Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

160 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
. . KÜRK MANTOLU MADONNA . .
Gözün gördüğü, kulağın işittiği, burnun kokladığı, tenin dokunduğundan çok farklı bir hissi, çok farklı bir anlamı olan bir aşkın öyküsü . . .
Kürk Mantolu Madonna
Kürk Mantolu Madonna
Sabahattin Ali
Sabahattin Ali
Sabahattin Ali
Sabahattin Ali
, bir kadını neden resim tablosu olarak kurgulamış, onu resim çerçevesinin merkezine konumlandırmış ve hatta çerçevenin içindeki bu kadının güzelliğiyle kombinlenen kürklü bir manto gibi gösterişli , şık ve hacimli duran bir kıyafeti üzerine giydirmiştir? Klasik bir aşk romanı zannediyorsanız yanılıyorsunuz; bu romanda aşktan çok daha başka konular var.
Kürk Mantolu Madonna
Kürk Mantolu Madonna
romanını tam olarak anlayabilmek için eserin arka planında çalışan felsefeyi ve kavramları bilmek gerekir. Üç ana başlık altında inceleyeceğim: 1. Tablodan İnsana, ''Doğanın Diktatörlüğü''nden ''Bilincin Diktatörlüğü''ne uzanan bir iktidar değişimi: Fenomenolojik Tavır Burada bir resim tablosundan (nesneden) o tablonun üzerine resmedilmiş olan gerçek bir insana - Maria Puder’e - (özneye) bir algı/anlam transferi göze çarpmaktadır.
Sabahattin Ali
Sabahattin Ali
, bir şeyin nasıl göründüğüne, nasıl algılandığına ve nasıl anlaşıldığına odaklanan, tam da bu noktada öznellik ve nesnellik arasındaki ilişkiyi inceleyen bir felsefi yaklaşım,
Sabahattin Ali
Sabahattin Ali
‘nin usta kaleminin oltasına takılıvermiş: Fenomenoloji. Fenomenoloji (Görüngü Bilimi)’nin kurucusu 20.y.y felsefesine yön veren öncülerden sayılan
Edmund Husserl
Edmund Husserl
,bilincin altında yatan gizli hazineyi keşfeden Alman asıllı bilim insanıdır. Aslen bir matematikçidir ancak sonradan felsefeye yönelmiştir. Yetiştirdiği öğrenciler kadar kendisi popüler olamasa da yetiştirdiği öğrenciler arasında
Jean-Paul Sartre
Jean-Paul Sartre
ve
Martin Heidegger
Martin Heidegger
gibi isimlerin olması ne derece önemli bir bilim insanı olduğunun anlaşılması için bile yeterli olacaktır. Peki, bu adamın kafasını kurcalayan, ona bu konuda 45.000 sayfa yazdıracak kadar çılgın bir motivasyona iten şey nedir? Bu sorunun cevabı bulunduğunda
Sabahattin Ali
Sabahattin Ali
‘nin
Kürk Mantolu Madonna
Kürk Mantolu Madonna
’sı, Maria Puder’i ve Raif Bey’i anlaşılmış olacaktır: Fenomenolojik bakış açısına göre; her nesne, herkese göre aynı değildir. Dünya ve dünyadaki mevcut her nesne, insanların onlara yükledikleri anlamlara göre varolurlar. Buna göre; nesnenin anlamı, nesnenin kendinde değil öznenin içindedir - öznenin kendisinde içkindir -. Özne - yani, insan - , bu işi mevcut duyularıyla yapabilmektedir. O halde, ‘’Bir nesne, duyularımız aracılığıyla algıladığımız her şey”dir. Tüm duyu organlarıyla duyumsanan/algılanan bir somut dış dünya gerçekliğidir. Buradaki kilidi açacak olan anahtar, ''kısıtlı'' sözcüğüdür; yani insanın kısıtlı (!) imkânlara sahip duyu organlarıyla edindiği algılama/duyumsamalarının sonucunda insan zihninde bir varlık oluşturulması olayıdır. Bir insanın gördüğü, duyduğu, işittiği, dokunduğu ile algıladıkları zihne gönderilir. Buradan gelen bilgileri doğrultusunda zihinde bir varlık/anlam belirir, şekillenir. (!) Buraya