Gönderi

448 syf.
2/10 puan verdi
Gözlerindeki Canavar
Gözlerindeki Canavar
kitabına ilk denk geldiğimde kitabın türünün bir fantastik kurgusu olduğunu düşünerek ufak bir hevesle başlamak istemiştim fakat herhangi bir kitaba başlamadan önce illaki o kitap hakkında internetten, bloglardan veya kitap sitelerinde yazılan, yapılan yorumları ve düşünceleri okuma gibi bir alışkanlığım olduğu için kitabı okumadan önce kitap hakkında ufak bir şekilde bilgi edinmeye çalıştım. Tabii yorumları okuyup fantastik olmadığını öğrenince ufak bir hayal kırıklığı yaşadım fakat bu hayal kırıklığını bir kenara bırakarak yazılan incelemeleri okuyarak kitap hakkında bilgi sahibi oldum. Çok fazla beğenilen bir serinin ilk kitabı olduğunu görünce başlayabileceğimi düşündüm fakat beğendiğini ifade eden incelemeler olduğu gibi kıyıya köşeye sıkışmış beğenmediğini ifade eden birkaç tane incelemeye denk geldim. Çoğunluğun beğenerek okuduğu bir kitap olduğu fark ederek bana çokça hayal kırıklığı yaşatmayacağını düşünüp okumaya başladım. Kitabın ilk sayfaları anlatım dilinin yakınlığı ve anlaşılırlığı sayesinde kitap beni içine çekti, sıradan bir anlatıma sahipti ama en nihayetinde anlaşılır bir dille anlatılıyordu. Kahraman bakış açısından anlatılan çoğu kurgu hoşuma gittiği için kitabı sevebileceğimi düşündüm fakat bir süre sonra “Ben tam olarak ne okuyorum ya?” falan oldum. Aslında kitapta şoke edecek veya dehşete uğratacak pek bir olay yoktu. Sadece tamamıyla sıradan, klâsik klişeleri barındıran bir “aşk” romanıydı. Benim düşüncelerime göre aslında bir “aşk” romanı değildi. Sadece cinsellik üzerinde ilerleyen, bedenlerini arzulayan iki bireyin hikâyesini anlatıyordu. Kitabın içinde cinsellik yoğun bir şekilde işlenmişti, beni rahatsız eden kısım elbette bu değildi. Okuduğum birkaç incelemede bunu görüp cinselliğin olduğunun bilinciyle kitaba başlamıştım, böyle sahnelerden de aşırı rahatsız olup asla okumam diyen tipte biri değilim fakat bir süre sonra bazı sahnelerde aşırı rahatsız olduğumu dile getirebilirim ve üstelik bu kitap bildiğim kadarıyla bir aşk romanı, birbirlerini sevdiklerini söyleseler de “aşk” ya da “sevgi” denen duyguları ben okurken hissedemedim. Bu noktada benim için sıkıntı cinselliğin olması değil, yazarın aşk denilen duyguyu okuyucuya tam manasıyla geçirememesidir. On sekiz yaşında olan Karissa üniversite öğrencisidir. Günün birinde felsefe dersinin olduğu bir sınıfta telefonu unutur, telefonunu unuttuğunu fark eder etmez telefonunu almak için geri döndüğü vakit tesadüf eseri Ignazio Vitale ile karşılaşır. Kendisinden yirmi yaş büyük otuz sekiz yaşında olan ve adeta kötülüğün vücut bulmuş hâli olduğu belli olan Ignazio Vitale’den uzaklaşması gerektiğini bildiği hâlde ona doğru çekilir. Aralarındaki yaş farkı ilk okurken çok dikkatimi çekmedi, sanırım ilk bölümlerde bu kısmı tam olarak dikkat etmeyerek çok üstünde durmama kararında bulunmuş olmalıyım çünkü fark edilmeyecek bir ayrıntı değil. Aralarındaki yaş farkı üzerinden bir sürü