Gönderi

Gautama'an içgörüsü, zihnin deneyimlediği şey ne olursa olsun genellikle bir şeyleri çok istediğini ve bunun da mutsuzluğa yol açtığını söyler. Zihin hoşuna gitmeyen bir şey yaşadığında şiddetle bu rahatsızlıktan kurtulmak, hoşuna giden bir şey yaşadığında da zevkin kalıcı olmasını ve yoğunlaşmasını ister, bu yüzden de hep doyumsuz ve hu zursuzdur. Bu, acı gibi hoşumuza gitmeyen şeyler deneyimlediğimizde çok açıktır. Acı sürdükçe mutsuz oluruz ve acıdan kurtulabilmek için her şeyi yaparız. Öte yandan, keyifli şeyler yaşadığımızda bile tamamen mutlu değilizdir. Ya keyfimizin biteceğinden korkarız ya da keyfin yoğunlaşmasını dileriz. Insanlar yıllar boyunca isterler, bulduklarında da nadiren hoşnut olurlar. Bazıları partnerlerinin kendilerini bırakacağından endişe eder, diğerleri hak ettiklerinin daha azına razı olduklarını ve daha iyi birini bulabileceklerini düşünürler, çünkü hepimiz bunu başaran insanlar tanırız. Büyük tannlar bizim için yağmur yağdırabilir, sosyal kurumlar adalet ve iyi sağlık hizmetleri sunabilir ve şanslı tesadüfler bizi milyoner ya pabilir, ama bunların hiçbiri temel zihinsel örüntülerimizi değiştiremez. Bu yüzden de en büyük krallar bile sıkıntı içinde, devamlı acı ve mutsuzluktan kaçarak ve hayat boyu büyük zevklerin peşinde koşarak yaşarlar. Gautama bu kısırdöngüden çıkmanın bir yolunu bulmuştu. Eger zihin keyifli ya da can sıkımı bir şeyler yaşadığında bu olayları oldukları gibi kabul ederse, o zaman acı doğurmaz. Eğer üzüntüyü, üzüntüden kurtulmayı dileyerek yaşamazsanız gene üzüntü hissetmeye devam edersiniz. ama bundan acı çekmezsiniz, hatta üzüntüde bile bir zenginlik bulabilirsiniz. Eğer mutluluğu, mutluluğun uzayıp yoğunlaşabileceği ihtimalini düşünmeden yaşamayı başarabilirseniz, akıl sağlığınızı kaybetmeden bu mutluluğu hissedebilirsiniz. Zihnin bütün bu duyguları olduğu gibi kabul etmesini ve başka bir sey istememesini nasıl sağlarsanız? Mutsuzluğu mutsuzluk, neşeyi neşe. acayı acı olarak görmesini nasıl başarırsınız? Gautama zihnin deneyimleri olduğu gibi yasamasını sağlayacak meditasyon teknikleri geliştirdi. Bu teknikler, zihnin "şuanda ne yaşıyor olabilirdim?" yerine "şu anda ne yaşıyorum? sorusuna odaklanmasını sağlar. Bu tür bir zihinsel duruma ulaşmak zordur, ama imkansız değildir. Gautama ba meditasyon tekniklerini birtakım etik kurallara da bağlayarak insanların gerçekte var olan deneyimlere paylaştırıp çeşitli isteklere ve fantezilere dalıp gitmemelerini de sağladı. Takipçilerine öldürmeyi, gelişigüzel seksi ve hırsızlığı yasakladı; çünkü bu eylemler ister istemez daha fazla şey arzulamanın fitilini ateşler (daha fazla güç, bedensel haz veya zenginlik). Bu arzular tamamen dizginlen diğindeyse yerini Nirvana olarak bilinen (kelimenin tam anlamı "ateşi söndürmek "tir) büyük bir doyum ve huzura bırakır. Nirvana'ya ulaşanlar tüm acılardan arınır, gerçeği olabilecek en yüksek netlikte, fantezilerden ve hayallerden arınmış olarak deneyimlerler. Elbette yine tatsız ve