıdır. Neden bunları tekrar kodlamak gereksin ki? Telefon numarasını tekrar ederek, sayıların bu özel dizilişinin önemli olduğu ve uzun sürede depolanmak için ayrılmış bir bellek gerektirdiği işaretlenir. Tekrarlama, bir parça bilgiyi alıp üzerine “önemli” etiketi koymanın ve bunu dosyalama ekibine göndermenin kısa süreli bellekteki karşılığıdır. Peki, uzun süreli bellek her şeyi hatırlıyorsa, bir şeyleri nasıl unutabiliyoruz? Güzel soru. Genel kanı, fiziksel bir travma haricinde (ki bu noktada bir arkadaşın doğum gününü hatırlamamak o kadar da önemli olmayacaktır) unutulan uzun süreli hatıraların teknik olarak hala beyinde durduğudur. Ama uzun süreli hatıralar yararlı olabilmek için üç aşamadan geçmek zorundadır; Yaratılmaları gerekir (kodlama), etkili bir şekilde depolanmalıdırlar (hipokampusta ve sonra da kortekste) ve ulaşılmaları gerekir. Bir hatıraya ulaşamıyorsanız orda olması ve olmaması arasında fark yoktur. Eldivenlerinizi bulamamanıza benzer bu; eldivenleriniz hala var, var olmaya devam ederler ama elleriniz yine de üşür. Bazı hatıralara kolay ulaşılır çünkü öne çıkmışlardır (belirgin, ilişkili ve yoğundurlar). Sözgelimi büyük duygusal bağlanma içeren anılara dair hatıralar, örneğin evlendiğiniz gün ya da ilk öpüşmeniz ya da otomatik makineye tek bir cips parası attığınız halde iki cips aldığınız gün genelde kolayca hatırlanır. Olayın kendisinin yanı sıra aynı anda gerçekleşen tüm duygular, fikirler ve duyumlar da vardır. Tüm bunlar söz konusu hatıraya beyinde daha fazla bağ oluşturur, bu da daha önce edilen konsolidasyon sürecinin ona daha fazla bağ kuracağı anlamına gelir. Buna karşılık az sayıda ya da önemsiz bağlantıya sahip hatıralar (örneğin işyerinize 473. Olaysız gidişiniz) konsolidasyonda en az işleme maruz kalır ve onlara ulaşmak çok daha zordur. Beyin bunu hayatta kalma stratejisi olarak bile kullanır (Her ne kadar ıstırap verici olsa da). Travmatik olayların kurbanları çoğu zaman “flaş bellek” hatıralardan acı çekmeye başlar; otomobil kazasının ya da korkunç saldırının hatıraları canlı kalır ve olaydan çok uzun süre sonra bile akla gelmeye devam eder. Travma anındaki duyumlar o kadar yoğundur ki; beyin ve beden, duyuların ve farkındalığın en üst seviyede olmasını sağlayacak şekilde o kadar adrenalin seli altındadır ki hatıra güçlü bir şekilde yerleşir ve ham, içsel halde kalır. Sanki beyin gerçekleşen korkunç şeyleri değerlendirmiş ve şöyle demiştir: “Bu karşılaştığın şey korkunç; bunu unutmayalım, bunları tekrar yaşamak istemiyoruz.” Sorun hatıranın hayat akışını engelleyecek kadar canlı kalmasındadır. Ama hiçbir hatıra tecrit halinde oluşmaz, bu özellikle, bazı ilginç araştırmaların açığa çıkardığı üzere, hatıranın oluştuğu bağlamın da ona daha sonra ulaşmak için bir “tetikleyici” olarak kullanılabileceği daha günlük senaryolar için geçerlidir. Araştırmalardan birinde, bilim insanları iki grup katılımcının bir bilgiyi öğrenmesini sağladı. Bir grup bunu standart bir odada öğrendi, diğer grup dalış giysileriyle su altında. Daha sonra öğrenmeleri istenen bilgi konusunda benzer koşullar altında ya da alternatif koşullarda test edildiler. Bilgiyi öğrenme ve test edilme koşulları aynı olanlar, öğrenme ve test edilme koşulları farklı olanlardan kayda değer şekilde daha iyi performans gösterdi. Bilgiyi su altında öğrenen ve su altında test edilenler, su altında öğrenen ama normal bir odada test edilenlerden çok daha iyi sonuçlar elde etti. Su altında olmanın öğrenilen bilgiyle ilgisi yoktu ama önemli olan bilginin öğrenilme bağlamıydı ve bu hafızaya erişim için büyük kolaylık sağlıyordu. Bilginin öğrenildiği yere dair oluşan belleğin çoğu o andaki bağlamı içerir, bu nedenle birisini aynı bağlam içine koyak hatıranın bir kısmını önemli ölçüde “aktive” eder ve ona erişimi kolaylaştırır, adam asmaca oyununda birçok harfin ortaya çıkması durumunda olduğu gibi. Bu noktada, başımıza gelen şeylerle ilgili belleğin yegâne bellek turu olmadığına işaret etmek gerekir. Bunlara “olaysal” (epizodik) bellek ya da “otobiyografik” bellek denir; ne olduklarını adları anlatıyor olmalı. Aynı zamanda “anlamsal” (semantik) belleğe de sahibiz, bu esasında bağlamı olmayan bilgiler içindir: Işığın sesten daha hızlı yol aldığını hatırlarsınız ama bunu öğrendiğiniz o fizik dersini değil. Fransa’nın başkentinin Paris olduğunu hatırlamak anlamsal bellektir, Eiffel Kulesi’nde başınızın döndüğünü hatırlamanızsa olaysal bellektir. Bunlar bilinçli bir şekilde farkında olduğumuz uzun süreli hatıralardır. Farkında olmamız bile gerekmeyen koca bir uzun süreli hatıra yığını da vardır, haklarında düşünmediğimiz beceriler gibi; otomobil kullanmak ya da bisiklet sürmek. Bunlara “yöntemsel” bellek adı verilir ve üstünde daha fazla durmayacağız, zira bir kez haklarında düşünmeye başlarsanız bunları kullanmak daha zor hale gelebilir. Özetle, kısa süreli bellek hızlıdır, numaracıdır ve uçucudur. Uzun süreli bellekse kalıcı dayanıklı ve hacimlidir. Okulda gerçekleşen komik bir şeyi ömrünüz boyunca hatırlarken, bir odaya gitmeye karar verdikten sonra biraz dikkatiniz dağılırsa neden oraya gittiğinizi unutmanızın nedeni de budur. *Dorsolateral: Beyinin muhakeme etme (karar verme), planlama ve davranışlarımızı düzenleme ile ilgili bölgesidir. * *Konsolidasyon: Pekiştirme. * *Tecrit: İzole etmek, uzaklaştırmak veya soyutlamak anlamına gelir. * *Epizodik: Uzun süreli bellekteki bölümlerden biridir. Yaşam boyu başımızdan geçen her türlü yaşantının depolandığı bellek birimidir. *
Kategori: ÇıkarımlarKitabı okuyor
·
403 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.