Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Lâyihanın en umumi meselesi dil meselesidir. Araplar diyorlar: Biz Türkçe bilmiyoruz. Şimdiye kadar Türk hükûmeti bize kendi dilini öğretmedi, öğretemedi, şimdi den sonra da öğretemez, hem Türkçe öğrenmeyi kendimize gerekli de görmüyoruz. Türkçede bize fayda getirecek asâr yok. Türkçe, Arapçadan daha mükemmel, daha medenî bir dil değil; Türkçe ticarette, seyahatte, ilimde işimize yararlı değil. Türkçenin kendisi geniş, nazik, ilmî bir şey söylemek için mutlaka Arapçadan çok sayıda kelime alıyor. Şu dar, faydasız dille biz ne yapabiliriz? Bizim kendi dilimiz, Kur'an dili, dillerin en fasihi olan, cennet halkının konuşmakta olduğu ve Allah tarafından övülen dil, bizim Arapların yaşadığı yerde, "Arap vilayetlerinde" -Ermeniler, “Ermeni vilayetleri” dediği gibi Araplar da Suriye, Hicaz, Yemen ve El-Cezire vilayetlerini “Arap vilayetleri" diye söylüyorlar- Arap dili buralarda resmî dil olmalı, hükümet halkına bu dille hitap etmeli, mahkemelerde hâkimler, bu dille konuşmalı, vilayet işleri bu dille yürütülmelidir. Vilayet valileri, İstanbul yani merkez ile Türkçe yazışırlarsa, yazışsınlar ona karışmıyoruz; fakat Arap vilayeti içinde dil sadece Arapça olur, Arap vilayetlerinin resmî dili sadece Arapça olabilir. Dil meselesi sadece bununla kalmıyor, Araplar, mebusan ve âyan meclislerinde de Arap dilinin Türkçe gibi resmî dil itibar edilmesini istiyorlar. Onların isteğine göre, Osmanlı Devleti'nin iki resmî dili olacak: Türkçe ve Arapça; Arap vilayetlerinde sadece Arapça istimal edilecek. Dil meselesinin bu Intenen ve söylenilen derecesi, hen düşünüyorum, entelektüel Arap milliyetçileri, bu mesele de daha da uzağa giderler, daha da büyak hayaller kurarlar Bazı gençlerin heyecanla söyledikleri sözlerden bunu anlamak mümkün. Hem İslam Aleminin bugünkü durumuna bakan, genç, gayretli, canlı ve milliyetini sevmekte olan bir Arap entelektüeli bu gibi geniş ve büyük hayallere elbette dalar. İslâm âleminin bugünkü fikri ve medeni durumunu göz önüne getirip bakalım: Müslüman Türk olsun, Farisi olsun, Cavalı sarı, ya da Burmalı kara olsun, ne olursa olsun, her bir Müslüman doğarken Arapça dualar dinleyip dünyaya geliyor ve ilk dünya nimeti olarak agzına Mekke hurması tıkıyorlar, Mekke'deki zemzem kuyusundan alınan suyu vücuduna sürüyorlar; Mekke'den getirilen hurma lifi ile yıkıyorlar. Okul yaşına gelinceye kadar anasının, babasının ibadet ettikleri zaman, çok mukaddes sanıp, sevip ve korkup dinlemekte olduğu duaların hepsi Arapça; her Müslüman çocuğu ilk mûsikî sesini ezan veya tekbir halinde Arapça işitiyor ve onlardan duygulanıyor. Bayram'ın “Allahu ekber!"leri onun yumuşak kalbinde çok derin izler bırakıyor. Okumaya Arapça elifbadan başlıyor hem bundan sonra kendi dilinden önce Arapça kıraate gidiyor; orada Arap sarfı, Arap nahvi vesaire okumaya, yani Arap dilini öğrenmeye başlıyor. Müslüman dünyasının her tarafına dağılmış mektep ve medreseler, Arap mektep ve medreseleri. Onlarda okunan ve öğretilen dil de, fen okutulmakta olan dil (lisan-ı talim) de sadece Arapça. Kazanlılar, Singapurlular, Semerkantlılar, Delhililer, Keşanîliler, Mozambikliler hepsi mantıkı, hendeseyi, hikmet ve kimyayı Arapça okuyorlar. Sadece Arap dilini öğreniyorlar. Farsîler kendi dillerini az çok olsa da bir dil yerine koyup Arap