Dikkat (!) Ancak bu, ''Doğal Bakış Açısı/Doğal Tavır'' dır. Yani, araştırılıp soruşturulmadan doğanın içinde hazır halde bulunan mevcut bilgiler, doğanın insana sunduğu/dayattığı haliyle insan tarafından duyumsanan bilgilerdir kaldı ki insan da kendisine doğa tarafından verilen bu mevcut bilgilerle yetinmek zorundadır. Bu sınırların dışına çıkamaz. Çünkü, Doğal Bakış Açısı/Doğal Tavır, dogmatiktir. İnsan, doğanın iktidarına ve hükmüne tabidir. Tam da burada bu zinciri kıran bir bakış açısı ortaya çıkar ve insanı özgürleştirir/özgünleştirir. Doğal Bakış Açısı/Doğal Tavır ‘ın tam tersi olan perspektif, Fenomenolojik Bakış Açısı/ Fenomenolojik Tavır’dır. Fenomenolojik Tavır, varlığı Doğal Tavır gibi insanın sorgulayamadığı ve önüne hazır konulan bilgilerle anlamlandırmak yerine bilinci dış etkiye kapatarak yani doğanın sunduğu dogmatik bilgilerden kendini tamamen izole ederek sorgulanmış, idrak edilmiş, kendine has (özgün) bir sonuç elde eder. Fenomenoloji’ye göre; doğal bakış açısıyla elde edilen tüm varlıklarla ilgili varılan tüm anlamlar, yorumlar, çıkarımlar ve yargılar rafa kaldırılmalıdır; böylelikle salt insan bilinci, varlıkla ilgili varılan tüm yargılardan, ona verilen tüm anlamlardan ve onun hakkında yapılan tüm yorumlardan uzak tutulmalı, her türlü etkiden uzakta korunmuş bir halde , en arı, en duru haliyle izole edilmelidir. Örnek olarak; her türlü dış etkiye karşı etrafı hassas bir duvar zarıyla koruma altına alınan bir bilinç düşünün… Artık bilinç, bu sayede hiçbir yargıdan, genel-kanıdan, yorumdan, dışsal duyumsamadan…vs etkilenmeyecektir. Fenomenoloji’de bu dış etkiye karşı kurulan izolasyon işlemine ‘’Epoquee’’ ya da ‘’Paranteze Alma’’ (Askıya Alma) adını veriyorlar. Bütün bu bilinç sterilizasyonunu sağlandıktan sonra - kavramsal adıyla ‘’Askıya Alındıktan’’ sonra - dışsal baskıyı ekarte etmiş olan bilinç, bu rahatlamanın verdiği etki ile varlıkları ve nesneleri anlamlandırmak üzere bir tarafa doğru refleksel bir meyil vermeye başlar. Yani, dışsal duyumlar, kanılar, yorumlar, yargılar vs.. yerine ‘’Özgür Bırakılmış Bir Bilincin’’ kendi başına özgün bir anlam verdiğini ve bu konuda tek bir otorite haline geldiği bir süreç başlamış olur. (Bilincin hür ve özgür iradesiyle tek otorite haline gelmesinden bahsediyoruz ki bu bilinçsel bir devrimdir.) Bu durumda artık ''Nesne'', bilincin anlam verdiği, var ettiği bir öğe haline gelecektir. Daha önceki haliyle doğal tavır içinde nesneler hakkında sahip olduğumuz kanı, insanların özgürleştirilmemiş, dış etkiye maruz kalmış bilinçleriyle hiç sorgulamadan kabul ettiği gibiydi. Adı konulmuş, etiketlenmiş, hakkında milyonlarca yorum yapılmış ve ''Bir Oldu Bitti'' ile genel-geçer kesin bir yargıya varılmış, kendi özümüzün asla orijinal bir çıkarım yapamayacağı bir hale gelmiş olan nesne, tepsiyle önümüze getirilmiş ve bizlere sunulmuş idi. Ancak şimdi işin rengi değişti. Artık dış etkiye kapalı, arınmış ve özgürleştirilmiş bir öz bilincin kendine has (özgün) çıkarımları, anlamlandırmaları söz konusudur. Burada ''Doğanın Diktatörlüğü''nden ''Bilincin Diktatörlüğü''ne bir iktidar değişimi yaşandığını görmekteyiz. Veri mülkiyetine dayalı bu diktatörlüğün yeni sahibi ''Salt Bilinç/Salt Ben''dir.
