Gönderi

Sahte anılar
Ya işler raydan çıkarsa? Beynin bellek sistemini ne kesintiye uğratabilir? Egonun belleğinizi çarpıtabileceğini ama gerçekte olmamış olaylar için hatıralar yaratacak şekilde çarpıtmasının çok nadir olduğunu biliyoruz. Bu sizi rahatlatma çabasıydı. Şimdi bunun asla olmayacağını söylemediğime işaret ederek tersini gösterelim. “Sahte hatıraları” ele alalım. Sahte hatıralar çok tehlikeli olabilir, özellikle de korkunç bir şeyin sahte hatıralarıysalar. Korkunç hatıralar (sözüm ona kazayla) yaratmışa benzeyen hastalardaki bastırılmış hatıraları “açığa çıkarmaya” çalışan muhtemelen iyi niyetli psikologlar ve psikiyatrlarla ilgili örnekler bilindiktir. Bu, su kaynaklarını zehirlemenin psikolojik dengidir. Bunun en endişe verici tarafı, kafanızda sahte hatıralar yaratılması için psikolojik sorunlar yaşıyor olmanız gerekmemesidir, neredeyse herkesin başına gelebilir. Birisinin sadece konuşarak beynimize sahte hatıralar ekebilecek olması biraz gülünç gelse de nörolojik olarak o kadar da gerçekdışı değildir. Görünüşe göre dil, düşünme yöntemimiz için temel önem taşır ve dünya görüşümüzün çoğunu diğer insanların bizim hakkımızda ve bize ne dedikleri üstüne temellendiririz. Sahte hatıralar konusundaki araştırmaların çoğu tanık ifadeleri üstünde yoğunlaşır. Önemli davalarda tek bir ayrıntıyı yanlış hatırlayan ya da olmayan bir şeyi hatırlayan bir tanık nedeniyle masum hayatlar altüst olabilir. Görgü tanığı ifadeleri mahkemede önemlidir ama mahkeme, bu ifadeleri almak için en kötü yerlerden biridir. Genelde aşırı gergin ve korkutucu bir ortamdır ve tanıklık eden insanlar durumun ciddiyetinin tamamen farkına vardırılır, “Doğruyu, sadece doğruyu söyleyeceğime, Tanrı yardımcım olsun” diye yemin ederler. Bir yargıca yalan söylemeyeceğinize yemin ederken evrenin yüce yaratıcısını sizi desteklemesi için anmak mı? Bunlar gündelik olaylar değildir ve muhtemelen aşırı stres ve dikkat dağılmasına neden olacaklardır. İnsanlar otorite figürü olarak gördükleri kimseler tarafından akıllarının çelinmesine açıktır ve sorguya çekilen insanlara soru tarzının neyin hatırlanacağı üstünde ciddi etkisi olabileceği sürekli karşılaşılan bir bulgudur. Bu olguyla ilgili en bilinen isim, konu üstüne yoğun araştırmalar yürüten Profesör Elizabeth Loftus’tır. Sorgulama gerektiren ve sınanmamış terapötik yöntemlerle (muhtemelen kaza sonucu) aşırı travmatik hatıralar “ekilen” insanlarla ilgili vakalara sürekli atıfta bulunur. Özellikle ünlü bir vaka, 1980’lerde travmatik bir deneyim nedeniyle terapi gören ve terapinin ardından ölüm saçan satanik bir tarikatın üyesi olduğuna dair ayrıntılı hatıralara varan Nadine Cool adlı kadındır. Bunları aslında hiç yaşamamıştır ve en sonunda terapiste milyonlarca dolarlık tazminat davası açmıştır. Profesör Loftus’ın araştırması, araba kazası videosu ya da buna benzer videoları izleyen kişilere ne gördüklerinin sorulduğu birçok deneyi ayrıntılarıyla anlatır. Bu ve başka araştırmaların sonucunda sürekli anlaşıldığı üzere sorulan sorunun yapısı bireyin hatırlayabildiklerini doğrudan etkiler. Bu durum davalarda şahitlerin ifadeleri için de geçerlidir. Bireyin gergin olduğu ve sorunun otorite sahibi birisinden gelmesi gibi özel koşullarda (örneğin mahkeme salonundaki avukat gibi) spesifik bir sözcüğün kurgusu bir hatıra “yaratabilir”. Örneğin avukatın “Büyük çedar peyniri soygunu sırasında sanık peynir dükkânının yakınlarında mıydı?” Sorusuna karşılık tanık hatırladıklarına dayanarak evet ya da hayır yanıtını verebilir. Ama avukat “Büyük çedar peyniri soygunu sırasında sanık peynir dükkânının neresindeydi?” diye sorarsa, bu sanığın kesinlikle orada olduğunu ileri sürer. Tanık sanığı gördüğünü hatırlamayabilir ama daha üst statüdeki birisinin