Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Sözlük (kaynak: ekşisözlük)
Yaşar Kemal
Yaşar Kemal
İnceMehmet abara: köy evlerinin tavanındaki direkler arasında kalan boşluk (abara/@sebelek) akarak: su yolu, dere mecrası. alaçık: hasırdan yapılmış, yarım silindir şeklinde yörük çadırı. alıp yatırmak: birdenbire hızla koşmaya başlamak. allalem: sanırım, galiba. arıtmak: (niyeti arıtmak) niyetini kesinleştirmek. aşmak: erkek ve dişi hayvanin çiftleşmesi. ay ıslığı: (ayı ıslığı): parmaklar ağza götürülerek çıkarılan ince ve tiz sesli ıslık. `ayal: geçimiyle mükellef olunan kişi. balkımak: ışımak, aydınlanmak. barhana: ev eşyası. beli bıkını kırılmak: her tarafı ağrımak. belleme: yük hayvanlarının sırtına örtülen keçe, meşin ya da kalın kumaş parçası, binek hayvanını soğuktan korumak için beline sarılan veya eyerin altına konulan keçe. berdi: toprak evlerin damını örtmekte kullanılan saz, sırık, çalı çırpı v.s. biruh: ruhu gitmiş, ruhsuz. bol bolamadı: bol bol, dolu dolu. burcu bulanmak: dayanma gücünü yitirmek, ağlayacak duruma düşmek. `buydurmak (bkz: buymak): dondurmak. buymak: soğuktan donmak. büvet => büğet: su birikintisi, gölcük. car: yardım. cartayı çekmek: ölmek. ceç etmek: kalburda tahıl elemek cemmi gafur => `cemmi gafir: alelade kalabalık. cendek: insan veya hayvan ölüsü. cıncık: bardak, kadeh, tabak vb. sırçadan veya porselenden yapılan şeyler, züccaciye. cicim: ince dokunmuş renkli, nakışlı kilim. cilpirtilik: bir tür maki (cilpirtilik yerine cilpirti daha sık kullanılıyor olabilir) cipbeter olmak: büsbütün beter olmak cipil: kirpikeleri genellikle çok açık renk olan sapsarışın mavigözlü kişiler için de kullanılan bir sıfat; zaman zaman zamir cokuşmak: (bir yere) çokuşmak: (bir yerde) toplanmak. (cokusmak/@tsan chan) çağşaklı: kirli. çakır dikeni: dikenli bir bitki. çamçak: ağaçtan oyularak yapılmış büyük kaşık, kepçe. çampara: araba dingilinin ucuna geçirilen yassı halka. araba hareket ettikçe ses çıkarır. çatlamak: sıçmak. çavmak: yön değiştirmek. çaygara: çay veya dere yakınındaki küçük pınar. çemremek (çemirlemek): giysinin kollarını dirseğe kadar kıvırmak. çeti: baklagillerden dikenli bir çalı. çımgışmak: uyuşmak, ürpermek; vücudun bir yerinin ağrıması çiğir: taşlık yol, patika. çinke taşı: sağlam, sert taş. çir: yağ. çont: eli kolu sakat, felç. çövdürmek => çöğdürmek: işemek. dahalet etmek => dehalet etmek: sığınmak. dalgündüz: güpegündüz. değilcikten: mahsuscuktan, iş olsun diye. derakap: hemencecik. derimevi: keçeden yapılmış çadır. dilhun: dertli, yüreği yanan. divlik: [divlek ile ilgili olduğunu sandığım bir kelime, kavun anlamına geliyor] (bir kuş türüdür aynı zamanda, o yörede çok bulunur) dulda: gölge; yağmur ve rüzgar almayan kuytu. durraç: turaç. dünek: ev, ocak (`dunek/@evin) (romanda ev anlamı yerine istirahat anlamında kullanılıyor, "uyku yok dünek yok" gibi). edik: bir tür ayakkabı. ekmeksiz: zürriyetsiz anlamına gelen bir hakaret. emecik: emek. emiştirmek: sağılmadan önce