Gönderi

168 syf.
8/10 puan verdi
Kuşlarla Sohbetin Şartları
Merhabalar, bugün Ahmet Murat’ın Kuşlarla Sohbetin Şartları eserini inceleceğiz inşallah. Ketebe yayınevinden çıkan bu eser yazarın Gerçek Hayat dergisinde kaleme aldığı yazılardan oluşuyor. Yazarımız Marmara İlahiyat fakültesinden mezun, İbn-i Haldun üniversitesinde tasavvuf anabilim dalında akademisyen, ödüllü şair, Nihayet dergisinde genel yayın yönetmenliği yapan kıymetli bir isimdir. Araştırma, deneme ve şiir türlerinde eserleri vardır. Öncelikle belirtmeliyim ki deneme türünde eserler okumayı sevdiğim için bu eseri de keyifle okudum. Eserin dili yalın ve sürükleyiciydi. Ahmet Murat’ın eser üzerine yapılan bir söyleşide söylediği ‘ahir zaman müslümanlarının meseleleri’ ifadesi kitabı en iyi şekilde tanımlamıştır. Tasavvufî tonların fazlasıyla bulunduğu bu yazılar okuyucuya yeni bakış açıları ve ufuklar kazandırıyor. Yazıları okurken kendimizi kimi zaman balkanlarda bir tekkede, kimi zaman Kudüs’de, kimi zaman hac yolculuğuna çıkılan Anadol diye adlandırılan arabanın içinde buluyoruz. Yazarımız dünyayı ‘büyüsü bozulmuş bir dünya’ olarak tanımlayarak eleştilerini dile getiriyor ve büyüsü bozulmuş bir dünyada nasıl yaşamalıyız ? sorusuna cevap arıyor. Yazarın tasavvufa olan muhabbeti yazılarını özel kılan hususlardan birisidir. Okurken etkilendiğim yazılardan birkaç tanesini inceleyelim: ‘Yazmalı mı yazmamalı mı ?’ başlıklı yazıda Tekke ve zaviyelerinin kapatıldığı döneme ait tekke mensuplarının yaşadıkları zorlukları kaleme almamalarının sebebi sorgulanıyor. Yazarımız bunu Doğulu olmamızla ilişkilendiriyor ve Doğuluların kendinden bahsetmeyi sevmemeleri ve içinde bulundukları durumlardan şikayet etme gibi bir kültürünün olmadığını delil olarak sunuyor. Günümüzde ise yazar bu durumun tam tersi olduğu, duygularımızı paylaşma konusunda teşvik edildiğimizi söylüyor. Batı kültüründen doğan sosyal medya tam olarak bunu yapıyor. Günlük ve özel hayatımıza dair bilgileri bu kadar kolay paylaşan bir hâle bürünmemiz Doğu kültüründen çok Batı kültürüne kaydığımızın göstergesidir. Bu meselenin çözümü ise paylaşacağımız bilgi ne derecede özel, bunu kimler görecek ? diye bir sorgulama yaparak bu mecraları bilinçli kullanmaktır. Yine aynı yazıda dervişliğin tanımı yapılıyor. “Derviş, duygularını denetleme üzerine ölümüne bir çabanın içine girmiş kimsedir.” Bu tanım bize dervişliğin geçmişte kalan bir şey olmadığını, duygularını kontrol etmeye yönelik üstün bir çabanın içerisine giren her kimsenin derviş olabileceğini söyler. Niçin Kınadığımız Şey Başımıza Gelir ? başlıklı yazıda yazarımız kınama mevzusu ile ilgili bence çok önemli bir bakış açısını dile getiriyor. Bu bakış açısına göre örneğin bir kimseyi cimri olduğu için kınamamız kendimizde olan cimrilik huyumuzun tezahürüdür. Biz eğer yeterince cömert bir kimse olsaydık o kişideki cimrilik huyunu göremeyecektik. Yazar bu soruna çözüm olarak kınamaktan vazgeçmemiz, başkalarının kusurlarını araştırmak yerine kendi kusurlarımıza yönelmemiz ve kusur diye bir şey görmememizi tavsiye ediyor. ‘Kusurları görmeyin’ tavsiyesi ilk bakışta düşünüldüğünde makul geliyor, bana da çok mantıklı gelmişti. Fakat bu kitabı tahlil ettiğimiz bir toplantıda kıymetli bir hocam olaya farklı bir bakış açısıyla yaklaştı ve bu konuda görüşlerim değişti. Şöyle ki: kusurları hiç görmemiz aslında doğru bir şey midir ? Kusurları yok saydığımızda toplumun hali nice olur diye düşünmek gerek. Hocamın da dediği gibi burada önemli olan husus niyettir. Kişi kusuru emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker için görüyor veyahutta kusuru olan kişiye bakıp ondan ders çıkarmak için kusur görüyorsa bunda bir sakınca yoktur. Fakat bunu kınamak, aşağılamak, ileride o kişinin aleyhinde kullanmak hedefiyle yapıyorsa bu yanlış bir davranıştır. Eserin ismini oluşturan yazıda yazarımız Şuayb Ebu Medyen’in bir menkıbesini aktarır. Şuayb E. Medyen inzivaya çekildiği bir dönemde etrafına toplanan insanlara