başka bir olgudan söz eden sorusu beynin kendi kayıtlarından şüphe duymasına neden olur ve beyin bu “güvenilir” kaynaktan gelen yeni “olgulara” uyacak şekilde kayıtlarını ayarlayabilir. Tanık şuna benzer bir şeyler demeye gelebilir “Sanırım gorgonzolanın yanında duruyordu.” O sırada buna benzer bir şey görmemiş olsa da kendi dediğine inanabilir. Toplum için bu kadar önemli bir durumda böylesine aleni zafiyet bulunması rahatsız edici. Bir keresinde savcılığın tüm tanıklarının sahte hatırları dile getirebiliyor olma ihtimalini doğrulamak için mahkemede ifade vermem istenmişti. Reddettim, zira istemeden tüm adalet sistemini çökertebileceğimden korktum. Bellek normal çalıştığı sırada onu kesintiye uğratmanın ne kadar kolay olduğunu görebiliyoruz. Ama bellekten sorumlu beyin mekanizmalarında bir şeyler gerçekten de ters gidiyorsa? Bunun olabileceği birkaç yol var ve hiçbiri de hoş değil. Ölçeğin en uç noktasında Alzheimer hastalığı gibi kemirici nörodejeneratif koşullar tarafından yaratılan ciddi beyin hasarları var. Alzheimer (ve bunamanın diğer formları) sayısız semptoma neden olan beyindeki yaygın hücre ölümünün sonucudur ama bu semptomların en iyi bilinenleri öngörülemez bellek kaybı ve bozulmasıdır. Bunun nedeni hâlâ tam olarak bilinmiyor ama şu anda ana teorilerden birine göre buna yol açan şey nörofibriler yumaklardır. Nöronlar uzun, dallı hücrelerdir ve uzun protein zincirlerinden oluşan, temelde bir “iskelet”e (sitoskelet) sahiplerdir. Bu uzun zincirlere nörofilament adı verilir ve çok sayıda nörofilamentin, bir ipi meydana getiren ip telleri gibi, daha “güçlü” bir yapı içinde birleşmesiyle bir nörofibril meydana gelir. Bunlar hücreye yapısal destek sağlar ve önemli maddelerin taşınmasına yardımcı olurlar. Ama bir nedenle kimi insanlarda nörofibriller artık düzenli şekilde sıralanmaz olur ve beş dakika kendi başına bırakılan bahçe hortumu gibi karman çorman hale gelirler. Proteinlerin öngörülemez şekilde çözülmesine neden olan bir gende küçük ama hayati bir mutasyon ya da yaşlanmayla beraber daha fazla görülen, şimdilik bilmediğimiz başka bir hücresel süreçten kaynaklanıyor olabilir. Neden ne olursa olsun, bu karışıklık nöronun çalışmasını ciddi kesintiye uğratır, onun temel süreçlerini boğar, en sonunda da ölmesine neden olur. Ve bu tüm beyinde gerçekleşir, bellekle ilişkili neredeyse bütün alanları etkiler. Ancak bellek hasarı hücresel seviyede gerçekleşen bir sorundan kaynaklanmak zorunda da değildir. Beyne kan akışında bir kesinti (felç) bellek için özellikle zararlıdır; her an hatıralarımızı kodlama ve işlemeden sorumlu hipokampus inanılmaz derecede kaynak talep eden nörolojik bir bölgedir, besin ve metabolitlerin kesintisiz akışını ister. Yani yakıt ister. Felç bu kaynak akışını, çok kısa süreliğine de olsa, bir dizüstü bilgisayarın bataryasını çıkarmaya benzer şekilde kesilebilir. Kısa olmasının önemi yoktur, hasar gerçekleşir. Bundan sonra bellek sistemi o kadar da iyi çalışmayacaktır. Yine de bir miktar umut vardır, çünkü ciddi bellek sorunlarına neden olmak için felcin büyük ya da özellikle kritik yerleri etkileyen (beyne ulaşmak için kanın değişik yolları vardır) bir felç olması gerekir. “Tek taraflı” ve “çift taraflı” felçler arasında fark vardır. Basit şekilde ifade edersek, beyinde her birinde bir hipokampus olan iki yarımküre vardır; ikisini de etkileyen felç epey yıkıcı olur ama birini etkileyen felç o kadar da kötü olmayabilir. Felç olan, hatta kritik yaralanmalar sonucu tuhaf şekilde değişik bellek sorunları yaşayan hastalardan bellek sistemiyle ilgili çok şey öğrenildi. Bellek konusundaki bilimsel araştırmalardan birinde hasta, beynini zedeleyecek bir şekilde burnuna bilardo ıstakası giren ve bunun sonucunda amnezi