Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Fatiha süresi 6. ayet 1. bölüm
اَلْحَمْدُ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى اٰلِهِ وَاَصْحَابِهِ اَجْمَعِينَ صَلُّوا عَلَى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ صَلُّوا عَلَى طَبِيبِ قُلُوبِنَا مُحَمَّدٍ صَلُّوا عَلَى شَفِيعِ ذُنُوبِنَا مُحَمَّدٍ رَبِّ اشْرَحْ لِى صَدْرِى وَيَسِّرْ لِى اَمْرِى وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَانِى يَفْقَهُوا قَوْلِى سُبْحَانَكَ لَاعِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ سُبْحَانَكَ لاَ فَهْمَ لَنَا اِلاَّ مَا فَهَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْجَوَ ادُ الْكَرِيمُ الفاتحة أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ صِرَاطَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْۙ 13 Recep 1443 6. Ayet... Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet, (diyanet meali) (Bize bu yol üzerindeyken, nimetlerini tamamla). Bu Ayet-i Kerim'eyi (لا / LamElif) durağına kadar bir ayet miş gibi açıklamaya çalışacağız, yine de bu Ayet-i Kerim'e nin, tüm zamanlarda da, yedinci ve son ayet olduğu kabul edilmiştir, çünkü bundan sonra anlatılan kavramlar, bu bölümden ayrılmaması gereken kavramlar olduğu konusunda ittifak olduğundan, net bir şekilde, bu ayetin son ayet olduğunu kabul ederiz, cümle ulemâ da bu şekilde kabul etmişler dir. Ancak bu Ayet-i Kerim'e de anlatılan, (nimet verilenlerin yolu) şeklinde, hem ayrı bir bakış açısıyla, hemde devamındaki Ayet-i Kerim'ye bağlı olarak, iki kere zikredilmiş gibi inceleyeceğiz. inşâALLAH'U RAHMAN. Nimet kelimesi insanları yoktan var eden ALLAH azze ve celle'nin bize bildirmesi ile, zihnimizde bildiğimiz nimet kavramının dışında, farklı bir bakış açısı da oluşturulması gerekmektedir. Çünkü bu ve bunun gibi bütün kavramları, bize bildiğimiz halde, kitab-ı'nda bildiren Zat-ı'nın, mutlak suret ile bildirilen kavramlar dan, daha fazla hikmeti olduğunu, ne yaparsak yapalım bize Zat-ı'nın hidayet ettiğinden, farklı bir noktaya erişemez olduğumuz, kesin ve kaçınılmaz bir hakikat'dir. Nimet kişinin eline geçen, geçmiş, geçecek, olan şekilerde, bu dünya için bakıldığında, üç farklı kavramdan oluşur, ancak buna ahireti ekler isek, bu noktada başkaları üzerinden nimet'i tamamlamak, veya mevcut geçen, geçmiş, ve geçecek olanlardan başka, sonsuz bir düşünce ile insan oğlunun idrak-i'nin çok uzağında olan, nimet'in daimi geçmeye devam etmesi, ve hiç eksilme den sürekli artması düşüncesi, neredeyse imkansız dır. Çünkü insan denilen canlı bir takım sınırlar dahilinde, bir takım maddelere bağımlı olarak yaratılmış olduğundan, daimi nimet kavramını açıklayan, bir bildirim şeklimiz yoktur, ve bu noktada cennet nimet-i kavramını, bilmeli ve bunu tefekkür etmeye gayret etmeliyiz. Kullar bu kavramı bu şekilde tefekkür ettiğinde, hakiki nimet'in dünya yaşamı içinde, hayat'ı idame ettirip, bu yaşamdan mümkün olduğunca az bir pay ve az bir parça ile, hatta mümkünse hiçbir zerre almadan, yazılı vakitte ki, belirli olan zaman da, Rabbi Rahîm'ine yürümesi, kendisi için en büyük nimet olacağını, söyleye biliriz. Böyle olunca dünya ve içindeki kavramlardan baş çevirmekten ziyade, kulların yaradılış gayesin den uzaklaşmak başka bir tarafa, sadece kendi verdiğini şehadeti hatırlar, kul. (Bezm-i elest'teki) Bunun dışında bir yaşamı ise, ateşe