Edmund Husserl
Edmund Husserl
'in Fenomenolojisi, doğanın işlettiği yasaları hiçe sayarak, doğanın iktidarına bir oldu bitti ile darbe yaparak Salt Bilinç/Salt Ben’i iktidar koltuğuna oturtmuştur.
Edmund Husserl
Edmund Husserl
, sanki güç zehirlenmesi yaşamış gibi bununla da yetinmez, iplerinden salınmış azgın bir boğa gibi Felsefe Bilimi'ni de tam karşısına alır; felsefeyi felsefi kavramların üzerinde düşünerek yapmaktan çıkarıp fenomenlerden hareket edilerek anlamlandırmasıyla Fenomenoloji, ‘’Felsefe’’nin yerine geçerek, onu da ekarte etmiş olur. Yani, doğru düşünme sanatı olan Felsefe Bilimi, doğada var olan mevcut şeyleri açıklamaya çalışan klasik tavrının yerine Fenomenoloji, saf bilincin vasıtasıyla ‘’şeyleri’’ var oluşsal hale getirip anlamlandırmaktadır ki böylesi bir durumda
Edmund Husserl
Edmund Husserl
Klasik Felsefe'nin önüne Fenomenoloji'yi koyarak Satranç tahtası üzerinde karşısına çıkartılan vezirin önüne kendi vezir taşını koymuş oluyor. Nesnelerin görünüşlerini, doğasını, deneyimlerini ve anlamlarını incelerken önyargılardan arınmış bir düşünceyle doğrudan deneyimlere odaklanmayı amaçlayan nesnel gerçekliğin arka planında yatan öznel deneyimleri anlamaya çalışırken diğer yandan da doğanın mevcut yasalarına başkaldıran, ayakları yere sağlam basan asi bir bilim insanını karşımızda görmekteyiz. Buradan dümeni
Kürk Mantolu Madonna
Kürk Mantolu Madonna
romanına doğru kırıyorum . . . Fenomenoloji’den hareketle; romanın ana karakterlerinden olan Raif Bey
Sabahattin Ali
Sabahattin Ali
'nin
Kürk Mantolu Madonna
Kürk Mantolu Madonna
'sını (Maria Puder’i) ; Maria Puder de
Sabahattin Ali
Sabahattin Ali
'nin Raif Efendisi’ni nasıl algılamış şimdi bir bakalım . . .
Kürk Mantolu Madonna
Kürk Mantolu Madonna
romanı, bir insan portresi üzerinden insanların duyguları ve anlamlandırmalarının sonucu olarak ortaya çıkan deneyimi okuruna sunar. Romandaki Raif Bey'in ve Maria Puder'in ruhunun dehlizlerinde gezinen derin duyguları ve deneyimlerini anlamlandırabilmek, Fenomenolojik bir bakış açısıyla yapılan bir tahlille ancak mümkün olabilir.