yaşayan birisiydi. Gerçekte “temassız” spor diye bir şey yok. Cerrahi müdahalelerle beynin bellek bölümlerinin bilerek alındığı vakalar vardır. Beynin bellekten sorumlu alanları işte böyle tespit edildi. Beyin taramalarından ve diğer cafcaflı teknolojilerden önceki günlerde, HM adında bir hasta vardır. HM ciddi şakak lobu epilepsisinden mustaripti, yani şakak lobu bölgeleri o kadar sık elden ayaktan düşürücü krizlere neden oluyordu ki bunların alınmasına karar verildi. Başarıyla alındılar ve krizler durdu. Ama ne yazık ki uzun süreli bellek de. O günden itibaren HM sadece ameliyattan önceki ayları hatırlayabildi, başka hiçbir şeyi değil. Bir dakika öncesinde başına gelen şeyleri hatırlayabiliyor ama sonra unutuyordu. Beyinde bellek oluşumu faaliyetinin şakak lobunda gerçekleştiği böyle anlaşıldı. Hipokampal amnezi yaşayan hastalar hâlâ inceleniyor ve hipokampusun daha geniş fonksiyonları sürekli olarak keşfedilmeye devam ediyor. Örneğin 2013’teki yeni bir araştırma, Hipokampal hasarın yaratıcı düşünme yeteneğine zarar verdiğini ileri sürüyor. Bu mantıklı; ilginç hatıraları ve uyarıcı bileşenleri aklında tutamıyor ve bunlara ulaşamıyorsan yaratıcı olmak zor olmalı. HM’nin yitirmediği bellek sistemleri de oldukça ilgi çekici. Aslında kısa süreli belleği duruyordu ama kısa süreli bellekteki bilginin artık gidebileceği yer yoktu ve solup kayboluyordu. Özel çizim teknikleri gibi yeni motor becerileri ve yetenekleri edinebiliyordu ama kazandığı beceri konusunda test ettiğinizde bunda gayet başarılı olsa da ilk denemesi olduğundan emindi. Apaçık ki bu bilinçdışı bellek, hasar görmemiş başka mekanizmalar tarafından başka bir yerde işleniyordu. Pembe dizilere inanacak olursanız “geçmişe dönük amnezi”, yani belli bir travmadan önce elde edilmiş hatıralara ulaşamama en sık karşılaşılandır. Bu genelde kafasına darbe alan (düşen ve pek de mümkün olmayan bir senaryoya göre kafasını çarpan), bilinci geri geldiğinde, “Neredeyim ben? Siz de kimsiniz?” diye sorarak ömrünün son yirmi yılını hatırlayamadığını yavaş yavaş belli eden kahraman tarafından sergilenir. Bunun gerçekleşme ihtimali televizyonun öne sürdüğünden çok daha azdır; tüm bu kafaya darbe sonucu kaybolan geçmiş ve kimlik hikâyesi çok nadirdir. Tekil hatıralar beyinde değişik yerlere yayılmıştır, bu yüzden onları yok eden herhangi bir yaralanma beynin neredeyse tamamını da yok edecektir. Bu gerçekleşirse en iyi arkadaşınızın adını hatırlamak muhtemelen bir öncelik taşımaz. Benzer şekilde, hatırlamadan sorumlu olan alın lobundaki yönetici bölgeler aynı zamanda karar alma, akıl yürütme gibi şeyler için de son derece önemlidir. Dolayısıyla hasar görmeleri durumunda bellek kaybı, daha acil sorunların yanında görece ufak bir dert olacaktır. İnsanlar geçmişe dönük amnezi sergileyebilir ve sergiliyorlar ama bu genelde geçicidir ve hatıralar geri gelir. Dramatik olay örgüsü için pek işe yaramasa da muhtemelen birey için böylesi daha iyidir. Geçmişe dönük amnezi yaşandığında bu bozukluğun doğası onu incelemenin çok zor olmasına neden olur; kişinin önceki hayatına bakarak bellek kaybının derecesini saptamak ve izlemek epey güçtür, zira bu dönem hakkında ne bilebilirsiniz ki? Hasta şöyle diyecektir: “Sanırım on bir yaşındayken bir otobüsle hayvanat bahçesine gittiğimi hatırlıyorum.” Bu, belleğin geri gelmesi gibi görünür ama doktor da o anda onlarla birlikte otobüste değilse bundan nasıl emin olunabilir? Bu rahatlıkla telkin edilmiş ya da yaratılmış bir hatıra da olabilir. Bu yüzden birisinin önceki hayatına bakarak bellek kaybını test etmek ve ölçmek için tüm hayatının eksiksiz bir kaydına ihtiyaç duyarsınız, ancak bu şekilde herhangi bir boşluk ya da kayıp tam olarak tespit edilebilir ama buna ender rastlanır. Tipik