Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

544 syf.
4/10 puan verdi
·
36 günde okudu
Boşa Harcanmış Bir Potansiyel
Bu kitaptan ve arkasındaki fikirden çok daha fazlasını beklerdim. İlk kitap gibi bu kitap da beklentilerimin yarısını bile karşılayamadı. Ben de kitapta dikkatimi çeken bazı sorunlara değinmek istiyorum. Kitabı okumayanlar için spoiler içerebilir. Ayrıca bu eleştiriyi kitabı bitirdikten iki ay sonra yazdığımı belirtmekte fayda var, unuttuğum ya da yanlış hatırladığım kısımlar olursa affedersiniz, beni uyarırsanız çok sevinirim. Öncelikle ilk kitabı bitirdikten sonra hem merak uyandırıcı bir şekilde bitmesinden ötürü, hem de kitaptaki potansiyele inandığım için ikinci kitabı da okumak istedim. Ne yazık ki umduğumu bulamadım ve çok daha kötü hislerle bitirdim bu kitabı. Yazarın hayal gücüne ve yarattığı evrene saygı duymakla beraber yazdığı kitap neden kötü, bunu açıklayacağım. 1 - Üslup Yazarımızın asıl işi yazarlık değil, bu da kendini sayfalar arasında oldukça belli ediyor. Betimlemeler çok zayıf, çoğu şeyi hayal etmekte zorlanıyorum. Ayrıca bazı farklı ırktan karakterlerin dış görünüşlerini direkt olarak "Siyahi" veya "Çinli çekik gözlü" olarak betimlemesini çok kötü buldum. Bu kelimeleri kullanmak yerine karakterlerin belirgin özelliklerini paragrafa güzelce yayabilmeliydi ve bu betimlemeler cümlenin akışında bu kadar sırıtmamalıydı. Mekan betimlemeleri bazen es geçilmiş, karakterin nerede olduğunu hayal etmek okuyucuya bırakılmış. Kitabın ilk sayfalarında yazarın ilk kitaba göre kendini geliştirdiğini sanmıştım, ta ki Erin'in bakış açısına geçene kadar. Bence yazar tanrısal bakış açısıyla çok daha iyi iş çıkarıyor. Kahraman bakış açısının hikayeyi basitleştirdiğini düşünüyorum. Bunun yanı sıra ana karakterimizin erkek arkadaşı İan'ın betimlemeleri hakkında konuşacaksak aklımda yalnızca "kaslı" kelimesi kaldı. Evet, İan kaslı. Kitapta İan'ın kasları kadar üzerinde durulan ikinci bir durum yok. Kitaptaki betimlemelerin durumunu özetliyor bu. 2 - Amerikanvari "Şeylerin" Ucuz Durması İlk kitapta da oldukça kötü duran Amerikan kültürü taklidi burada da aynı şekilde devam ediyor. Aman tanrım, lanet olsun gibi laflar karakterlerin ağzında sanki onlara ait değillermiş gibi yabancı duruyorlar. Karakterin Amerikan olarak yazılmış olması yazar için büyük bir kayıp çünkü abes durmadan Amerikan kültüründen parçalar aktarmakta başarılı olamamış. 3 - Erin İle Alakalı Her Şey Erin'in sahip olduğu özel güçler çok şişirilmiş duruyor. Bir karakterin aynı zamanda hem kraliçe, hem -neredeyse- tanrıça, hem üç cadı türünün lideri olması kitabı okumayı hiç eğlenceli kılmıyor. Bir olay olduğu zaman, "Aa, tamam, burada da Erin'in yeni bir özel gücünü keşfedeceğiz, aman ne güzel." deyiveriyorum ve okumak işkence gibi bir hal alıyor. Daha sonralarda bunların nedenini öğreniyoruz ve bir şeyler bizim için daha mantıklı bir hal alıyor ama yine de kafamızda soru işaretleriyle Erin'in ultra süper güçlerini okumak en ufak bir haz uyandırmadı bende, üstelik kitabın sonunda