medreseleri programına almışlar; biz zavallı Türkler, ya da bizden aşağı derecede olan Asya ve Afrika'nın yarı vahşi kavimleri, dillerini tamamen mektep ve medresenin dışında bırakmışlar. Elhasil, Rusya'da hükûmet mektepleri nasıl Rus mektebi ise, bütün Âlem-i İslâm'da da mektep ve medreseler Arap mektepleridir. Çocuk mektebe girince Araplaşmaya başlıyor, Araplık tarafından temsil ediliyor, Müslüman mektep ve medreseleri canlı zamanlarında, ihtimal bugünkü Rus mekteplerinden fazla güçlü bir asimilasyon vasıtası idiler. Araplar, din-i İslâm ile birlikte Araplığı da yaydılar. Nitekim bugün de Avrupalılar millî temsil için dini istimal ediyorlar. Okumayı öğrenen erkek ya da kız tanrısına Arapça yalvarıyor, molla hutbesini Arapça okuyor. İslâm dünyasında hayatın bütün mühim hadiselerinde Arapça en yukarı yeri alıyor; evlenirken izdivaç akdi Arapça başlıyor; ölürken Arapça Kur'an sesi dinleye dinleye öteki dünyaya gidiyoruz. İmam telkini de Arapça veriyor, melaike sadece Arapça konuştuğundan en cahil bir Müslüman da kabrin korkunç suallerine cevap vermek için, Arapça birkaç söz öğrenmekten geri kalmıyor. Öldükten sonra Allah nasip edip cennete girebilirsek orada artık sadece Arapça konuşacağımıza tam iman getirmişiz. Doğru, bu millî Arap teşkilatının gittikçe eski kuvveti, hayatı kalmadı. Eskiden de halka tamamen nüfuz edemediğinden millî dilleri bitiremedi. Araplar, belki bütün halklardan önce umumî talim esasını koyup “el-ilmu farizatun âlâ-külli müslimin va müslimatin” [İlim talep etmek/öğrenmek her müslümana farzdır. (İbn Mâce'den rivayet edilen hadis-i şerif)] demişler; fakat esasında hayata tam geçirememişler. Umumî talim olmasa da millî diller, millî edebiyat kara cahil halkta kalmış, kara halk Arap temsiline karşı millet müdafiî olmuş... İşte şimdi, İslâm dininin hayatîliğinden, Müslümanların dindarlıklarından faydalanıp mevcut organizasyon yeniden ruh alırsa, canlandırılırsa; Avrupa'dan öğrenilen usûllerle eski Arap-Müslüman teşkilatını kurarlarsa, büyük, güçlü, Arap-Müslüman devleti yeniden dünyaya getirilse... Göz önünde Mısır ve Semerkand'ın eski büyük medreseleri gibi harabe halinde bir bina, bir müessese harabe halinde duruyor. Bu harabenin büyük mimarların, ustaların elinden çıkmış olduğu duvarlarından, kolonlarından, kemerlerinden, süslerinden, nakışlarından görünüp duruyor. Taş, kerpiç gibi malzemesi de hâlâ tamamen dağılıp bitmemiş... Mimarlığın şimdiki kaidelerinden faydalanıp kendi malımızı, istimal edip yeniden tamir etmek mümkün olmaz mı? Çok gayretli, çok heyecanlı, bir Arap genci açıkça söyledi: Gerçekte bütün İslâm dünyası Arap. Müslümanların Arapçadan başka dilleri, Arap din ve medeniyetinden başka medeniyetleri var mı? Arap bayrağı altında birleşip, yeniden eski şerefli İslâm zamanına geri dönmemize her Müslümanın gayret etmesi gerekli... Ah, yok: Ben Arapların Türklerle tamamen müsavi olmalarına karşı değilim, Osmanlı İmparatoluğu'nda Türk ve Arab'ın hakları eşit olsun. Lâkin Arapların Türkleri yiyip bitirmelerine, temsil etmelerine, razı olamam. Nasıl ben Türk’ün Fransız ya da Rus olmasını istemiyorsam, aynı şekilde Arap olmasını da istemiyorum. Din-i İslâm bence milliyet fikirlerinden yukarı, milliyet fikirlerinden âlidir: O bir millete bağlanmamış, Arab'a da, Türk'e de has değil. Din ile milletin ayrılması gerekir. İslâmın