Gönderi

Evim şehrin en tenha köşesindedir. Hem yürüyor, hem şarkı söylüyordum. Neşeli olduğum zamanlar, sevincini paylaşacak dostu, ahbabı olmayan kimsesiz her mutlu insan gibi ben de mutlaka bir şeyler mırıldanırdım. Tam o sırada başıma hiç ummadığım bir serüven geldi. Kanalın parmaklığına dayanarak duran bir kadın gördüm. Parmaklığın demirine abanmış, görünüşte kanalın bulanık suyunu seyre dalmıştı. Sarı renkli, pek hoş bir şapkası vardı, cicili bicili bir pelerin giymişti. “Yaman bir esmer güzeli galiba…” diye düşündüm. Adımlarımı duymamış olmalıydı. Soluğumu tutup, kalbim hızla çarparak önünden geçtikten sonra da kıpırdamadı. Kendi kendime: “Tuhaf şey! Amma dalmış?” dedim ve birdenbire durakladım. Boğuk bir hıçkırık sesi duymuştum. Hayda!.. Yüreğim burkuldu. Kadınlara karşı hayli ürkektim, ama böyle bir anda!.. Geri dönüp yanına yaklaşarak: “Hanımefendi!” diyecek oldum. Ama bu seslenişin, Rus sosyete romanlarında binlerce kez yinelendiği aklıma geldi. Salt bu yüzden çekindim. Ben uygun bir söz ararken genç kız kendine geldi, arkasına baktı, toparlandı. Başını eğerek önümden kayar gibi yürüdü. Hemen ardından yürüdüm. Kız farkına vardı, öbür kaldırıma geçti. Karşıya geçmeye cesaret edemedim. Kalbim yakalanmış bir kuş yüreği gibi çarpıyordu. O sırada bir olay yardımıma yetişti. Nerden çıkıverdiğinin farkında olmadan, kaldırımda, kıza oldukça yakın, fraklı görünüşü pek tutarlı, ama yürüyüşü hiç tutarlı olmayan bir adam belirdi. Hafifçe yalpalayarak, duvarlara usul usul tutunarak yürüyordu. Genç kız, gece sokakta birisinin ardına takılmasını istemeyen bütün genç kızlar gibi ürkek adımlarla yıldırım hızıyla gidiyordu. Kuşkusuz yalpalayan adamın o yürüyüşle kıza ulaşmasına olanak yoktu. Nasılsa talih bana bu sefer de yardımcı oldu. Bizim fraklı zat, bir anda, yerinden kopmuş gibi, genç kızın ardından koşmaya başladı. Kızcağız rüzgar gibi uçuyordu. Ama öteki, adım adım yaklaştı ve sonunda ulaştı. Genç kız bir çığlık attı. Sağ elimle tuttuğum kalın bastonun o gün yanımda bulunuşuna içimden şükrettim. Kendimi aynı anda karşıki kaldırıma attım. Sırnaşık adam durumu anladı, gücün hakkını teslim etti. Sustu, adımlarını ağırlaştırdı. Ancak biz epeyce uzaklaştıktan sonra, bana olan öfkesini oldukça kaba sözlerle dile getirdi. Ama dedikleri pek uzaktan geliyordu. Genç kıza: — Elinizi bana verin; dedim. O zaman sizi rahatsız etmeye cesaret edemez. Kız korkudan, heyecandan hâlâ titreyen elini uzattı. Ey nerden çıktığı belli olmayan adam, sana o andaki gönül borcumun derecesini bilseydin! Kıza, pek belli etmeden baktım; çok sevimli ve –tahmin ettiğim gibi– esmerdi. Siyah kirpiklerinde hâlâ deminki korku ya da keder gözyaşları parlıyordu. Ama dudaklarında bir gülümseme başlangıcı vardı. O da gözucuyla beni süzdü, hafiften kızardı, gözlerini indirdi. — Gördünüz mü, dedim, beni demin neden uzaklaştırdınız? Yanınızda olsaydım başınıza gelmeyecekti bu. — Sizi tanımıyordum ki. Sizi de öyle sandım… — Şimdi tanıyor musunuz? — Biraz. Örneğin, şimdi titriyorsunuz; neden? Kızın zekasına hayran oldum. Bu, güzelliğin yanında hiç de küçümsenmeyecek bir özelliktir. — Anladınız demek! Karşınızdakini ilk bakışta anladınız. Evet, kadınlara karşı biraz çekingenim. Bu anda ben; o adamın sizi heyecanlandırdığı kadar heyecanlıyım. Oysaki düşte bile, bir kadınla konuştuğumu görmüş değilim. — Ne diyorsunuz!.. Sahi mi? — Evet. Elim hâlâ titriyor, değil mi? Hayatımda ilk olarak sizinki gibi güzel, küçük bir ele dokunduğum için. Kadınlardan şimdi uzağım; hoş, onlara hiçbir zaman yaklaşmadım ya. Yapayalnızım. Onlarla nasıl konuşulduğunu bile bilmem. Hatta şimdi bile –acaba saçma bir şey söyledim