Sabahattin Ali
Sabahattin Ali
'nin romanında Maria Puder'i resim çerçevesinin merkezine konumlandırdığı gibi roman karakteri Raif Efendi de Maria Puder'i hayatın anlamının (resim çerçevesinin) merkezinde konumlandırmıştır. Maria Puder'in resim tablosuna bir ressam perspektifinden baktığımızda; çerçeve içinde merkeze konumlanmış bir duruş pozisyonu, duyguları sanki yüzünden okunan anlam yüklü bir yüz ifadesi, fiziksel çekiciliğinin üzerine ihtişamlı, alımlı ve hacimli bir kıyafet olarak bir manto ve üzerine de güçlü şık bir duruş izlenimi veren bir kombin sağlanmış, kürk aksesuarı da bu montun yakasına eklemlenmiştir. Raif, bu tabloya baktıkça bu tabloda resmedilmiş olan bir kadın, Raif Efendi’de neler bırakmış, hangi hisleri onda uyandırmış, bu kadına nasıl bir anlam yüklemiştir? Ontoloji ve Fenomenoloji, işte tam da buralarda çok güzel çalıştırılmış . . . Devam edelim . . . Fenomenoloji, fiziksel görünüme sahip bir şeyin, onu gören/gözlemleyen kişinin tüm bu görme/gözlemleme faaliyetleri sonucunda dış etkilerden arınmış halde muhafaza ettiği salt bilincinin/salt ben'in edindiği deneyimden - geriye ne kalmış? sorusunun cevabıdır. İşte tüm bu süreç, tam olarak Fenomenoloji'nin alanı içine girmektedir. Phimo-menon, ''Kendisini Gösteren'' anlamına gelir. Bir insan olan Maria Puder, kendini nesne formunda (tablo) Raif Efendi’ye göstermiş, varlığı bir nesnede (tabloda) tecelli etmiş ve Raif Efendi’nin salt bilincinin dehlizlerinde varlığı bir anlam kazanmıştır. Fenomenolojik bir açıyla baktığımızda; Raif Efendi, öz bilincini dışsal etkiye, mevcut bilinen genel-geçer kanılara, yorumlara, algılara kapatıp (askıya alıp bkz. Epoquee) kendi duygu ve deneyimleriyle algılamış, salt bilincinin/salt özünün algıladığı haliyle anasının ak sütü gibi helal bir çıkarım/anlamlandırma elde etmiştir. Fenomenoloji, ayrıca sezgilerin de kullanılması gerektiğini savunan düşünce bir sistemidir ki romanda Maria Puder’in Raif Efendi’yi çözümlemesindeki ana etkenlerden biri de bu sezgisel gücüdür, fenomenolojik bakışın lokomotifi olan parçalardan biridir, sezgi. 2. Ataerkil İktidara Karşı Bir Dik Duruş: Maria Puder:
Sabahattin Ali
Sabahattin Ali
,
Kürk Mantolu Madonna
Kürk Mantolu Madonna
adlı bu romanında hassas kırılgan bir ruha sahip, narin yapılı, feminen izler taşıyan Raif Beyefendi’nin tam karşısına mevcut ataerkil sistem karşısındaki kadınların pasif ve ezilmişliğine tahammül edemeyen, ataerkil dayatmalara asla müsamaha göstermeyen , böylesi bir hiyerarşi ve iktidara dayalı sosyal ilişkileri de asla onaylamayan güçlü dominant yapılı bir kadın portresini koymuştur. Bu çerçeveden baktığımızda cinsiyet rollerinin paradigmatik değişimi ortaya konulmuş oluyor. Maria Puder’in yaşam öyküsüne baktığımızda; hayatın tokadını küçük yaşlarda yemiş, babasını erken kaybetmiş, yine erken yaşlarda ipleri eline alan yitirilen babanın yerine geçen ve annesinin de sorumluluğunu üstlenen yani (Buraya Dikkat!) ‘’olmayan babanın yerine kendini koyan, onun yerine kendisi geçen, baba rolünde dominant bir kadın’’ olarak karşımıza çıkıyor. Erkeklere güvensizlik duygusunu Raif Efendi’nin saf ve temiz aşkıyla onarmaya çalışan Maria Puder, maskülen tavırlara sahip bir kadındır; maskülen yapısı gereği de Raif Efendi’nin feminen tavırlarına ilgi duymakta, bu tavırlarından da aleni bir şekilde hoşlandığını belli etmektedir. Roman okumasında bu kısmı zaten