koyunların kuzular tarafından gizlice emilmesi. emlemek: yarayı ilaçlamak. emlik kuzu: henüz ot yememiş, yalnız anasını emen kuzu. evran: devasa boyutlardaki efsanevi yılan. başı kesilse de yerine onlarca yeni başı çıkar. yaşar kemal evranı biri ortadan kalktıkça yerine daha azılısı gelen zalim toprak ağalarına eğretileme olarak kullanıyor. feldirdemek: titremek. fırdolayı: çepeçevre. fışkı: tezekleşmemiş hayvan pisliği. firez: yeni çıkmaya başlamış ekin. fütur: kaygı, tasa. gail: razı demek olabilir. galyen: tütün içmek için kullanılan bir tahta ağızlık. gelha eylemek: atmak, saplamak. gıllıgış: gizli ve kötü amaç. göcek: bir karış boyundaki ekin. göğünmek (göynümek): sararmak. gözlerini belertmek: gözlerini kocaman açarak imada bulunmak. gülşeftali => gülşefteli: açık kırmızı. güney yeli: lodos. hali: sahipsiz. hanuman: ev, bark. hapahap kalmak: yüzyüze, karşı karşıya gelmek. harim-i ismet: mahrem yer, namus ocağı. harman savurmak: tahılı samandan ayırmak için dövülmüşünü rüzgâra karşı savurmak havak: kökü havakmak fiili, yaranın azması, şişip kızarıp iltihaplanması anlamına geliyormuş hayıt: bir ağaç türü, ayıt olarak da geçer. hayma: çardak. hempa: yoldaş. hırızma: hızma. hızman: kuru çiriş otu tozunun suyla yoğrulmasıyla elde edilen mataraya benzer bir saklama kabı. hopur: orman ve çalılıklar kesilerek ya da yakılarak elde edilen tarla. hörtük: gavur, mendebur gibi bir sövgü. huğ: saz ya da kamıştan yapılan kulübe (`hug/@rialto) hulus-u kalp: kalp temizliği. hütdağı (hüt dağı gibi şişmek): çok şişmek,kabarmak. hüyük (höyük) : tepe. ığranmak: bir o yana bir bu yana sallanmak. ıhırcık: akşam üzeri olan alaca karanlık. ırganmak: sallanmak. ırılmak: uzaklaşmak. ifna etmek: yok etmek iğva: baştan çıkma, yanlış yola sürüklenme. imi timi bellisiz olmak: kaybolmak, sırra kadem basmak işmar: başla gözle yapılan işaret. ipil ipil etmek: parlak bir ışıkla, bir sönüp bir parlayarak yanmak kalaklamak: dalgalanmak kantarma: azılı atları zapt etmek için dillerini bastıracak biçimde yapılmış demir araç. kareylemek: kesin anlamına ulaşamamakla birlikte romandan "damın akması" gibi bir şey anlaşılıyor. karkış: beddua kasar sürmek: [ağartma işlemi anlamında kullanılmış olabilir, ağartmak, temizlemek anlamında, kasar suyu çamaşır suyu için kullanılıyor hala bu yörede) kayırtı: gürültü, kargaşa anlamında kullanılıyor olabilir. kedi taşağı: kırmızı renkli bir çiçek. kefenk (kefeki): kireçtaşı. keleplenmek: sancıdan kıvranmak. kepir: çamurlu, verimsiz toprak. kerkez (kerkes): akbaba. kerme: yakacak olarak kullanılan hayvan dışkısı (tezek şekil verilmiş olanı, kerme doğal hali). kese: kestirme yol. kesek: bel, çapa veya sabanın topraktan kaldırdığı iri parça; tezek; çimen yapmak için üzerindeki otuyla birlikte çıkarılmış çayır parçası. kesmelik: kesme taş çıkarılan ocak veya geneli kesmeye müsait ağaç bulunan orman.