şey demek istiyorum ama durup incelemenin içinde bunun tartışmasını yapmayacağım. Aslında kitap tamamıyla babası yaşındaki adamla saçma sapan bir ilişkiye giren, karakteri yerine oturmamış, kendi kararları olmayan, hükmedilmeyi seven küçük bir kızın hikâyesini anlatıyordu. Sonlara doğru birkaç olay patlak verse de bu kadar durağan ilerleyen bir kitabın sonunda yaşanan olaylara benzer bir şeyler yaşanacağını tahmin edebiliyordum, benim için tahmin edilmeyecek bir durum değildi. Yani olayın tamamını tahmin ettiğimi dile getirmiyorum, sadece yaşananlara benzer bir olayın patlak vereceği hissiyatı içindeydim. Hatta Karissa ve Naz, Karissa annesi için endişelendiği vakit evlerine gittiği vakit bunu anlamıştım. Karissa’nın eline aldığı fotoğraf bile beni şüpheye düşürmüştü. O an kesinlikle herhangi bir durum patlak verip kitabın seyrini değiştirecek dedim kendi kendime ve öyle oldu. Şimdi gelelim karakterlere... Karissa açık seçik bir şekilde salağın tekiydi. Normalde bir karakteri için “salak” kelimesini direkt kullanmazdım ama Karissa bana göre bu kelimeyi hakkıyla hak ediyor. On sekiz yaşında ya da on dokuz yaşına giren/girecek bir birey olmasını geçtim, bana göre hâlâ küçük bir kız çocuğu gibi hâl ve tavırlarına sahipti. Karakteri daha yerine oturmamış, ne olduğunu veya kim olduğunu bilmiyordu. Tabii genel olarak bakılırsa sonlara doğru gerçekten kim olduğunu, ne olduğunu bilmediğini fark ediyor. Bu durum çok ayrı bir mesele. Yaşının vermiş olduğu bir çocuksu tavırlara sahipti, bu normal bir durumdu, bunu elbette anlayabilirdim ama salak tavırlarına ve davranışlara anlam veremem. Klişe kitaplardaki salak, saf kız karakterinden hiçbir farkı yoktu. Bir tek sanırım ağlak bir karaktere sahip değildi, eksik olan yani buydu. Keşke ağlak bir karakter okusaydım da bu kadar salak ve pasif karaktere denk gelmeseydim. Kitabın içinde neredeyse kendi ayaklarının üzerinde durduğu, kendi kararlarını verebildiği düzgün bir an bile yok. Bazı yerlerde aşırı salak ve anlamsız davranıyordu. Sanki yönetilmek zorunda olan bir çocuk gibi davranıyordu. Naz ise kendine çok güzel bir oyuncak bulmuştu bence çünkü genel olarak bakılırsa Karissa tam bir bebek gibi Naz ne derse desin sorgusuz sualsiz yapıyor, herhangi itiraz dolu kelime zikretmiyordu. Aşırı pasif bir karakterdi, kendi kararları yoktu ve birde verdiği saçma tepkilerin hiçbirine anlam veremiyordum. On sekiz yaşında olabilir, kendisinin bir birey olduğunu unutup duruyordu. Bu kadar saçma tepkiler vermekte neyin nesi? “Yediğim en iyi sufle.” “Daha önce çok sufle yedin mi?” “Hayır. Hiç yemedim.” (Sayfa 64) Mesele bu diyalog. Elbette daha sufle yememiş olabilirsin, bu çok şaşırılacak bir durum değil fakat daha önce sufle yememiş isen yediğin en iyi sufle nasıl o anki yediğin sufle olabiliyor? Okuduğum en gereksiz sahnelerden biriydi galiba. Bunca zamandır okuduğum kitaplar arasında hiç bu kadar anlamsız bir sahneye denk gelmemiştim. Anladığım kadarıyla okuyucular arasında sadece bana garip gelmiş