acı dolu deneyimler yaşarlar ancak bunlar ızdıraba yol açmaz. Sürekli arzulamayan, acı çekmez. Budist geleneğine göre Gautama'nın kendisi de Nirvana'ya ulaşmış ve acıdan tamamen kurtulmuştur. O andan itibaren de "Buddha", yani "aydınlanmış kişi" olarak bilinmiştir. Buddha yaşamını geri kalanını, keşiflerini diğer insanlara anlatıp onları da acı çekmekten kurtarmaya çalışarak geçirmiş ve bu amaçla tüm öğretilerini tek bir yasa altında toplamıştır: Arzular acı çekmeye sebep olur, acı çekmekten tamamen kur tulmanın tek yolu da arzu duymaktan tamamen kurtulmaktır. Bunu yap manın tek yolu da gerçekliği olduğu gibi yaşaması için zihni eğitmektir. Dharma veya Dhamma olarak bilinen bu öğreti Budistler tarafın dan doğanın evrensel yasası olarak bilinir. Tipki modern fizikte e'nin hep mc'ye eşit olması gibi "acı arzudan doğar" kurali her zaman ve her yerde geçerlidir. Budistler bu yasaya inanan ve bunu tüm faaliyet lerinin dayanak noktası yapan insanlardır. Tanrıya inanç ise onlar için fazla önem taşımaz. Tektanrılı dinlerin ilk prensibi sudur: "Tanri vardır. Benden ne istiyor?" Budizmin ilk prensibi ise "Acı vardır. Acıdan nasıl kaçınabilirim"dir. Budizm yağmur yağdırabilen veya zaferler kazandırabilen güçlü varlıklar olarak tanımladıkları tanrıların varlığını yok saymaz ama tanrıların acı çekmeye neden olan arzunun yasaları üzerinde etkileri yoktur. Eger bir insan tüm arzularından arınabilmişse hiçbir tanrı ona izdırap çektiremez. Bunun aksine, eğer arzudan arınamazsa dünyadaki tüm tanrılar bile onu acı çekmekten kurtaramaz. Pek çok tektanrılı din gibi Budizm ve diğer modernite öncesi dinler de tanrıya ibadet etmekten asla tamamen kurtulamadılar. Budizm insanlara, ekonomik refah ve siyasi güç gibi meselelerle oyalanmadan, acıdan tamamen kurtulmayı hedeflemelerini öğütlüyordu. Öte yandan,Budistlerin yüzde 99'u Nirvana'ya ulaşmadıkları gibi zamanlarının bü yük bölümünü dünyevi başarıların peşinde koşarak geçirdiler ve pek çok değişik tanrıya tapmaya da devam ettiler. Bunlar arasında Hindistan'daki Hindu tanrıları, Tibet'teki Bon ve Japonya'daki Şinto tanrıları örnek verilebilir. Dahası, zamanla pek çok Budist mezhebi kendi Buddhaları ve Budd hisatvalarından oluşan panteonlar geliştirdi. Bunlar, acı çekmekten tamamen kurtulma becerisine sahip olmasına rağmen hâlà bu sefalet döngüsünden çıkamamış sayısız insana yardımcı olmak için bu özgürleşme hamlesinden vazgeçen varlıklardı. Çoğu Budist, tanrılar yerine bu aydınlanmış varlıklara tapınmaya başladı ve onlardan sadece Nirvana'ya ulaşabilmeyi değil, pek çok dünyevi sorunla baş etmek için de yardım dilediler. Bu yüzden, Doğu Asya boyunca pek çok Budistin, Buddha ve Buddhisatva'ya seller, salgınlar, hatta savaşlar kazanmak için dualar. renkli çiçekler, güzel kokulu tütsüler, şeker ve prinç sunmakla uğraştığını gözlemleyebiliyoruz. Yuval Noah HARİRİ "Hayvanlardan Tanrılara SAPIENS"
Sayfa 230 - Kolektif KitapKitabı okudu
··
151 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.