daha bu dünya da iken atılmak olarak görür. Böyle bir bakış açısı ile düşündüğümüzde, yaşamımızı bu doğrultuda idame ederken, yaşamın hayat'a dönüştüğünü, dünya ve içinde bulunan, her ne olursa olsun, zerre bir payın bile kendisine bir şey ifade etmediğinden, sadece ALLAH azze ve celle'nin Rızasını kazanmak için, bir yolcu şeklinde akıp gider,hakikat aleminin nimet ehl-i yolcusu, bir akar suyun, kayaların etrafından dolaştığı gibi, geçer gider dünya dan. İşte tamda bu sebepten ötürü, bize bir yoldan bahsediyor Ayet-i Celil'e, bu yol isteseniz de istemeseniz de, bana ulaşacak bir yol diyor (EL-MÂLİK CC) din gününün sahibi. Kaçınılmaz mutlakiyet içinde olunan bir yol, bu yol. Dolayısıyla yine Merhamet'in yagane kaynağı yine Merhamet'in den, bizlere bahş ediyor, dönülmez bir yolda olduğumuzu ve bir kere murad etmiş, ve yaratılmış olduğundan kulların, sahipsiz bırakacak da, olmadığından dolayı, bu yolda ne şekilde, ve hangi şartlarda, O'na gitmemizi istediğini, bu yolu O'nun emr ettiği gibi tamamlayacak olmamızı, bunu bu şekilde yapmamız gerektiğini de bize bildiriyor, ve karşısına aldığında (EL-MÂLİK CC), sadece ne getirmiş olduğumuza bakacaktır. Yaşamın içinde bir çok şey elde edebilme imkanına sahip olan insan bu noktada, kendisine verilmiş olan cüz-i iradeyi kullanarak, sadece verilmiş olan nimetleri, O gün yine, O'nun emr ettiği gibi sunarsa, bu şekilde yaşanmış olan hayatın bir itibarı, ve karşılığı olacağını, bizlere bu Ayet-i Kerim'esinde bildiriyor, ve bunun dışında, sanki yapılan tercihler ile değil, zat-ı nın bizlere hesabsız bahş ettiği nimetler ile, karşıma çıkın ve böyle bir hayat yaşayın, dediğini idrak etmemizi bildirmiş oluyor. Bu şeklinde bir anlayış ile yaşarsak, o zaman Razı olabilir olduğunu da, yine bize bildirmiş oluyor. Bu noktadan sonra kullar böyle bir hayat sürerler ise, dünya ve içinden gelen nimetlerin ne olduğunu ancak ozaman anlayıp, bunun dışında kalan herşeyin onu oyalayan, ve kulluk bilincinden alı koyan, şeyler olduğunu idrak edebilir, ve bu doğrultuda verilen nimetleri görebilir. İşte bu noktaya gelmiş kullar dünya da kendisine verilen en büyük, ve asla vaz geçilmez olan nimet'in, İslam çizgisinde bir hayat sürmek, ve mutlak nimet olarak kendisine verilmiş olan, İman etmiş olma şerefine erişmiş olduğunun hakikati'nin bilincine erişebilir. Bu noktaya ulaşan kişi, tüm nimetlerin aslında ahiret için olduğunu görmesi ve dünya içinden en ufak bir parça ile muhataplığının olmaması doğal teslimiyetin ve imanın sonuçlarıdır. Kişi dünya içinde yaşamaya devam ederken, gelen nimet'in ne olduğunu anlaması artık nimet kavramını da iki şekilde görmesi anlamına gelmektedir. Bu iki fark nimet'in hesabsız verilmesi veya bir hesap üzerine verilmiş olması gereğini anlamış, ve bu nokta'da sadece hesapsız nimetlere erişebilmek adına, bize bunu yine Merhametinden ve bu hayatı yaşayan kullara özel muamele sinden dolayı Şevkat'inden öğreten, yine bize hem müjdeci hemde öğretici olarak, RASÛL'ler göndermiş, bunların içinde en büyük nimet olan MUHAMMED (sav) ümmeti olma şerefini bizlere bahş etmiştir, Elhamdülillah... Bu kavramı idrak eden artık zaten bir yolcu gibi yaşar, hesapsız nimetlerin de peşine düşer, sadece mutlak öğretici ve müjdeleyici nin bildirdikleri den dışarıya, asla çıkmaz, böyle bir hayatı sürdürür