olmalı bu sahne çünkü hiçbir incelemede kitabın garip yönlerinden ve benim gözüme batan çoğu ayrıntıdan neredeyse hiç söz edilmemişti. Ya bende gariplik vardı ya da diğer okuyucular sırf okumak için kitap okuyordu. Şahsen bu aralar üzerinde çok yoğun bir şekilde düşünmek istemediğim türde kitaplar seçiyorum ve bu kitapta onlardan biriydi fakat durup çok üzerinde düşünmememe rağmen ben bile farkına varabiliyorum ve üstelik bazen anlam veremiyorum. Sırf popüler diye mi herkes bu tarz romanları beğeniyor yoksa benim mi yaşım bu kitaplara hitap etmiyordu? İçeriğinde cinselliği ön planda tutulduğuna bakılırsa tam benim yaş kesimlerime hitap etmesi gereken bir roman olması lazım ama bana nedense bu tarz romanlar hitap etmiyor, ilgi çekici gelmiyor. Çok klişe geliyor, çoğu kitapta bunlara benzer olaylara denk gelinebilir. Sanırım belki de ben aşk romanı okurken daha farklı şeyler içerisinde beklentiye giriyorum. Beklediğim şey bu kitaptaki konuyla örtüşmüyor. Aslında çoğu aşk adı altında piyasaya sürülen aşk romanlarından hiçbir farkı yoktu. Daha çok kitap Grinin Elli Tonu filmini andırıyordu. Sadece sanırım ileri derece cinsellik sahneleri örtüşmüyordu fakat kız ve erkek ikilemesinde benzer yönler oldukça mevcuttu. Ignazio Vitale tam bir kötü adamdı, bu apaçık belli bir şeydi. Bildiğin kötülüğün vücut bulmuş hâliydi. Saplantılı, takıntılı, bencil bir katildi. Karissa başından beri doğru düzgün adamın ne iş yaptığını bile bilmemesine rağmen herhangi bir şekilde düzgün bir üslupla işini sormayıp ayrıntı istememesi beni deli etti. Çoğu zaman içten içe çok pasif davrandığının farkındaydı fakat nedense hep susmayı, köşesine çekilmeyi tercih ediyordu. Bunu neden yapıyordu? Bir erkeğe sırf yakışıklı diye ve onu sevdiğini düşündüğü için neden boyun eğiyordu? Adam hakkında elle tutulur hiçbir şey bile bilmiyordu. Bu karar pasif bir karakter olunmaz ki! “Her zaman yaptığı her ne ise onu yapıyordu. Ne olduğunu bilmiyordum. Ona sormuştum ve ‘insanlarla ilgileniyorum’ diye cevap vermişti. Her gün insanlarla ilgilenen biri için çok ender yanında insan görüyordum.” (Sayfa 364) Bu kısımda pekâlâ her bir şeyin farkında olup bunları dile getirmemesi bence büyük bir sıkıntı. İleride soyadını taşıyacağı adam hakkında en ufak bir bilgi sahibi değildi. Tam olarak nereli, nerede doğup büyüdü, ailesi kimdir, ne iş yapar, ailesi öldü mü yoksa yaşıyor mu, kardeşi var mı... En önemlisi de bence bunca yaşına rağmen evlenip evlenmediği sorusuydu. “Bu günü göreceğime inanmazdım,” dedi adam. “Vitale yeniden evleniyor." Bu sözler üzerine yüzüm asıldı. Vitale yeniden evleniyor. Yeniden. (Sayfa 338) Yeniden? Hadi ya? :D İşin üzücü kısmı ise Karissa’nın bu durumu tanımadığı insanlar arasında öğrenmesiydi. Bu sahnede gerçekten çok üzücü bir durumla karşı karşıydı ve Karissa’dan Naz’a karşı büyük bir tepki vermesini bekledim. Elbette birinin geçmiş hayatında biriyle evlenmesi bir sıkıntı değil. Tepki vermesini beklediğim kısım artık dilini kullanıp konuşmaya, bir