(romanda ikinci anlam kastediliyor). kıbal: dış görünüş. kılaptan: yaldızlı ip. kılavlamak: bıçak gibi keskin cisimleri bileylemek. kırfacan: acınacak durumda, bozguna uğramış. kımık: küçük, ufak (grapes of butcher dedi ki kıymık'tan türeme, ufak, küçük). kilükali => kilükal => (bkz: kiyl-ü kal): dedikodu. kirmen: elde yün eğirmeye yarayan tahtadan yapılmış araç (kirmen/@poison) kirp diye: birdenbire, aniden. kirpiştirmek: [(gözlerini) kırpıştırmak anlamında kullanılıyor olmalı] konurlanmak: gururlanmak, onurlanmak. konuşuk: nutuk. koygun: dokunaklı, etkili, içli, acıklı. köküç (köngüç): ucu sivri kısa sopa. romanda bu sopayla oynanan bir oyun kastediliyor. bu oyunda sivri uçlu köküçler nemli toprağa saplanır, rakipler de kendi köküçleriyle saplanmış sopaları devirmeye çalışırlar. köpeksiremek: kitaptaki en ilginç fiillerden biri. bunun da kesin anlamına ulaşmak mümkün olmadı ama bağlamdan "çok korkup korkusundan yıpranmak" gibi bir şey anlaşılıyor. köre: karınca yuvası. köskelmek (köskenmek): bir yere yaslanarak oturmak. kubarmak: dayılanmak. kubur: tabanca kılıfı. kulun: yavru. kulunlamak: yavrulamak. kurada: bozulmuş, işe yaramaz. kutnu: pamuk veya ipekle karışık pamuktan dokunmuş kalın, ensiz kumaş türü. külek: bal, yağ, yoğurt vb. şeyler koymaya yarar tahta kova. külünk: taş kırmakta kullanılan sivri uçlu kazma. kündükü: koyu mavi. küren: hayvan sürüsü. küşümlenmek: kuşkulanmak, kaygılanmak. lain: lanetlenmiş. lalüebkem: dili tutulmuş. lenduha: çok iri şey. lup: büyüteç. mağfur: affolunmuş. mahzuz: memnun, hoşnut. maltız: pişirmek amacıyla kullanılan ocak. mantıvar: bir çiçek türü. marzıman: erkek eşek. matluba muvafık: talep eden kişinin amacına hizmet eden (durum). mecruh: yaralı. mesrur: sevinçli. mezdeğe => mezdeği: kozalaklarından sakız çıkarılan ladin ağacı. mırmırık: kedi. mitil: döşek. `muheyya: hazır. müdahane => müdahene: yağcılık, dalkavukluk. müsademe: çatışma, çarpışma (doğrudan yaşar kemal veya çukurova kelimesi olmayabilir). müstantik: (eskiden) sorgu yargıcı. naşi: -den dolayı, ötürü. ölçermek: sönmekte olan ateşi karıştırarak alevini artırmak. örd olmak: ıslanmak, nemlenmek. örklemek: hayvanı otlakta iple kazığa bağlamak. pampal: gelincik çiçeği. patanç: bacak arası, apış arası. pel pel bakmak: tuhaf tuhaf bakmak. pelik: parça. perverde olmak: beslenmek. peryavşan: yavşan otu. mavi - beyaz çiçekli bir ottur. pürçük: pürçek: bitkilerin saçaklı kökü veya püskülü; ayrıca bkz. purcuk/@elcikpower püren: süpürge otu. sadhazar => sadhezar: yüz bin, çokça. sağılmak: aşağı doğru akmak. salta: yakasız, iliksiz, kolları bolca bir tür kısa ceket. sarat: geniş delikli kevgir. satlıcan: zatülcenp. savat: gümüş üstüne özel bir biçimde kurşunla işlenen kara nakış. savlet: saldırma, hamle. sayrı: hasta. sepelemek: çiselemek. sergerde: elebaşı. sığın: evcilleşmemiş sığır. sıvgaca: fidan gibi düz, ince. sıykal: düzlenmiş, düzgün hale getirilmiş. sigaya çekmek: sorguya çekmek (siygaya cekmek /@ tsan chan). sinsin: ateş etrafında oynanan bir halk oyunu. siyim siyim: ince ince, yavaş yavaş. sokurdanmak: homurdanmak. solağan: çabuk yorulan, nefes aldığında karnı fazla şişip inen hasta beygir. söbe: eliptik. sömelek: kundak çocuğu (mecazen süt çocuğu). sücinmek: tadını bulmak; mahzuz olmak. süğen (süyen, söğen): bağ, bahçe çitlerinde kullanılan uzun kazıklar sümürmek: tabaktaki yemeği sonuna kadar yemek, silip süpürmek. şadıman=> şaduman: memnun. şaki: haydut, eşkiya; ayrıca bkz. şaki/@my jekyll doesnt hide şavkımak: ışık saçmak, parlamak. şavullamak: göz gezdirmek, araştırmak. şayak: kaba dokunmuş, dayanıklı bir çeşit yün kumaş, bu kumaştan yapılmış elbise. şekavet: eşkiyalık. şerefyab olmak: müşerref olmak, onurlanmak. şorlamak: fışkırarak, hızla akmak. taka: eski evlerde tavana yakın açılan küçük pencere. tapıklamak: birini beğenerek arkasını okşamak, tapışlamak. taşkala etmek: dalga geçmek, alaya almak. teberik: yadigar; türbeden alınan toprak parçası. tebeyyün etmek: belli olmak, aşikar olmak. tecvit: kuran'ın usulüne göre okunması. temennah: el göğse ve başa götürülerek eğilinerek yapılan selamlama. tetebbu: araştırma. tenkil: herkese örnek olacak bir ceza verme. tevek: kavun karpuz gibi meyveleri köke bağlayan dal. tırlık: pamuktan elle dokunan kalın bir kumaş. tirkemek: dizmek, sıralamak. tirkenmek (bkz: tirkemek). toht: köpeklerin boğazına takılan dikenli demir halka. toklu: 1-2 yaşında küçükbaş hayvan. tozak: ince ince yağan kar (tozak/@canavarus cangunday; romanda ince yağan kar yerine kavak, meşe gibi ağaçlardan uçuşan pamukçuklar anlamında kullanılmış). töm töm: zayıflıktan boynu incelmiş. tutulgası tutmak (tutalağı tutmak): sara nöbeti gelmek, mecazen abuk subuk şeyler yapmak. tuvana: diri, kuvvetli. ulmak: çürümek, ezilmek, kokmak. uruşman: ekinler arasında biten bir sarı çiçek. ustun: yapıların çatısına konan ağaç, kereste. vala: baş örtüsü. vahşet-i müşekkel: insan kılığına girmiş vahşi. vefk: üstüne dua yazılı şey. vıcırdaşmak: kuşların karşılıklı ötmesi yağar => yağır: yük hayvanlarının sırtında eğer ya da semerin açtığı yara yağlık: büyük mendil yalım: alev yamçı: bir yüzü uzun tüylü, kalın yünden dokunarak yapılmış yağmurluk. yazı: ova. yazyeri: sürülüp dinlenmeye bırakılan tarla. yekinmek: davranmak, olduğu yerden fırlamak, ayağa kalkmak, kalkmak için hareket etmek, kımıldamak. yeyni => yeğni: hafif. yılancık: bir sıyrığa veya yaraya streptokok denilen mikropların bulaşarak yaptıkları hastalık, kızılyörük. yıldırdamak: ışıldamak. yılın yılın yatmak: yayıla yayıla yatmak yornuk: dinlenme yornuk almak: dinlenmek yumak: yıkamak yurmak: yıkamak (mesela çamaşır yurmak). yüze çıkmak: kafa tutmak, karşılık vermek. zait: gereksiz, fazla. zaparta => saparta: azar, fırça. zarılmak => zarılamak: çok ağlayıp sızlamak. zecrî: zorlayıcı. zıknabut => zeknabut: zehir anlamında ama romanda bir küfür olarak kullanılıyor. zınkazınk: hıncahınç, ağzına kadar. zıncar: böğürtlen çalısı. zort atmak: kendini beğenmişlik yapmak, hava atmak. zurba: hayvan sürüsü.
360 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.