Gönderi

574 syf.
·
Not rated
·
Liked
·
Read in 18 days
Yeraltı edebiyatı diye adlandırılan bir tür varsa eğer (ki yokmuş, aslen Transgresyonel Kurgu olan tür ülkemizde Ayrıntı Yayınevinin çıkardığı seriyle özdeşleşmiş selpakvari) “Gecenin Sonuna Yolculuk” anladığım kadarıyla bunun ilk örneklerinden biri. 1932’de Fransız okurunun karşısına çıktığında arada bazı bet sesler çıksa da, büyük bir kesim tarafından çığır açıcı olarak görülmüş ve aynı yıl ülkesinde Renaudot Ödülünü almış. Kitaptaki en göze çarpan unsur edebi dil yerine sokaktaki insanın (sokakta dediysek şu meşhur arka sokaklar) dilini kullanması, ne ararsanız var; her türden argo (asker, denizci, yeraltı vb.), küfür gırla. Kolaylıkla kabullenilmiş anladığım kadarıyla bu tarz. Tabii bunda zamanın ve mekanın etkisi büyük, sanatın altın çağı, büyük değişimlere kucak açan 20-30’lar Fransa’sından bahsediyoruz. Evet 90 yıl olmuş kitap çıkalı. Okuyanlar içinde kitabı beğenmeyen birisini hala görmedim. Çoğunluk özdeşleştiriyor kendisini Celine’le. Hatta Hakan Günday’ı oluşturan kitabın bu olduğunu da yazarın yazılarından anlayabiliyoruz ( sabitfikir.com/elestiri/heil-c...). Ama bunu sebebi sadece kullandığı sokak dili değil yazarın elbette. Bugün okuduğumuz, izlediğimiz hatta oynadığımız birçok şeyde görüyoruz bu dili. Başka ne var peki bu yolculukta insanı bu kadar içine çeken? Öncelikle bu bir yolculuk romanı, gecenin yani hayatın içinde bir yolculuk, bir macera bir nevi. Maceraları hepimiz severiz değil mi? Kahramanla birlikte biz de atılırız o hikayenin içine. Burada da kahramanımız (anti kahraman olacak doğrusu, hem daha şık) Ferdinand Bardamu’nun ağzından anlatıyor hikayesini Louis-Ferdinand Céline. Benzerlik sadece isimde değil, bu kitap için yarı otobiyografik diyor otoriteler. Spoiler’ın gözüne vurmak gerekirse, savaşla başlıyor kitap. İki savaş görmüş yazarımız burada ilkini anlatıyor ve okur olarak biz de bunun bir savaş romanı olduğunu düşünmek gafletine düşüyoruz. Genç anarşist ve antimilitarist tıp öğrencisi Bardamu kazara kendini savaşın göbeğinde buluyor hemen süvari olarak, şaka gibi değil mi? Zaten bu ironik ve kinik hava gece boyunca etrafımızı sarıyor hep. Savaşla ilgili bölümlerde kaçınılmaz olarak “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok”u hatırladım. Farklı saflar, aynı cephe savaşı, ölen/parçalanan insanlar, anlamsız kargaşa, geri planda aynı şovenist nutuklar. Burada ama daha canlı ve komik her şey. Dediğim gibi Celine vermek istediği her şeyin üzerine biraz ironi serpiyor. Şimdi komik dedim diye yanlış anlaşılmasın, olabildiğince karamsar bir kitap bu, ana tema nefret. O insan sevgisi, doğa sevgisi, tanrı sevgisi vb. ağırlıklı edebiyat camiasında her şeyden nefret eden bir karakter Bardamu. Yani Twitter’ın bize kazandırdığı “insan sevmeme durumu” bu kitapta fazlasıyla mevcut. Hayattaki tek gerçek acı çekme, yaşlılık ve ölüm. Hayat zenginler için boş, fakirler için bir eziyet; mutluluk ise bir hayalden ibaret. Bütün bunlara rağmen, olanca umutsuzluğuna rağmen öyle kolayca pes etmiyor Bardamu, hayatta kalabilmek için çaba gösteriyor bir şekilde, bunun için de inanmasa da en önemli özelliğini kullanıyor çoğunlukla insanın, uyum sağlama. Bir şekilde her şeye uyum sağlıyor Bardamu, biz karakterin beyninde yaşadığımız için çelişkilerini en ince ayrıntısına kadar fark edebiliyoruz, ama çoğunlukla o uysal moda giriyor kahramanımız. Olmadığında da kaçıp gidiyor işte. Neyse, savaştan bir şekilde paçasını kurtaran Bardamu, cephenin dumanının ulaşmadığı Paris’te, kahramanlık türküleri ve çığırtkanlar