dili sadece Arapça, Müslümanlık Araplıktır demek, Allah'ın rabbülâlemin olduğunu unutmak demektir. İslâm milliyete bağlı değildir, ben İslâm'ı Hristiyanlık gibi bütün dünya milliyetlerini bitirmeden içine alacak kadar geniş diye iman ediyorum. Arap genci ile benim İslâm'ı anlayışımızda çok fark var: O İslâm'ı Yahûdilik gibi bir din-i millî diye düşünüyor; ben İslâm'ı umumî, şer'i bir din diye anlıyorum. Arap İslâm'ın bütün insanoğluna yayılmasını istiyor, lakin bununla birlikte Araplık da yayılsın diyor, Müslüman olan her kişi Arap olsun, bütün Müslüman dünyası bir Arap padişahlığına dönüşsün diyor. Bu kadar uzağa gitmeden, Arapların fakat sadece layihalarında yazdıklarını sormaya hakları var mı? Hem bu sorduklarını alabilirler mi? Ben milliyetçiyim, her milletin elinden geldiği kadar olsa da mükemmelleşmesini, beşeriyetin umumî terakkisi için faydalı olarak düşünüyorum. Her millet millet halinde terakkisinin son çizgisine gitmeye kadar hak sahibidir. Başka milletlere tabiî hak tanınan kendi kendilerine sahip olma, kendi dilleri ile konuşma, okuma, okutma, iş yapma hakkını, Araplardan inkâr etmek nasıl mümkün? Kendine, kendi milletine dünyanın her köşesinde bu hakkı isteyip, uğraşan kişi, başkalarına, başka milletlere bu hakkı reddederse Novoe Vremyal [Milliyetçi rus gazetesi] mantığına düşer: Bu mantık, gülünç ve çirkin değil, pis ve iğrençtir... Arapların islah lâyihasında yazdıklarını istemelerine hakları olduğuna hiç şek ve şüphe yok. Lâkin zamanımızda -sadece zamanımızda değil, Âdem aleyhisselamdan bugüne kadar-güce, arkaya dayanmayan hak, yok hükmündedir. Kadim Yunan vaktinden beri hakkı göstermekte olan mizani, kuvvet göstermekte olan yalın kılıca takıp yürütüyorlar. Biz de bilmem ne zamandan beri hak güçlünün diyorlar. Arapların hakları var, doğru; ama güçleri yeterli mi? Ben Arapların istediklerini faaliyete çıkaracak güçlerinin şimdilik mevcut olduğunu göremedim. Güçten, kuvvetten muradım, sadece kaba silah kuvveti değil; ilim ve medeniyet kuvvetini de buna ilave ediyorum. Kendileri de olduğunu iddia etmiyorlar. Yabancı halklardan müsteşarlar çağırmak istemeleri de bu kuvvetsizliğin delilidir. Biz, diyorlar, kendi kendimizi idare edecek kadar, ilim, maarifet ve tecrübe sahibi değiliz (başka türlü söylemek gerekirse, tamamen istiklâl derecesinde olmadan fakat muhtariyet halinde durmaya da kendi kuvvetleri yetmiyor); bunun için bize iş öğretecek olan yabancılara muhtacız. Lâkin Türkler de kendi kendilerine kâfi değiller, onlar da zamana uygun şekilde iş yapmayı, idare etmeyi başaramiyorlar; onlar da yabancılardan müsteşar alamaya bizim gibi muhtaçlar. Yabancıların akıl verip, Arapların iş görmeleri bence de şüpheli. Onlar Mısır'ı misal gösteriyorlar; ama Mısır’da müsteşar denilen kişilerin sadece adları müsteşar, yani İngilizler idare ediyorlar. Ne olursa olsun iş müsteşara gelinceye kadar İstanbul hükümetini razı etmek lâzım. O da kuvvetsiz değil. Arapların onlara yetecek kuvvetleri görünmüyor. İstanbul şiddet tarafını tutsa, karşısına, meselâ, Arnavutluk'ta olduğu derecede, bir millî kuvvet çıkmayacak; çıksa, Fransız, İngiliz konsolos ve zırhlıları çıkacak. Yabancıların yardımı Allah rızası için olmaz, onlar sonunda çok büyük iş hakkı isterler. Kudüs-i Şerif; 14 Nisan 1913.
239 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.