mi? diye düşünüyorum–. Açık söyleyin bana; size önceden haber vereyim, alıngan değilim. — Hayır hayır, tam tersine. Ama madem açık konuşmamı istiyorsunuz, size kadınların çekingenlikten hoşlandığını da söyleyeyim. Hem bundan ben de hoşlanırım. Evime kadar sizi yanımdan bırakmayacağım. Sevinçten, sanki tıkanarak: — Ya, bu kadar yüz verirseniz, ben de çekingenliği bırakırım, dedim. O zaman bütün çabam boşa gider! — Çabanız mı? Ne çabası?.. Bunu beğenmedim ama. — Bağışlayın. Ağzımdan kaçtı. Bir daha söylemem. Ama siz de hak verin, böyle bir anda istemez miyim… — Kendinizi beğendirmek çabası, değil mi? — Elbette… Ne olur bana hak verin. Yirmi altı yaşındayım. İnsan içine girmedim. Güzel, düzgün konuşmasını nerden öğrenecektim? Her şeyi olduğu gibi söylemek en iyisi… Kalbim konuşurken susmayı bilmem. Neyse… Sorun bu değil… Evet, inanır mısınız, tek bir kadınla ne konuşmuşluğum, ne tanışıklığım var… Yalnız her gün; benim karşıma bir kadın çıkmasını hayal eder dururum. Böylece kaç kere aşık olduğumu bilseniz. — Aşık mı oldunuz? Kime? — Hiç kimseye. Bir ideale. Düşüme giren kadınlara. Hayalimde öyle romanlar yaratıyorum ki… Siz beni bilmezsiniz tabii. Kuşkusuz, demin söylediklerim hiçbir kadınla karşı karşıya gelmedim demek değildir. İki üç kadınla karşılaştım; ama kimdi bunlar bilir misiniz? Ev sahiplerim. Size bir şey söylesem gülersiniz. Kaç kez sokakta, kibar bir kadına, tabii yalnızsa, yaklaşıp konuşmak aklımdan geçti. Yalnızca, çekingen, saygılı ve içten konuşacaktım. Ona yalvaracaktım. Benim gibi talihsiz bir adamın yalvarışını dinlemenin kadınlık gereği olduğunu söyleyecektim. Ondan istediğim topu topu, ağzımı açar açmaz beni kovmaması, sonra kardeşçe bir ilgi göstererek içten bir iki söz söylemesi olacaktı. Varsın içinden alay etsin, ama umut verici bir çift sözü esirgemesin benden. Ondan sonra birbirimizi görmesek de zararı yok!.. Gülüyor musunuz? Hoş, ben de sizi eğlendirmek için konuşuyorum ya… — Gücenmeyin. Niçin gülüyorum biliyor musunuz? Siz kendi kendinize düşmansınız. Bir kere denemekten ne çıkardı ki sanki. Belki başarırdınız. Sokakta da olsa önemi yok. Ne kadar yalın hareket edilirse o kadar iyi. Budala olmayan, iyi kalpli ve o anda bir şeye kızmamış hiçbir kadın sizden, çekine çekine yalvardığınız o bir çift sözü esirgemezdi. Aman aman, neler söylüyorum ben!.. Haklısınız, elbette ki sizi kaçığın biri sanacaklardı. Ben deminki yargıyı kendime göre verdim. İnsanları az çok bilirim! — Sağ olun! diye bağırdım. Ah bu hareketinizin benim için önemini bilemezsiniz! — Peki, peki. Yalnız bana şunu söyleyin; benim öyle bir kadın olduğumu nasıl anladınız? Bana yaklaşmaya nasıl cesaret ettiniz? — Nasıl mı? Yalnızdım, vakit geceydi; o adam da ölçüyü taşırmıştı… Bunu yapmak ödevimdi. — Hayır, hayır; deminki şeyden sözediyorum. Karşıdayken yanıma gelmek istemediniz mi? — Karşıdayken mi? Vallahi, ne söyleyeyim; yanıt vermeye korkuyorum… Bugün çok mutluyum. Bir yürüyüş yaptım, şarkı söyledim, kıra çıktım. Bu derece mutlu olduğumu hiç anımsamıyorum. Siz… Belki bana öyle gelmişti… Bunu anımsattığım için affedin: Bana, ağlıyorsunuz gibi gelmişti. Dayanamadım, yüreğim burkuldu. Sizin için nasıl üzülmezdim? Kardeşçe bir merhamet duymam suç mudur? Merhamet sözünü bağışlayın. Doğru söyleyin; içimden gelerek size yaklaştığım için bana darıldınız mı? Kız gözlerini yere indirerek elimi sıktı. — Artık bundan söz açmayalım. Zaten suç bende, ben açtım sözü. Hakkınızda aldandığıma memnunum. Eh, evime geldik. Şu sokağa gireceğim; iki adımlık yer… Hoşça kalın, teşekkür ederim. — Peki, bir daha birbirimizi hiç görmeyecek miyiz? Böyle ayrılacağız demek?.. Genç kız güldü: — Gördünüz