arasında önüne gelen nimetlerden de faydalanmasını biliyor. Ama hiçbir zaman bir kazanan olamayan bu savaş gazisi her şeyi eline yüzüne bulaştırıyor ve idam/cephe/akıl hastanesi seçenekleri arasında kalıyor bir şekilde. Neyse ki olaylar gelişiyor ve başka bir seyahate çıkıyoruz biz de. Sıradaki durak Afrika, burada Bardamu’nun gözünden dönemin sömürge bürokrasisini görüyoruz, başka bir kokuşmuşluk, başka bir bataklık. Tabii kahramanımız yine piramidin alt katlarında, yerli halkın bir basamak üstünde, kısa süren bu macerada da farklı insanlarla tanışıp (ki kitaptaki nadir güzel insanlardan olan Alsace’ı burada tanıyoruz) hayatını idame etmeye çalışıyor ama sonunda bir kürek mahkumu olarak Amerika’ya doğru yola çıkıyor. Özgürlükler ülkesi Amerika hikayesi de kısa sürüyor. Başlarda bit saymakla geçen macerası, sonra kısa bir Ford mucizesi (ki burada da güzel bir kapitalizm/makineleşme eleştirisi mevcut) ve gerçek sevgiden kaçışla son buluyor. Bundan sonra (derslerini tamamlayıp Celine gibi bir doktor olmasına rağmen) Bardamu’un şansı yine dönmüyor. Sefaletin bir basamak üstünde yaşamaya devam ediyor Paris’in en paspal semtlerinin birinde. Sevmediği insanları ücretsiz tedavi ediyor (İyilikseverliğinden değil, beceremediğinden para almayı). Yine farklı karakterler giriyor hayatına, ölümler, acılar, hayat geçiyor bir şekilde ve bir yerinde bitiyor öykü. Kitabın en uzun kısmı Paris’te geçiyor. Karakterler dedim bolca, gerçekten de kitapta geçen bütün karakterler olabildiğince canlı. Zaten Celine için söyleyebileceğim şeylerin başında iyi bir hikâye anlatıcısı olduğu gelir herhalde, olaylar karakterler romanın içinde hissettiriyor sizi. Bütün karakterler halen aklımda, ama bir tanesi özel bir yere sahip bunların içinde, Robinson Leon. Bardamu için nasıl (bir nevi) Celine’in alter egosu diyebiliyorsak, Robinson için de Bardamu’nun alter egosu diyebiliriz herhalde. Kitap boyunca takip ediyor adamı Bardamu. Olabildiğince çaresiz, olabildiğince boşvermiş haliyle sanki Bardamu’nun olmak istediği kişi Robinson, zaten belki de kitapta Bardamu’yu öldürmeye cesaret edemediğinden Robinson’u bitiriyor Celine. Bilemiyorum Altan. Evet, her şey güzel, hikaye, dil, karakterler, anlatım. Çok akıcı başlıyor her şey, mükemmel tespitler, binlerce alıntılık cümle. Ama bir şey oluyor, tıkanıyor. Yani benim için geçerli bu, dediğim gibi konuda, kurguda hiçbir sorun yok, zevkli hatta bolca. Bir paragrafa başlıyorum, mesela bu; #154856008 . Bir şeyler uyandırıyor bende. Bir kıvılcım, takip ediyorum ben de (Kitapta binlerce var bu kıvılcımlardan). Devam ediyor, uzuyor, ben hala takipteyim, sonra alev alıp yakıp yıkacağı yerde sönümleniyor yavaş yavaş. Benim heyecanım da yarıda kalıyor tabii, ee ne oldu? Nerde o peşinden sürükleyen cümle. Bir aşağı bir yukarı gidiyor metin, öyle olunca da konu/dil ne kadar ilgi çekici olsa da bir yerden sonra küsüyor insan. Gerçi yazarın böyle bir derdi de yok aslında, bir şey anlatırken başka bir yere dalıyor, üç dört sayfa onu anlatıyor. Benim kadar dağınık en az o da. Yine de, yukarıda bahsettiğim yüksek tempolu yerlerin etkisiyle bitiyor kitap. En hızlı bölümleri ilk kısımlar, Fransa’ya gelince –ilerleyen yaşın da etkisiyle belki :) - yavaşlıyor biraz akış. Hikaye kronolojik olsa da arada bazen atlamalar oluyor. Aklına geldiği gibi anlatıyor Bardamu. Yarı otobiyografi demiştim, Celine’den de bahsedeyim. Doktor kendisi de bahsettiğim gibi, kitabın yayınlanmasına kadar geçen süre yukarıda anlattığıma benzer, tabii o kadar sefil değil bildiğimiz kadarıyla, Amerika’ya da çalışmaya gitmemiş