olarak alkolizme bağlı tiyamin eksikliğinin sonucu olan ve Wernicke-Korsakoff sendromu olarak bilinen bir tip geçmişe dönük amnezi konusundaki araştırmalar, “Hasta X” olarak bilinen ve daha önceden otobiyografisini yazmış bir hastadan yararlanmıştı. Referansları olduğu için doktorlar bellek kaybının boyutunu daha hassas şekilde inceleme olanağı buldu. Buna ileride daha fazla rastlayabiliriz, zira gitgide daha çok insan sosyal medya siteleri aracılığıyla hayatlarını çevrimiçi olarak kaydetmekte. Ama yine de insanların çevrimiçi teşhir ettikleri, hayatlarının doğru bir yansıması olmayabilir. Bir amnezi hastasının Facebook profilini inceleyen klinik psikologların, hastanın hatıralarının çoğunlukla komik kedi videolarına gülmekten ibaret olduğu sonucuna vardıklarını hayal edin. Hipokampus kolayca bozulabilir ya da hasara uğrayabilir (fiziksel travma, felç, değişik türlerden demans nedeniyle) Uçuklardan sorumlu virüs Herpes Simplex bile arada sırada aşırı saldırganlaşıp hipokampusa saldırabilir. Ve elbette hipokampus yeni hatıraların oluşumu için hayati olduğundan, daha olası amnezi türü ileriye dönük olandır: bir travmayı takiben yeni hatıralar oluşturmanın imkansızlığı. Hasta HM’nin yaşadığı bu türden bir amneziydi (2008’de yetmiş sekiz yaşında öldü). Memento filmini seyretmediyseniz, orada olan tam da budur. Memento filmini gördüyseniz ve hatırlayamıyorsanız, bu örnek o kadar da faydalı olmaz (ama ironik olur). Tüm bunlar yaralanma, cerrahi müdahale, hastalık, içki ya da başka bir şey yüzünden beynin bellek sisteminde yanlış gidebilecek sayısız şey için sadece kısa bir özet. Çok özel türden amneziler meydana gelebilir (örneğin olaylar için belleği yitirirken olgular için korumak gibi) ve bazı bellek sorunlarının görünüşte hiçbir fiziksel nedeni yoktur (bazı amnezilerin tamamen psikolojik olduğu, inkâr ya da travmatik deneyimlere tepki olarak açığa çıktığına inanılır). Bu kadar çapraşık, karışık, tutarsız, zedelenebilir ve kırılgan bir sistem nasıl yararlı olabilir ki? Basitçe, çoğu zaman gerçekten de işe yaradığı için. Hâlâ olağanüstüdür, en modern süper bilgisayarları bile utandıracak bir kapasite ve adapte olma yeteneğine sahiptir. İçsel esneklik ve esrarengiz organizasyon milyonlarca yıl içinde evrimleşmiştir, bu yüzden ben kim oluyorum da eleştiriyorum? İnsan belleği mükemmel değil ama yeterince iyi. *Bir konuşmacı bir keresinde bana HM’nin öğrendiği nadir şeylerden birisinin bisküvilerin nerede durduğu olduğunu söylemişti. Ama daha biraz önce bisküvi yediğini hatırlamadığından daha fazlası için geri gidip duruyordu. Hatıra kazanamasa da kilo kazanıyordu. Bunu doğrulayamam, zira bunun için doğrudan bir rapor ya da kanıt bulamadım. Ancak Bristol Üniversitesi’nde Jeffrey Brunstrom ve ekibinin aç deneklere 500 ml ya da 300 ml çorba yiyeceklerini söyledikleri bir deney var. Daha sonra bu miktarlarda yemek verilir. Ama gizli pompalar kullanan yaratıcı bir düzenekle 300 ml verilen kimi deneklerin kâseleri gizlice doldurulur, böylece aslında 500 ml yemiş olurlar, bu arada 500 ml verilenlerden bazılarının kâseleri de gizlice boşaltılır ki en sonunda sadece 300 ml yerler. İlginç olan bulgu, fiilen tüketilen miktarla ilgiliydi; acıkacakları zamanın saptanmasında önemli olan deneğin yediğini hatırladığı miktardı (yanlış olsa da). 300 ml yediğini düşünen ama aslında 500 ml yiyenler, 500 ml yediğini düşünürken fiilen 300 ml yiyenlerden daha erken acıktıklarını bildiriyordu. Belli ki bellek, iştahı saptama söz konusu olduğunda fiili fizyolojik sinyallerin önüne geçebiliyor, dolayısıyla ciddi bellek arızasının beslenme üstünde belirgin bir etkisi olabilir.
Kategori: ÇıkarımlarımKitabı okuyor
·
408 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.