şeyleri sorgulamaya başlamasını istememdi. Açıkçası bana göre herhangi biri, evlenmek istediği bir kadına evlenme teklifi edip bu durumu saklıyorsa ortada bir sıkıntı vardır çünkü bana göre daha önce evlendiğini saklaması pek hoş bir durum değil. Karissa’nın bu vurdumduymaz hâlleri bence hiçbir insan evladında yoktur. Bu kadar her şeye boyun eğilmez. Senin de bir ağzın, dilin var. Sonuçta yaradan onları süs olsun diye öylece oraya koymadı. İç sesi bile bazen insanı deli ediyordu. Ignazio Vitale ile tanıştığından beri “Ah, beyaz atlı prensim beni seviyor, böyle düşünmemeliyim.” gibilerinden düşünceler içerisindeydi. Beyaz atlı prens? Ignazio Vitale’den olsa olsa kötü kalpli canavar olur. “Kendimi güzel olarak adlandırmazdım.” “Ben adlandırırım.” “Seni de kötü olarak adlandırmazdım.” “Ben adlandırırım.” (Sayfa 360) Karissa, Naz’ın bu söylediklerine rağmen hâlâ inatla kendini kandırması taktire şayandı. Gözlerinin önünde her şey apaçık ortaydayken bile kendi kendini yalanlarıyla bu kadar iyi kandırabilen biri olabileceğini ilk defa şahit oluyordum. Ignazio Vitale ve Karissa’nın annesi Carrie’nin garip bir şekilde güven problemleri vardı, ilk başta bu kadar gereksiz tedbire ne gerek var diye düşündüm fakat sonradan bunun sebebini anladım. “İnsanların evime girip çıkmalarından hoşlanmam. Onlara güvenmem.” (Sayfa 177) Yine de bu sahnede oldukça ironik bir şekilde gülmüştüm, tabii o sıralar sebebinin ne olduğunu bilmiyordum ama sebebini öğrendikten sonra bile sırf evini temizletmek için gelen görevliye kadar dikkat etmesi komik gelmişti. Her lafından biri güven kelimesiydi ve nedense onunla hiç bağdaşmıyordu. Tehlike kendisiydi. Güvenilmemesi gereken tek kişi kendisiydi. Kitabın ilk sayfaları bir umut kitabı sevebileceğime kendimi inandırmış gibiydim. Son zamanlarda okuduğum kitaplara oranla anlatım dili hoşuma gitmişti. Beni içine çekmişti, sanırım güzel bir kitap olacak diye ufaktan umutlandım. Nedense bir kitap için beklenti içerisinde veya umut dolu başlarsam hep bir hüsran beni buluyordu. Evet, bu kitapta hüsranla son buldu. Aşkla ilgili pek bir şey yoktu, kitabının yarısından çoğu cinsel içerikli kısımlarla doluydu. Bir ara hatta bu ikisi ne ara birbirlerine aşık olup sevmeye başladı diye düşündüm çünkü elle tutulur bir şekilde ne birbirlerini tanıyorlardı ne de birbirlerini görmüşlerdi. Her şey birden bire olmuştu. Karissa zaten hiçbir şeyi sorgulama gereği duymuyordu, Naz’ın ise zaten başka bir amacı olduğundan dolayı onun açından olayların hızlı değil aksine yavaş geliştiğini bile düşünüyor olabilirdi. Karissa Naz’ın dış görünüşünden etkilendi, bu apaçık belli bir durumdu. İnkâr edilebilecek hiçbir tarafı yoktu ve bence Karissa acı çekmekten zevk alan pasif karakterin tekiydi. Bunun en açık tarafı cinsel sahnelerinde mevcuttu. Okurken şoke olduğum nokta sanırım buydu. Aslında karakteri yerli yerine oturmuş biri değildi de neyse. Bunun üzerinde durmayacağım. Naz ile karşı karşıya kalınca dili bir yerine kaçmış gibi konuşurken