tüm bunların arkasındaki nedenleri öğrendikten sonra bile tatmin duygusuna sahip olamadım. Bunların yanı sıra Erin'in karakteri de hiç sempatik gelmedi bana. Oldukça bencil, sorumsuz ve şımarık bir karakter izlenimi bıraktı bende ve hiç içim ısınmadı, çok itici buldum ve bu da benim için kitabı okumayı zorlaştıran etkenlerden biriydi. Erin'in ağzından, "Ben ehlileştirebilecekleri biri değilim, ben bir yırtıcıyım, bana tasma takmaya çalışan eli ısırırdım." tarzı cümleler okumak bir nebze olsun "Vay canına, ne kadar güçlü bir kadın!" hissiyatı uyandırmadı, tam tersine okurken ikinci el utanç yaşadım ve kafamı kitabın sayfaları arasına gömüp oradan hiç çıkmamak istedim. Sayfalarca kendini öven (Ee, hakkı var sonuçta, cadılıkla tanışalı bir yıl olmasına rağmen ne hikmetse elini attığı her işte en iyisi o!), on sekiz yaşında olup da kendisinin iki katı yaş ve tecrübeye sahip insanlara kafa tutan ve bunda tuhaf bir biçimde başarılı olan, halkı savaşa hazırlanırken bu kadar sorumsuzca ve bencilce davranıp sanki olay tüm cadıları değil de sadece kendisini etkileyecekmiş gibi kararlar alan bir ana karakteri okumak inanın hiç eğlenceli değil. Erin asla yaşına göre davranmıyor, verdiği tepkiler ve davranışları hiç gerçekçi değil ve bencilliği başlı başına karakteri sevmemek için bir neden veriyor zaten size. Cadı olduğunu on yedi yaşında öğrenmiş ve cadılık okulunda sadece bir yıl okumuş bir genç kız nasıl oluyor da cadılık hakkında bu kadar bilgi sahibi olabiliyor ve elini attığı her işte oldukça iyi iş çıkarıyor? Ne yazık ki geçen sene kütüphaneden çıkmamış olması ve "tüm kitapları" yalayıp yutması gibi saçma bir şeyi neden olarak kabul etmiyorum. Ha, kitabın sonundaki reenkarne durumunun Erin'in yaşına göre davranmamasıyla ilgisi varsa -ki eminim vardır, ilk kitaptan beri oflaya puflaya ana karakterin mükemmelliğini okumuş ve bundan baymış biri olarak değil reenkarne edilmiş mitolojik bir yaratık, başımıza tanrı bile kesilse Erin'in karakteristik yapısını gerçekçi bulmayacağım. 4 - Kitabın Bazı Durumlarda Gerçekçiliğini Yitirmesi Üstte saydığım ikinci ve üçüncü maddeler de bu maddenin içerisinde yer alabilir çünkü Erin'in abartılmış güçleri ve ucuz Amerikan kültürü kitabı gerçekçilikten uzaklaştıran noktalardan birkaçıydı. Erin'in annesinin, kızının on yedi-on sekiz yaşlarında olmasına karşın onu doğru düzgün arayıp sormaması, benim kızım nerededir, ne yiyip ne içmektedir dememesi ayrı bir saçmalık eseri tabii. Onun dışında bu bir fantastik kurgudur, çok da gerçekçilik aranmamalıdır denilebilse bile sizce de fantastik kurguları güzel kılan şeylerden biri içerisindeki gerçek olma ihtimali değil midir? 