iken, mutlak nimetlere erişmeye devam ederken, aynı zamanda Hamd ve şükür noktasında, bir hayat sürdüğü için, başında bildirilen yol, kendisine kolay ve çok çabuk biten bir yol olarak sunulur, bu da dünya dan hızlı bir şekilde çıkıp, Hakiki nimet olan Zat-ı na ulaşmış olma, ve Rızasını kazanmış olmanın mutlak nimet'i ne ulaşmak olur. Bu kavramı yaşayamayan kullar ise nimetlerin, yine iki çeşidine ulaşacak olmaları kaçınılmazdır, bunlar seri hesabı olacak nimetler, ve hesabı çok ağır yada sonu hüsran ile bitecek olan nimet'ler dir. Seri hesabı olan nimet'lere ulaşan kullar, dünya ve içinde yaşarken kulluk bilincinden ayrılmayan, ibadetlerini yerine layıkıyla getiren, asla şirk koşmayan, küfür batağından uzak duran, isim ve sıfat tevhidini hayatına tatbik eden, Rablık ve ilahlık kavramlarını kavramış, kullardan başkası değildir. Yani dünya nın en ufak parçasına bile meyl etmek değil, bir zerresini bile değerli görmemekdir bahsettiğimiz, Resulû'nün hayatını tam olarak yaşamayan kişilerden bahsediyoruz, bu kişilerde mutlak nimet ehlidir, ancak bunlarda, yer yüzünde yaradılış gayesi dışında asla hareket etmezler, ve asla kulluk bilincinden bir an bile sapmaz lar, günah emr ve yasaklar kavramlarını bir mutlakiyet içinde yaşarlar, yoksa kaçınılmaz sonucun ne olduğunu da bilirler, bundan dolayı masiva dan bir şeyi asla gözleri görmez. Son kavram olan hesabı ağır olan ve (HafazanALLAH) hüzün ile sonuçlanan nimet ise, kul olan insan kulluk bilincini bir kenara bırakmış, sanki bu dünya için yaratılmış ve, bu dünya içindekiler den bir payı varmış da, onu almak için dünyaya gönderilmiş gibi yaşaması, onun mutlak hezimete ve hüsrana uğrayan olması kaçınılmazdır. Peki insanı iflasa götüren bu dünya veya masiva payları nasıl nimet oluyor diye düşündürür insanı bu noktaya gelen kullar. Eğer bir şey yaratılmış ve yaşam döngüsü içinde bize ulaşıyor ise, bu mutlaka bir nimet'dir. Çünkü Zatının daimi yaratması, kullarının dilemesi üzerine değil, kendi Murad'ı içindir. Bu noktada kullar yaratılanın onun lûtf'undan geldiğini, bununda bir nimet olduğunu idrak eder ise muhatap olunup hesaba çekilecek ve mutlak olarak kendisine İslam şerefi bahş edilecektir. Bu kavramı idrak eden tüm kullar, Zat-ı'nın Murad-ı gereği İslam ile şereflenir, iman dairesine dahil olur, ve idrak etmesine müsade edilir iken, artık nimet'in ne olduğunun da bilmesine de müsaade edilir. Dolayısıyla yaratılmış olan her şeyin imtihan gereği olduğunu, yaratılanların bu sebepten dünya yaşamını sürdürdüğünü bilir. Hani doğru yolunda giderken, sağına soluna bakan çocuklar gibi değilde, önüne bakmasını ve bakmaz ise mutlaka bir şekilde takılıp düşmesine, veya bir yere çarpmasına müsade etmeyeceğimiz gibi, oda bize aslında müsade etmiyor, ve sadece zat-ı na gidildiğini, mutlak kaçınılmaz olanın bu olduğunu, geriye kalan herşeyin bir imtihan, ve kendi mutlak adaleti gereği olduğunu da iman sahibi kulları bilirler. Yine sonuç olarak bunu da, kullarına olan merhametin den ve bu noktaya ulaştıktan sonra nimet ehl-i olmasından dolayı Şevkat inden, bildirir. Yine mutlak bir merhamet ve şevkat bahş eder, Mutlak Merhamet ve şevkat kaynağı olan RAHMAN ve RAHÎM olan ALLAH azze ve celle. En Doğrusu ALLAH azze ve celle bilir. 13 Recep 1443 بيتول
·
228 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.