annesi taşınma konusunu açınca Karissa’nın konuşabildiği ortaya çıktı. Takır takır kendini ifade etti, oldukça kendinden emin ve ne istediğini bilen bir ifadeyle hem de. Orada anladım ki Karissa isteyince çok güzel bir şekilde istemediği durumlara karşı konuşabilme yetkisine sahip olabiliyor. Bazı kısımlarda çıldırma raddesine gelmiştim. Hele son sayfalardan annesi onu çağırmasına ve kendisinin de kötü bir şey yaptığının farkında olmasına rağmen Naz’in arabasına binmesini şaşkınlıkla okudum. Annesi yerine sadist bir katili seçti. Annesi yerine üstelik, annesi! Ne olursa olsun annesini seçmesi gerekiyordu. Üstelik bence bazen kendisiyle çelişiyordu. Mesela şu sahnede: “Bir erkek için değişmemelisin.” “Haha. Konuşana bakın. Uyduruk Payless çizmelerinden dokuz yüz dolarlık Jimmy Choos’a geçiş yapan sensin.” (Sayfa 203) Arkadaşı Melodi resmen Karissa’yı bir cümleyle özetledi. Birinin gerçekleri ona söylemesi lazımdı. Bir erkek için değiştin, tatlım. Üstelik o erkek uğruna anneni görmezden geldin. Kitabın içinde bildiğin sugar daddy ilişkisi vardı. Ne az ne çok. Tamamıyla durum bu. Aralarındaki yaş farkı, adamın kızı para yoluyla elde etme çalışması falan... Tamamıyla bu ilişkiyi anlatıyordu. Bu durumu inkâr edebilen biri çıkabilir mi? Naz’ın hâl ve tavırları bile sürekli para yoluyla kızın gönlünü çalmaya çalışmaktı. Kızın gözünü parasıyla boyuyordu. Kitap durağan ilerliyordu, sadece sonlara doğru bazı gizemler kitaba bir renk katıyordu ama pek etki yaratmadı benim açımdan. Olay yoktu, adam katil ama bunu biz sadece birkaç cümle ile görüyor, kendimiz farkına varıyorduk. Salak Karissa Naz’ın hâlâ daha insanlara yardım ettiğini düşünüyor olsa da bir okuyucu olarak elbette bunu anlayabiliyordum. Kitabın anlatım dili beni içine çekti, bir çırpıda okunabilir aslında ama tamamıyla boş, kafa dağıtmak istiyorsanız ve bu tarz romanlar size hitap ediyorsa okuyabilirsiniz. Benim bu aralar kitap okuma amacım kafa dağıtmak olduğu için kafamı dağıttı ama hoş duygular içerisinde değil. İsmi benim için fantastik kurgu izlemi verse de öyle değil, değişik bir “aşk” romanı okudum. Salak bir saf kız ve katil bir kötü adam... Ne kadar nadir rastlanılan bir konu bütünlüğü değil mi? (Tanıtım Bülteninden) Kırmızı Başlıklı Kız, Koca Kötü Kurt’a âşık olursa… Ignazio Vitale iyi bir adam değildi. Onu ilk gördüğümde tehlikeyi sezmiştim. Karanlık ve öldürücü… Büyüleyici ve ürkütücü... İstediğim her şey ve ihtiyacım olan son şey... Saplantı… Beni ağına düşürmesi, yatağa atması ve hayatına dahil etmesi çok uzun sürmedi. Onun sırları vardı, hayal bile edemeyeceğim sırlar… Gözlerindeki karanlık, ürkütücü ve heyecan vericiydi. O, yakışıklı prens maskesi ardına gizlenmiş bir canavardı ve maskesini çıkardığında her şey değişmişti. Ondan nefret etmek istiyordum. Bazen ediyordum da... Ama bu onu sevmeme engel olmuyordu.
Gözlerindeki Canavar
Gözlerindeki CanavarJ. M. Darhower · Yabancı Yayınları · 2015887 okunma
·
775 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.