5 - Romantizm Faktörü Hikayeye girip çıkan bütün karakterlerin ana karakter Erin'le romantik bir çekimi olması gerçekten gerekli miydi, kitabı okuduğum müddetçe bunu da sorguladım. Yazar bununla, ana karakterinin haremi olduğunu söyleyip övünse de, bunun okuyucular açısından kitabı oldukça basitleştiren ve okumayı sıkıcı yapan bir durum olduğunu düşünüyorum. Herkesin Erin'e aşık olmasının yanı sıra Erin ve İan'ın aşkını okumak benim için hiç ilgi çekici olmadı. "Daha bir yıldır birbirinizi tanıyorsunuz, ne ara bu kadar aşık oldunuz? Çok saçma bu!" diyerek okudum bütün Erin ve İan sahnelerini. İlk kitabı okuyalı bir yıl oluyor, bu kitabı bitireli ise yaklaşık iki ay, dolayısıyla çok net hatırlayamıyor olabilirim fakat Erin ve İan'ın doğru düzgün ilerleyen bir aşkı anlatılmadı kitapta. Çarpıştılar, aralarında bir çekim oldu, hep birbirlerini düşünür oldular, aşık oldular ve her şey bu kadar mı? İkinci kitabın sonunda bu aşkın arkasındaki gerçekler aralansa da bundan önceki tüm satırları kafamda soru işaretleri ve "Ne kadar saçma!" düşüncesiyle okuduğum için bende hiçbir etki bırakmadı bu sırların açıklanması. Ayrıca, şahsi tercihim ne İan'dan ne de Constantine'den yana. Bence Erin'e aşık olan erkekler sırasında en kaliteli erkek karakter Troy'du ama hoş, o da Erin'in yanına pek gitmezdi. 6 - Değinilen Gereksiz Konular Ben herkesin kendi alanında, altından kalkabileceği konularla ilgilenmesinden yanayım. Hal bu olunca yazarımızın değinmeye çalıştığı ama bence bocaladığı birkaç konu okurken beni oldukça rahatsız etti. Titaniçe Tethys'in sahil sahnesinde tacize uğraması ve erkeklerin cinselliğe düşkünlüğüne atıfta bulunan sayfalarda, "Yazar gerçekten burayı yazarak neyi amaçladı? Bu sayfaların okuyucular üstünde ne gibi bir etki bırakmasını bekledi?" diye düşündüm. Neyi amaçladığını hâlâ bilmemekle beraber yazdığı taciz sahnesi, Tethys'in erkekleri cezalandırmasıyla sonlansa bile rahatsız edici ve amaçsızdı. Hiçbir sosyal mesajı yoktu, arkasında hangi düşünceyle yazıldıysa o düşünce okuyuculara ulaşamadı. Televizyonda şiddet sahnelerine yer verilerek kadına şiddete bir çözüm sunulmadığı gibi kitaplarda taciz sahnelerine yer vererek de tacize farkındalık oluşturulmuyor. Sonunda Tethys tacizcileri korkutup kaçırmış olabilir ama hâlâ benim için asla yazılmaması gereken bir sahneydi. Demek toplum sorunlarına değinmek herkesin harcı değilmiş, özellikle böyle anlamsız bir biçimde olacaksa. Bunun yanı sıra aklıma İranlı bir karakterin girdiği diyalog geldi. Karakterimiz Müslüman olduğunu söylediği zaman, "İslam büyücülüğü direkt olarak yasaklamıyor, sadece sahte buluyor." gibi bir söz geçiyor. Bununla ilgili direkt olarak Wikipedia'dan alıntı yapacağım: İslam'da büyü yapmak, tıpkı fal bakmak gibi açıkça haram kabul edilir. Kur'an'da sihir küfür sayılır (Bakara:102), büyü yapanlar yerilir (Taha: 69, Yunus:77). Burada İslam'ı hikayeye sokmak ve yarım sayfa bile olsa bunun hakkında konuşmak, "Allah benim tanrım, Hekate onun meleği sadece." gibi şahsımca saçma cümleler kurmak da bir o kadar gereksiz ve alakasızdı. Hiç değinilmese daha mı iyiydi? Yani. Değinilmesi bir sorun mu? Hayır tabii ki ama okurken yüzünüz şekilden şekle girebilir. Yazarın genel olarak aralara toplumsal mesaj serpiştirmeye çalışma huyu var ama ben bu işin pek de onluk olduğunu düşünmüyorum, başarılı da olamamış zaten. 