Gönderi

Felsefi düşünüşe yakışan, tarihi, ussallığın dünyada varolmaya başladığı noktada ele almaktır: ilkin kendinde bir olanak olduğu noktada değil, fakat onun bilinç, istenç ve eylem olarak ortaya çıktığı durumda. Tinin, özgürlüğün, yani iyinin kötünün, bunlarla birlikte yasaların organik olmayan bir biçimde varlığı, ister bilinçsiz, yabanıl ya da yabanıl olmayan bir karanlık olarak, ister olağanüstü birşey diye alınsın, tarihin konusu değildir. Doğal, aynı zamanda dinsel törellik aile sevgisidir. Bu toplumda törel yan, toplum üyelerinin birbirlerine karşı özgür istençli bireyler, kişiler olarak davranmamasında ortaya çıkar: tam da bundan ötürüdür ki aile,tarihin kendisinde kaynaklandığı gelişimin dışında kalır. Tinsel birlik bu duyguların ve doğal sevginin sınırlarını aşıp kişilik bilincine sahip olursa böylece bu karanlık ve tıkız orta nokta ortaya çıkmış olur: burada ne doğa, ne de tin açıklık, saydamlık gösterir, açık ve saydam olmaları için her ikisinin de kendisini bilen bir istençle daha çok eğitimden geçmeleri gerekir. Açık olan tek şey bilinçtir. Tanrının kendinde ve kendisi için olan genelliğine göre kendini aslında neyse öyle olarak açabileceği tek varlık, düşünmeyi öğrenmiş olan bilinçtir. Özgürlük, yalnızca yasa ve hak gibi genel ve tözsel nesneleri bilip istemek­ e ve onlara uyan bir gerçekliği, yani devleti meydana getirmektedir. Kendi belirlenimlerine kavuşacakları bu duruma gelmeden. böylece belli doğrultularda hatırı sayılır bir ilerleme göstermeden önce halklar uzun süre devletsiz yaşamış olabilirler. Yukarda söylediklerimizden de anlaşılabileceği gibi bu türlü bir tarih-öncesi bizi hiç mi hiç ilgilendirmiyor: Bundan sonra gerçekten bir tarih yaşanmış da olabilir, halklar hiçbir devlet kuramamış da olabilir. Aşağı yukarı yirmi yıl önce, yeni bir dünyanın bulgulanması gibi, Sanskritçe ve onun Avrupa dilleriyle ortaklığı bulgulandı. Bu bulgulama German asıllı halkların özellikle Hint halklarıyla tarihsel bağlılığı üzerine bir fikir vermektedir: bu bağlılık böyle konularda istenebilecek tam bir kesinlikle ortaya çıkmaktadır. Devlet kurmak şöyle dursun, toplumlaşamamış bile olan halk topluluklarının varlığı bizce çoktan bilinmektedir. Geleneğin gelişmiş durumları bizi en başta ilgilendirecek olan ötekiler üzerine söyledikleri ise devletlerinin kuruluş tarihini aşmaktadır: onlar bu tarihin öncesinde pek çok değişme geçirmişlerdir. Birbirinden çok uzak ve yalnız bugün değil —bildiğimiz kadarıyla— geçmişte de yalnızca din, anayasa, törellik açısından yani, yalnızca tinsel olarak değil, fiziksel yapıları açısından ayrılık gösteren halkların sözü edilen bağıntısından bizim için şu sonuç doğmaktadır: bu uluslar Asya'dan yayılmışlardır ve tartışılmaz bir olgu olarak çok eski bir akrabalıktan tamamiyle ayrı bir oluşum ortaya çıkmıştır. Bu olguyu, tarihi süsleyip zenginleştiren —yeni fırsatlara göre ilerde de daima zenginleştirecek olan— rastgele düşünülmüş olayların şairce bir düzenlenmesi sanmamak gerekir. Ancak bu türlü uzayıp giden olaylar tarihin dışında kalır: bunlar tarihin öncesinde olup bitmiştir. s. 169-170
·
75 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.