Gönderi

288 syf.
10/10 puan verdi
Maurice 20. Yüzyıl İngilteresi için ufak da olsa belli fikirler edinmemi sağladığı için ayrıca sevdiğim bir kitap. Sevmemin asıl amacı ise özellikle homoseksüel sanata kendimden ötürü ilgi duymam. Kitabın otobiyografik bir yönü olduğuna dair söylemler ile karşılaşınca 20. Yüzyılın eşcinsel olan ya da bu temayı işleyen sanatçılar ile dolu olduğuna dair bir "keşif"te bulunmuş oldum. Çoğu eserde olduğu gibi önce filmini izlemiştim ve filmine hayran kalmıştım. Kitaptan sonra tekrar izleyince çoğunlukla benzer sahnelerin olduğu fakat "Risley" karakterine dair filmde daha çok sevdiğim kısımların olduğunu söylemem mümkün. Ayrıca Maurice ve Clive arasındaki konuşma ve Forster'in tanımıyla aynı karakterin iki farklı yolu seçmiş bu iki türevinin son bir karşılaşma yaşaması kısmı filmde daha çok sevdiğim bir sahneydi; bu kadar yol sana fazla. Ekstra bir detay olarak Tchaikovsky'nin eşcinsel ilişkisini de vasıtası ile öğrenince ve "Son Söz" kısmında da İra Bruce Nadel'in incelemesi boyunca 20. yüzyıl eşcinsel yazarlarının bir kısmını tanıyınca kitabı ayrıca sevdim. Önsözde de geçen özdeşleştirme idesi var belkide bende ya da sanırım görünürlük. Bir şeyde salt benlik varsa eğer o şeye tepkim biraz daha farklı oluyor. Burada artık kitaptan bağımsız bir inceleme yapacağım, nitekim bu kendime bir not. Her şeyi kendim gibi görüyorsam eğer okuduğumda gördüğüm ya da okuma eylemimin yöneldiği o ikincil töz kitap değil, benim. Derrida ne demişti? Anlam daima ötelenir çünkü imge özgenin kendisine ait anlamı tamamen yansıtmaz. İmge öznenin işaret ettiği ve anlamı yüklediği nesnedir. Kişi bu yüzden anlamı özne bağlamında inceleyebilir. Buradan nereye kayacağını biliyorum sevgili benliğim, yogaya:) Burada "Satya" yani doğruluk devreye giriyor. Her kelime öncelikle kendi anlamını taşıyorsa eğer Çetin Çetintaş'ın da dediği gibi, onların kullanımlarını incelemekte fayda var. O aydınlama şaşkınlıklarımdan birini yaşadığım acının çekilen -deneyimleme ya da yaşama anlamında çekim değil bir işin kendisi olarak, itmenin zıttı olarak çekim- bir şey olduğuna dair düşünce ile yaşamıştım, sonra Kanada'nın "Zihin acı çeker" sözü daha bir anlamlı gelmişti. İronik olan salt mevcudiyette anlamın var olduğuna inanmamam. Yine de Maurice incelemesi ile aslında incelediğim o bildiğim tek töze yani "ben"e döneceğim. Kendimden kendime doğru kendim için kendimle eylemek, işte yaşamın anlamı bu ve bu da bana kitabın yarattığı o sorgulamayı hatırlatıyor. Gece yarısı filmi izlerken bir sahnede -hangisi olduğunu hatırlamıyorum- çok nihilist ve depresif bir tonda, biraz da bıkkınlık hissiyle "Ne yapıyorum ben?" diye sordum kendime. Gecenin o saatinda neden film izliyordum? Uykum vardı ama filmi bitirme konusunda niyetliydim ve aslında çok da yabancı olmayan ama kendisinde olmayı pek tercih etmediğim o havada özel bir anlamı olmadan bunu yaptığımı söyledim kendime. "Yaşamak içim mücadele etme sadece yaşa." Clive karakterinin homoseksüaliteyi yani eşcinselliği terki ve bundan önceki o cesur tavrı bana kendimde de kendim olmayı bırakıp bırakmama yönünde ileride ne tür bir tercih yapacağım sorgulamasını yaptırmıştı. Sebep ne bilmiyorum ama bu sorgulama başta beni korkuttuysa da şu an rahatım çünkü Clive hiç gerçekten kendi olmamış gibi geliyor. Maurice ile ilişkisinde de sınırlar koyması bu fikri edinmem için gayet makul bir sebep, gelecekte bir kadın ile birlikteliğinde kirlenmemiş hissetmek için cinselliği tercih etmemiş olması oradaki kabulsüzlüğü gösteriyor bence. Ayrıca Ada ile birliktelikten vazgeçtiği andaki asıl etmenin Ada'nın Maurice ile benzerliği olması ve asıl kaçtığı şeyin kendisi olması Clive karakterinin seçimlerine benzer bir hâlde olmadığıma beni ikna etti. Sanırım bu noktada o beni tedirgin eden his ortadan kalkmış bulunuyor. Bu noktada bu konudaki okumamda bir durağa -belki sonuncusuna belki de sonraki duraklara yol almak üzere birine- varmış bulunuyorum. Kendime Sevgilerle.
Maurice
MauriceE. M. Forster · İletişim Yayıncılık · 2018289 okunma
·
725 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.