7 - Kitabın Konusu Bu tamamen öznel bir görüş. Ben kitabın işlediği konuyu beğenmedim. Evet, bir noktada Hekate falan derken cadılar ve Yunan Mitolojisi bağdaşlaştırılsa da bir okuyucu olarak bence bu kitaptaki büyük sorunlardan bir tanesi. Ya tamamen cadılarla ilgili bir kitap olmalıydı bu ya da tamamen mitolojik, ikisinin karışımı olarak bende belirli bir algı oluşturamadı ve kitapların oluşturduğu algılar oldukça önemlidir. Vhartlox Cadı Akademisi dendiği zaman benim aklıma ne gelmeli? Cadılar mı, Yunan tanrıları mı? Madem Yunan Mitolojisi unsurları bu kadar ön planda olacaktı, kitabın adı neden Vhartlox Cadı Akademisi? Tanrıların Savaşı olsaydı çok daha yerinde olurdu çünkü kitap cadılık hissiyatını okuyucuya aşılayamıyor, en azından bana aşılayamadı. Kitabı bambaşka beklentilerle almıştım adından ötürü, çünkü Vhartlox Cadı Akademisi adını gördüğü zaman her insan bunun büyü okulunda okuyan cadıları anlattığını düşünür. Hayır, bu kitap süper güçlü Erin'i ve Yunan tanrılarıyla titanlarının savaşını anlatıyor. Eğer cadılık hissini iliklerinize kadar yaşamak istiyorsanız bu kitabı size önermiyorum. Yunan Mitolojisi'ne ilginiz varsa, eeh, hâlâ önermiyorum ama tabii ki alıp okuyabilirsiniz. Ayrıca yazarın hayal dünyasını sevsem de Yunan Mitolojisi unsurunun bu kadar ön planda olması kitabın özgünlüğünü azaltıyor. Hiç olmasın da demiyorum ama kitaptan Yunan Mitolojisi çıkartıldığında geriye hiçbir şey kalmıyor ne yazık ki. Gerçekten yazar, elindeki güzel kurgunun mahvedilmesi için ne yapılması gerekiyorsa ona başvurmuş. Üstte saydığım yedi madde yüzünden kitap profesyonelliğini bayağı bir kaybediyor. Eğer yazarımız aklındaki kurguyu yazarak değil de, bir çizgi roman aracılığıyla anlatsaydı bize, birçok görüşüm şu an çok daha farklı olabilirdi. Herkes kendi alanında ilerlemeli. Aklıma gelen ve gözüme batan başlıca problemler bunlar. Peki kitabın hiç mi iyi yanı yok? Vardır olmasına ama çoğunlukla negatif düşüncelerle okuduğum bir kitap için pozitif bir eleştiride bulunamam, severleri zaten yeterince övmüştür. Bu kitabı okumanızı öneriyor muyum? Eleştirmeniz için elinize tonla sebep sunan bir yazarın kalemi nasıl olur merak ediyorsanız, tabii. Yok efendim ben rahatımı bozmayayım, sakin kafayla bir kitap okuyup çıkacağım sadece diyorsanız, yanından dahi geçmeyin derim. Kafayı yersiniz zira ben yemiş bulunmaktayım. Ben bir yırtıcıyım. Hrrr.
Deniz Kızı Ağladığında
Deniz Kızı AğladığındaEkin S. Koch · Ephesus Yayınları · 2021710 okunma
··
1 artı 1'leme
·
731 görüntüleme
irem okurunun profil resmi
"Asıl işi yazarlık değil" cümlesiyle neyi kastettiğimi biraz açmam gerekecek. Burada bahsetmeye çalıştığım şey aslında mesleki iş değil, hobisel anlamda iş. Yani Ekin Koç'un hayatındaki yegâne hobisi veya zamanıyla emeğinin en çoğunu ayırdığı işi, yazmak değil, çizmek, benim bildiğim kadarıyla. Yazmaya da geç başlamış sanırsam. Çizimleri gerçekten güzel ve bu kitabı okurken hep aklımdan, "Keşke kitap olarak değil de çizgi roman olarak çıkarsaymış." düşünceleri geçmişti. Söylemek istediğim buydu.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.