kendisi, sadece kısa bir ziyaret, gerisi yakın.Ama okuyucunun asıl ilgilendiği nokta sonrası. Dönemin anti-seminist havası kendisini de etkilemiş. Almanya’da iktidara gelen görüşün de etkisiyle 3 kitap yazmış (Broşür?). Fransa’nın işgaliyle de dönemin Vichy hükümetini desteklemiş ve anti-semitik açıklamalarda bulunmuş. Kısaca her kendisi azılı bir Yahudi karşıtı. Savaş sonrasında Danimarka’ya sürülmüş ama 1951’de eski bir savaş gazisi olması nedeniyle affedilerek geri dönmüş. İnsan düşünmeden edemiyor tabii, sonuçta kitapta bu yaşamı destekleyen bir görüş yok. Ama ne olursa olsun eseri sanatçıdan ayırmak gerektiğini düşünenlerdenim ben. Bitirmeden bir parantez de Yiğit Bener’e açalım. Bardamu gibi tıp eğitimini yarıda bırakan Bener iki buçuk yıllık bu çeviri serüveni esnasında yazarı o kadar içselleştirmiş ki kitabın sonuna yine Bardamu’nun dilinden “Çevirinin Sonuna Yolculuk” diye bir bölüm eklemiş. Buradan çevirmenin kitapla olan bağını, neyi niçin yaptığını ve olası eleştirilere verdiği cevapları görebiliyoruz. Çevirmesi kolay bir kitap değil Yolculuk. Gerçekten büyük bir şey başarmış Bener, ödül de almış zaten (Çeviri ödülleri biraz göreceli oluyor gerçi tüm diğer ödüller gibi:) Fransızca bilmediğim için çeviri için fazla konuşamayacağım ama Türkçesi bana batmadı. Detaylı bir analizi Süha beyin incelemesinde bulabilirsiniz. (#131723446) Zaten kitapla ilgili sitede de epey inceleme var, birçoğu da değerli. Başta söylediğim gibi okuyanların büyük kısmında bir iz bırakıyor yolculuk. Eminim benim bu dağınık yazımdan daha mantıklı şeyler bulursunuz kitabın neden okunması gerektiğine dair. Yine de yaklaşık yüz yıl önce yaşanmış bir hikâyeyi olanca samimiliğiyle yaşayıp, üstüne instagram profilinizi vurucu alıntılarla doldurmak istiyorsanız direkt kitaba geçebilirsiniz. Teşekkürler.
Gecenin Sonuna Yolculuk
Gecenin Sonuna YolculukLouis Ferdinand Celine · Yapı Kredi Yayınları · 20224,097 okunma
··
12.3k views
Necip G. okurunun profil resmi
İncelemeyi dün sabah okudum, ancak bugün yorum yazabiliyorum:) Emeklerine sağlık Erhan. Benim okumamın üzerinden 4-5 yıl geçtiği için hafızamı tazelemek açısından böyle adım adım ilerleyen bir inceleme çok faydalı oldu. Ben bu kitabın en çok kurgulanış biçiminden etkilenmiştim. Genel bütünlüğe bağlı kalarak, çizilen dairenin dışına çıkmadan kendini kurgu içerisinde çok güzel yenileyen bir kitaptı. Buna benzer hacimlerde kitaplar okurken (eğer yayıncısı YKY dışında farklı bir yayınevi olsaydı kitabın hacmi en az %50 atardı sanırım) bu geçişler okurun en büyük yardımcısı oluyor. Düşme anlarında tutup kaldırıyor okuru ayağa. Bardamu'nun hikayesi, bir yandan kendi yolunda ilerliyor; diğer yandan coğrafi değişim, yeni insanlar, yeni olaylar dinamizm katarak kitap içerisinde kitap okutuyor. Bir başka detay ise, bir olay bütünlüğü sona erdiğinde veya mola verdiğinde diyelim, sanki Bardamu değil de Celine sazı eline alıyor ve bir sohbet havasında kendi düşünce dünyasından bir şeyler anlatıyor. Bu üslup da çok hoşuma gitmişti. Sanırım senin eleştiri getirdiğin konu da bu kısımla bağlantılı:) yani ben öyle hissettim en azından. Çünkü sağlam tespitler var aralarda ama tadımlık genelde. Sonra yine olaya dönüyor Celine... Kitabın tüm bu lezzetinin okura geçişi konusunda da senin de ayrı bir paragraf açtığın gibi Yiğit Bener'in rolü çok büyük. Gerçekten çok başarılı bir çeviriydi. Uzun zamandır görüşemediğimiz için biriken tüm yorum hakkımı bu incelemende kullandım sanırım:) Daha da yazacaktım ama durmak lazım bir yerde:) Tekrardan ellerine sağlık Erhan... Sevgiler...