vaaz etmek için dışarıya çıkdığında kuşların kendisinden kaçar. Buna üzülen Şuayb “Şayet konuşmaya salahiyetli olsaydım, kuşlar benden kaçmazdı” der. Bir süre daha inzivaya çekilen Şuayb bu sefer dışarıya çıktığında kuşların kendisinden kaçmadığını ve vaaz ettikce yanına konduklarını görür. Yazarımıza göre kuşlarla sohbetin şartları hayvani nefsimizi terbiye etmemiz ve saf yani içimizin temiz olmasıdır. Yazının devamında Mecnun’a dair minyatürlerde Mecnunun bir ağacın altında kurt, ceylan ve kuşla oturduğundan bahsedilir. Kuran- ı Kerim’den biliyoruz ki Hz. Süleyman hayvanlarla konuşma özelliğine sahip bir peygamber. Yani insanlardan bazıları bu özelliğe sahip. Yazarımız dünyayı ‘büyü’sü bozuk bir dünya olarak niteliyor. Burada kast ettiği şey gerek menkıbelerde olsun, gerekse Kuran-ı Kerim’deki kıssalarda olsun hikmetlerden daha çok olayın gerçek olup olmadığına odaklanıyoruz. Mecnunun hayvanlarla oturduğu minyatürü gördüğümüzde ‘Mecnun hayvanlarla konuşacak derecede ruhani seviyeye nasıl ulaştı’ sorusundan çok ‘ya böyle bir şey mümkün olabilir mi ?’ sorusunu soruyor, hikmeti kaçırıyoruz. Bu sebebten ötürü menkıbelerle olan bağımız zayıftır. Yazarımızın da dediği gibi kıssadan hisse arayan bir kimse olayın gerçekleşme şartlarının mümkünlüğünü tartışmak yerine olaydaki irfanı anlamaya çalışır. Yazarımız “Yarın kıyametin kopacağını bilseniz, elinizdeki son fidanı mutlaka dikiniz” hadis-i şerifini yorumladığı yazısında fidan dikmekten kastın “dünyevi bir iş yoktur” ilkesi olduğunu söyler. Bu ilkedeki irfana sahip olan kişi yaptığı en ufak davranışlar olan su içmenin, elbise giymenin, uyumanın, uyanmanın bir mükafatının veyahutta cezasının olacağını düşünerek o davranışları ihlaslı bir şekilde yapmaya çalışır. Yazarımızın da dediği gibi hadis-i şerifdeki vurgulanan husus bizi fidan dikmek gibi gündelik bir meseleyi namaz kılmak hâline getirmemiz ve o ruhî seviyeye çıkmamızdır. Genel kaanatimize göre biz dünya ve ahireti farklı iki yer olarak görürüz. Fakat bu yanlıştır. Yazıda da vurgulanan husus "dünya yok, ahiretteyiz"dir. Şu anda ahirette yaşadığımız için yaptığımız büyük veya küçük bütün işler ahiret içindir. Büyük sufilerden birinin tanımına göre de ahiret “elest bezminde başlamıştır ve sonsuzdur.” Hayat Provası başlıklı yazıda yazarımız tövbe konusunda güzel bir bakış açısı sunuyor : “Tevbe bize, işlenen hatayı yeniden işleme fırsatı vermek için değil, onu gözümüzde büyütmek ve yeniden işlememek içindir.” Burada vurgulanan husus ‘Nasıl olsa tövbe ederim’ düşüncesiyle işlenen günahların tövbenin yanlış anlaşıldığından kaynaklı olduğunu anlatmaktır. Tanımda olan ‘gözümüzde büyütmek’ kısmı ise tartışılır. Şöyle ki: Büyük sûfîlerden Cüneyd-i Bağdadi ‘tövbe, günahını unutmandır.’ demiştir. Bu ifadeki kasıt kişinin günahını unutmaması ve neticesinde günahının esiri haline gelmesinin önüne geçmektir. Kişi günahını unutmalı ki hayatına devam edebilsin. Hangi Yalnızlık? Başlıklı yazıda sûfîlerin uyguladıkları genellikle 40 gün olan halvet uygulamasının artık günümüz modern dünyada gerek iş, gerek ev meseleleri vb durumlardan ötürü uygulayamadığımız anlatılıyor. Bunu günümüzde nasıl yapacağız sorusuna ise “İçinde bir muhasebe imkanı barındıran yalnızlık” cevabı veriliyor. Halvet uygulanmasının yapılmasının zor olduğu bu dönemde yazarımızın verdiği bu cevap bence önemli bir nitelik taşıyor. Eserde genel itibariyle vurgulan hususlar: “içimiz değişirse dışımız da değişir, mevzuu kaybetmemek( mevzuu islamî yaşam), tasavvufî yaşam geçmişte menkıbelerde kalan bir şey değildir, günümüzde de yaşanabilir.” Kitabı keyifle okudum, tavsiye ederim. Bazı yazılarda çok etkilendim ve önemli bakış açıları kazandığımı düşünüyorum. Ahir zaman müminlerini dert edinen Ahmet Murat’ın eserlerini takip etmeliyiz. Selâm ederim. İbrahim Serdar
Kuşlarla Sohbetin Şartları
Kuşlarla Sohbetin ŞartlarıAhmet Murat · Ketebe Yayınları · 20191,495 okunma
·
271 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.