Gönderi

Bir İntihar Mektubu
Bazı hikayeler sondan başlarmış, benimki de öyle bir hikâye işte. ‘Öyle miskindin ki yaşamayı bile beceremedin.’ dediğini duyar gibiyim şimdi. Haklısın, ben bana bahşedilen hayatı sonuna kadar yaşamayı göze alamayacak kadar tembelmişim, son sayfasına kadar okunmak istenmeyen kitaplar gibi yavan ve renksizdi ömrüm, kimseye daha fazla gölge olayım istemedim. Buraya mavi- beyaz bir trenle, üç gün önce, tam üç gün süren uzun bir yolculukla geldim. İsteyerek seçmedim bu şehri, bu kalkıyor dediler ve bindim. Kötü geçti yolculuğum, rahat değildi koltuklar, içki kokuyordu vagonlar. Kondüktöre rica minnet birkaç defa yer değiştirdim ama yine de rahat edebileceğim bir yer bulamadım. Huzursuz oluşumdandı belki, kuş tüyü yatak olsa yine rahat edemeyecektim. İntikam almak ister gibi bütün gece ağlayıp durdu çocuklar, susmak bilmedi sürekli konuştu insanlar, ha bire öttü trenin acı sireni, inen binen tükenmedi, sesler çoğaldıkça sinirlendim, uyumak istedikçe silkelendim, sonra oh olsun dedim, oh olsun işte budur senin layığın. Dedim ya insan huzursuz olunca daha artıyor huzurunu kaçıracak şeyler, öyle de oldu arttı durdu içimde biriktirdiklerim. Üç gün boyunca dışarda yanan kızıl toprağa bakıp yapacaklarımı düşündüm, sonra seni, beni, nasıl bu hale geldiğimizi, daha doğrusu senin deyiminle benim her şeyi nasıl berbat ettiğimi. Bizim oraların ağaçları gibi sararmamıştı yapraklar. Kan kusmuş sanki hepsi, koyu bir kızıllığa boğulmuşlar, öyle güzeldi ki cehenneme övgü gibi. Çoğu şey gibi mevsimi de hesap etmemişim, ince bir gömlek içimde, soğuk oluyormuş geceleri, üstüme battaniye istedim, yokmuş, yol boyunca üşüdüm, yol boyunca düşündüm, bitiyordu işte. Bir çıkar yol aradım, bulamadım elbette, her zamanki gibi boş beleş şeylerdi aklıma gelenler, biliyorum duymak bile istemezdin. Sonra eleği delinmiş gibi yıldız saçıp duran gökyüzüne çevirip başımı hiç olmayacak dilekler diledim. İçlerinden yine en olmazına sarılıp hiç şansım olmamasına rağmen iyi bir insan olmayı diledim. İyi bir insan olup beni affetmeni, iyi bir insan olup Tanrı’nın beni bağışlamasını, sonunda haddim değil elbette ama cennete bile gitmeyi. Hep aynısın hiç değişmeyeceksin!’ diyordun ya sevgilim, haklıydın. Değişmek için şehir değiştirmek de yetmiyormuş. Ta buraya kadar geldim ama aynı dildi konuştuğum, aynı kaygı hissettiğim, aynı düşlerdi korktuğum ve yine aynı yalanlardı başvurduğum. Bu son görevim, sana söz veriyorum, bitiyor, bitecek, tan yeri ağarana kadar çoktan bitmiş olacak belki de. Az eşyalı, çok odalı bir oteldi önce seçtiğim ama cesaret edemedim. İnsanların çok olduğu bir yerde hiç olamıyormuş insan. Koşmaya başladım sonra, koştum koştum koştum…Ne kadar sürdü o yolculuk, nereye vardı ayaklarım hatırımda değil hiçbiri. Bir su birikintisine girdi ayakkabım, ürperdim, keskin bir iyot kokusu, usul usul dalga sesi ne kadar bildik eskiden, ana dil gibi ilk akla gelen. Oturdum kumların üstüne, hava ayaz, hala soğuk, üşüyorum, umurumda değil hiçbiri, eğer güzel bir son yazacaksam böyle bir yer seçmeliydim. Bu kadar keskin kararlar almak ruhuma aykırı benim değil mi? Haklısın, basit bir duvar saatini bile hangi duvara, neyle assam diye bütün gün düşünüp asamadan öylece masa üstüne bırakan biri için olağan üstü radikaldi bu yapmış olduğu eylem. Seni, affetmemenin ağırlığıyla ezmemek, keşkelerin sancısıyla kahretmemek için hiç haber vermeyeceğim gittiğimi, tam da istediğin olmadı ama evet sonunda öldürdüm onu “bitti.” Ölüm yakışmayanların yüzü gibi aydınlık olsun yüreğin, suçlu sen değildin. NİSA DEDE 28.11.2020 LONDRA
·
236 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.