Erhan okurunun profil resmi
Çok teşekkürler Necip, zaten ben de okuma listeme sen okuduğunda eklemişim kitabı, bugünlee nasip oldu ama ancak:) Kendini yenileyen bir kitap olduğu doğru kesinlikle, biraz sıkılıncı olaylar ya da coğrafya değişiyor hemen, böylece sürüklüyor okuyucuyu kitağ, özellikle ilk kısımlarda. Celinin sazı aldığı yerlerde de sorun yok aslında, zaten hangisi Celine hangisi Bardamu çok da anlaşılmıyor aslında:) Galiba benim sorununm Celine'in o tespitlerinin altını tam dolduramaması, ya da belki de uzattıkça uzatması, kısa kesse bazı şeyleri bağlamaya çalışmasa daha kolay akardı sanki o bölümler de, ama yazıda dediim gibi çok da şikayet edilecek bir şey değil, adamın tarzı böyle, dinletiyor da söylediğini. Yiğit Bener konusunda söyleyebilecek fazla bir şeyim yok açıkçası. Evet zor bir kitap, insanların kendini bağdaştırdıkları bir kitap ve güzel bir çeviri gibi görünüyor kesinlikle. Ama bunu yazanın Celine mi, Yiğit Bener mi olduğu konusunda kuşkularım var kitabın orjinalini okuyamadığım için. Yani çevirmen yazarın önüne geçmiş mi,? Bu şiirde daha çok sorun edilen bir problem ama böyle üslubun önemli olduğu metinlerde de gerçek yazarı tanımak konusunda da sorunlar çıkarabiliyor. Yani demek istediğim bazı çevirmenlerde,- genellikle böyle zor kitaplarda- bir şey gördüğümde, acaba bunu yazar mı demiştir yoksa çevirmen mi eklemiştir diye düşünebiliyorum, işte bu kitapta biraz o hissi aldım ben. Ama ne kadar doğru bilemem. Ben de fazla aktif değilim bu aralar zaten, bir iki tane inceleme yazdım daha. Senin yorumların ama her zaman - ne kadar uzun olursa olsun (hatta uzunları daha makbul)- değiyor okunmaya her zaman. Seviiniyor insan görünce. Elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum ben de.(uzaktan da olsa:) Umarım istediğin gibi geçiyordur hayatın da, çok teşekkürler tekrar yorumun için. Güzel görmek seni, sağlıcakla kal.
1 next answer
Metin T. okurunun profil resmi
" Ama ne olursa olsun eseri sanatçıdan ayırmak gerektiğini düşünenlerdenim ben." Bu görüşe, özellikle de bazı spesifik suçlar işleyen yazar, sanatçı ve dahi düşünürler için, artık katılmıyorum. Mesela Michel Foucault'ya rastladığım zaman yazısını atlıyorum :))) Erhancığım kalemine sağlık.
1 previous answer
Erhan okurunun profil resmi
Teşekkürler hocam, Foucault zaten ayrı değerlendirilmesi gerekenlerden :) Neyse ki sanatçı kişiliği geri planda kalıyor. Celine de yahudiler hala kızgın sanki . İşgal sırasında galiba bir Alman yazara bizim yahudiler neden hala yokedilmedi gibi bir laf etmiş hatta. Sonradan çevirmiş olabilir ama tabii.
Osman Y. okurunun profil resmi
Eline sağlık merak ettim , zaten duyduğumuz bir kitap malum. Uzun zamandır inceleme okumuyordum özlemişim.
Erhan okurunun profil resmi
Teşekkürler Osman, ben de yazmıyordum zaten isabet olmuş. Dediğim gibi insanlarda iz bırakan bir kitap, okunabilir.
Ülkü Acar okurunun profil resmi
Ben de dün bitirdim ve okurken Hakan Günday'ın özellikle de Kinyas ve Kayra kitabına sık sık gidip gelen tek ben miyim acaba demiştim. Bitirip puanladıktan sonra , yorumlara bir bakayım dedim, karşıma çıkan ilk inceleme sizinki oldu ve Hakan Günday bilgisi. (konuyla ilgili linke henüz tıklamadım ama okuyacağım) . İyi bir inceleme yapmışsınız, kaleminize sağlık. Karanlığın romanı demek istedim ben de okurken hep. Bardamu'nun içinin karanlığı... Uzun süredir gözümü korkutan ama başlayınca da içinde akıp gittiğim bir okuma deneyimi sundu bana.
Erhan okurunun profil resmi
Teşekkürler, ben de Kinyas ve Kayra'yı düşündüm okurken. Bazı yerlerde duraklasam da aktı yine kitap. Çekiyor bir şekilde kendine.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.