mü? Size iki sözcük duymanın yettiğini söylüyordunuz. Şimdi de… Bununla birlikte kesin bir şey söylemeyeceğim. Belki gene görüşürüz. — Yarın gelirim buraya. — Pek de sabırsızsınız. Nerdeyse koşul ileri sürüyorsunuz… — İzin verin, diye sözünü kestim. Eğer gene uygunsuz bir söz söylersem bağışlayın. Ama buraya gelmeden yapamayacağım. Ben bir hayalciyim; gerçek hayatı o kadar az yaşıyorum ki, burada geçirdiğim dakikalar benim için bulunmaz bir mutluluk. Onları hayalimde döne döne yaşayacağım. Sizi bir gece, bir hafta, bütün bir yıl hayalimde canlandıracağım. Yarın yüzde yüz geleceğim buraya; tam bu yerde, aynı saatte bir gece öncesini anımsayarak mutluluğumla sarhoş olacağım. Bu yeri şimdiden sevdim. Şehirde, böyle iki üç yerim var. Birinde geçenlerde, tıpkı sizin gibi, ağladım. Kimbilir, belki on dakika önce siz de bir anı yüzünden ağlıyordunuz… Kusura bakmayın, gene gevezelik ettim, belki de burada mutlu anlar geçirmişsinizdir… — Peki, dedi genç kız. Yarın onda geleceğim buraya. Ne yapayım, sizi kırmak elimden gelmiyor. Zaten burada bulunmam gerek. Ama size randevu verdiğimi sanmayın, işim var, nasıl olsa gelecektim. Sizin gelmeniz de iyi olacak doğrusu. Bakarsın bugünkü gibi bir tatsızlık çıkar… Bu var… Sonra sizi görmek de isterim… Bazı şeyler söylemek için. Ama beni ayıplamayasınız? Ben öyle kolayca randevu veren kızlardan değilim… Size de vermezdim ama. Neyse, burası giz olarak kalsın. Ama önce bir koşulum var. — Koşul mu? Her koşulunuza şimdiden razıyım!.. diye bağırdım. Sözünüzden dışarı çıkmayacağım. En ufak bir saygısızlığımı görmeyeceksiniz. Zaten beni tanıdınız artık. Kız gülerek: — Tanıdığım için yarın davet ediyorum, dedi. Evet, sizi iyice tanıyorum. Yalnız şu koşulla gelin; (bakın, apaçık konuşuyorum ve sizden her istediğimi yüzde yüz yapmanızı rica ediyorum), bana aşık olmayın. Bu, olanaksız bir şey, size kesin olarak söylüyorum. Ama arkadaş oluruz; bunu mennuniyetle kabul ederim. Yalnız aşık olmayın, çok rica ederim. Kızın uzattığı eli şaşkınlıkla sıkarak: — Olmayacağım, dedim. Yemin ediyorum. — Hayır, yemin etmeyin. Barut gibi birden alevleneceğinizi biliyorum. Böyle konuştuğum için ayıplamayın beni. Ah… Her şeyi bilseydiniz. Benim de ne iki çift söz edecek, ne de akıl danışacak kimsem var… Böyle birini sokakta arayacak değilim ya… Siz başkasinız tabii. Sizi sanki yirmi yıldır tanıyor gibiyim. Değişmeyeceksiniz, değil mi? — Görürsünüz… Yalnız yirmi dört saat nasıl sabredeceğimi bilemiyorum. — Rahat rahat uyuyun. Hayırlı geceler. Size güvendiğimi unutmayın. Deminki sözünüz çok hoşuma gitti: Gerçekten kardeşçe bir duygunun hesabını verecek değilsiniz ya! Vallahi bunu öyle hoş söylediniz ki, bütün içimi olduğu gibi dökmek istedim. — Beni meraka düşürdünüz. Neyiniz var? — Yarın anlatırım. Şimdilik dediğim gibi, “giz olarak kalsın”. Sizin için de daha iyi; bari uzaktan romana benzesin. Belki yarın anlatırım, ama belki de anlatmam… Sizinle bir kere daha enine boyuna konuşuruz, birbirimizi daha iyi tanırız. — Yarın size kendime ilişkin her şeyi anlatacağım, her şeyi. Vallahi, düşte gibiyim. Başkasının yapacağı gibi, kızıp beni kovmadığınıza pişman değilsiniz ya, doğru söyleyin? İki dakika içinde beni mutlu ettiniz. Evet, mutlu ettiniz. Bu hareketinizle beni kendi kendimle barıştırdınız, kuşkularımı yok ettiniz. Bazen öyle anlarım oluyor ki… Ama artık her şeyi anlatacağım; hepsini öğreneceksiniz. — Peki, kabul. İlkin siz başlayacaksınız. — Olur. — Hoşça kalın. — Güle güle! Ayrıldık. Bütün gece sokak sokak dolaştım. Eve girmek içimden gelmiyordu. Ertesi güne kadar!.. Öyle mutluydum ki!
·
877 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.