Sabahattin Ali
Sabahattin Ali
, hemen deşifre etmiş: Raif Efendi için sarfettiği; “Siz de genç kızlara mahsus bir hal var, belki de bunun için hoşuma gidiyorsunuz.” cümlesi, cinsiyet rollerinin paradigmatik değişimi için gayet biçilmiş bir kaftan gibi ayan beyan durmaktadır. Eril öncelikli hiyerarşiye ve ataerkil iktidar düzenine itirazı olan, romanda güç dengesini ataerkilden anaerkile eviren dominant karakterli kadın - Maria Puder - , aynı zamanda da kadınların erkekler karşısındaki statü ve toplumsal konumunu reddeden, toplumsal cinsiyet rollerine uygun davranmadığı için dışlanan bir kadındır. O dönemdeki toplumun genel-geçer kabul görmüş normatif değerlerinin dışında bir konuma ve duruşa sahiptir. Maria Puder’in itirazı, biyolojik cinsiyete değil, eril öncelikli hiyerarşiye ve ataerkil tahakküme dayalı sosyal ilişkiler ağınadır. Bu yönüyle toplumsal bir bakış açısı, hatta düzene bir eleştiri olarak
Sabahattin Ali
Sabahattin Ali
’nin topluma yönelttiği bir eleştiri dozudur da denilebilir. Ataerkil düzene itirazı olan Maria Puder, erkeklerin tüm servetlerini kadın bedenine sahip olmak dürtüsüyle harcadıklarını, bu sebepten dolayı da ataerkil sisteme ve erkek cinsine güvensizlik/ilgisiz duyduğunu romanda bizzat belirtmiştir. Erkeklerin kadınlar karşısında sürekli talepkar tavırlar sergilemesi, kadını erkek önünde itaatkar konuma sabitlemesi ve ataerkil sistem ekseninde şekillenen genel toplumsal yapıya uygun kadınların bu biçilen rolün dışına çık(a)maması, Maria Puder’in kimyasına uygun bir davranış şekli asla değildir. Ancak O, feminist bir çerçeveden değil hak ve hukuk eşitliğinden yana bir duruş sergilemektedir. Kadın-Erkek eşitliği; ataerkil düzene darbe vuracak, erkek otoritesini sarsacak bir hamle olduğu için elbette ataerkil düzenin erkek temsilcileri bu cinsiyet eşitliği taraftarı, hak-hukuk- adalet isteyen kadını toplumun içinde kabul gördürmeyecekler, aykırılaşan bu kadını toplumdan yabancılaştıracak ve kalabalıklar içinde bir yalnızlığa iteceklerdir. Ancak Maria Puder, yalnız değildir, kendi karakterinin tam zıttı karaktere sahip, erkek olmasına rağmen hemcinsleri ve kendi aile ve sosyal camiası tarafından dışlanmış biri olan Raif Efendi ile aslında aynı kadere sahiptir. İşte bu noktada fizik kanunları işleyecek; birbirinin tam karşısında simetrik olarak zıt duran bu iki farklı insan, birbirini tamlayacaktır. Erkek isteyen; kadın istenilen ve sonrasında elde edilendir. İşte, Maria Puder, kadının edilgen durumda kalmasını kabullenemez. Tahammül seviyesinin aşıldığı şu cümlesinden de zaten çok belli olmuyor mu? “Özellikle tahammül edemediğim şey nedir biliyor musunuz? Kadınların erkekler karşısında sürekli pasif olması, neden? Sürekli biz kaçacağız, sizler (erkekler) kovalayacaksınız? Kadınlar neden sürekli teslim olacak ve siz neden sürekli teslim alacaksınız?“ Hayatın çok erken yaşlarda olgunlaştırdığı bu kadının yaşadığı acı tecrübeler, toplumsal hayatta bir güven bunalımına sebebiyet vermiş ve topluma onu yabancılaştırmıştır. Maria Puder karakteri, toplumsal ilişkilerdeki yozlaşma, toplumsal değerlerdeki yabancılaşma ve yalnızlaşmanın birer yansıması niteliğindedir. Maria Puder’in aşık olma, evlenme, aile kurma ve çocuk sahibi olma gibi konulara o kadar uzak ve yabancıdır ki bunlar hiç aklının ucundan bile geçmez. Evlilik hayatı yerine uzun dönem flörtü tercih eder, çünkü aşka inancı sıfırdır. Ancak ve ancak . . . Maria Puder’e kin dolu bir öfke nöbetiyle ‘’Bütün erkekler! Hepiniz aynı değil misiniz?!!’’ DEDİRTMEYECEK (!) – olan Raif Efendi karakteri karşısına çıkana kadar . . . Maria Puder’in her tanıştığı erkek için “Bu, beni anlamaz” dediği o klişe cümleyi “Bu, beni anlar”a çevirtecektir . . . Şimdi o sessiz, sakin, nahif haliyle bu zor kadının gönlünü çalan ‘’Nazik Beyefendi'' yi bir tanıyalım artık . . . 3. Raif Bey'in Yalnızlığı & Yabancılaşması ve Cinsiyet Rollerinin Paradigmatik Değişimi: Kitaplar, resim ve sanat galerileri… vs Raif Efendi’nin yalnızlığını giderdiği ebedi dostlarıdır ancak tüm bunlar da artık bir yere kadardır. İnsanın yalnızlığının panzehiri, yine bir insandır. Bir insana bir insan yetebilir. Önce kitaplarla, sonra bir resim tablolarıyla yalnızlığını avutan Raif Efendi, en son bir insana sığınacak ve her şeyiyle ölene kadar orada öylece çakılı kalacaktır. Raif Efendi, Maria Puder’e ‘’Aaa, bu diğer erkekler gibi değil ayol!’’ dedirtecek cinsten bir adamdır. Bir insan sarrafı olan Maria Puder, güçlü sezgileri ve yaşanmışlıkların getirdiği bir ön seziyle Raif Efendi’yi şakkk (!) diye çözer. Evet, Raif Efendi gerçekten de diğer erkekler gibi değildir. Diğer erkekler (!) kavramını özellikle kullanıyorum çünkü Raif Efendi’nin diğer erkeklerden ayrılan çok bariz özellikleri vardır. Çabuk utanması, sürekli mahçubiyet veren narin yapılı görüntüsü sebebiyle Maria Puder, Raif Efendi’yi bir çocuk ve hatta bir genç kıza benzetir. Maria Puder’de olması gereken özellikler, Raif Efendi’de; Raif Efendi’de olması gereken özellikler de Maria Puder’de mevcuttur. Her ikisini ortak noktada buluşturan bu simetrik farklılıklar ve aykırılıklar zinciriyle birlikte ‘’hep o aranılan / ulaşılmak istenen / arzulanan o biricik insanı arama” düşüncesidir ve yine belki de
Sabahattin Ali
Sabahattin Ali
’nin şu tek paragraflık cümlesi, bu iki insanı en iyi anlatan cümlesidir: ‘’Görüyorum ki, başka yollardan gittiğimiz halde ikimiz de aynı neticeye varmışız: İkimiz de birer insan arıyoruz, kendi insanımızı. . . Eğer birbirimizde bunu bulursak harikulade bir şey olur...’’ s.95 Raif Efendi’nin baba tarafından maddi durumu oldukça iyidir. Hatta sabun tozu üretimi yapan babası onu Almanya’ya sabunculuk tekniğini öğrenmek için Berlin’e gönderir ama Raif Bey, işi öğrenip baba mesleğinin başına geçmek yerine resim galerilerini, müzeleri gezer durur. Ancak buradaki şehirlerin, insanların tadı tuzu yoktur, Raif Bey’in gözüne ruhsuz mekanik birer parçalar gibi görünür her biri. Kalabalık şehirlerin kalabalık insanları arasındaki ‘’O bir insanı’’ arar, durur. O, mücadelesi içeride olduğu için kendini dış dünyaya kapatmıştır, yaşadığı mekâna ve o mekânın insanlarına kendisini yabancılaştırmıştır. Dünyanın nimetlerinin, güzelliklerinin farkında olan Raif Efendi, bu dünyaya ve onun mekanik insanlarına bir türlü ısınamaz. Yabancılaşma, hem Raif Efendi hem de Maria Puder için geçerlidir. Aslında cinsiyet rollerinin paradigmatik değişimi yani Raif’in feminen Maria Puder’in ise maskülen tavır ve tutumları her iki karakterin de toplumsal ve bireysel kimlik bunalıma girmesine, yabancılaşmasına sebep olmaktadır. Raif Efendi’nin kopuşu, Maria Puder’den daha derindir. O, bütün varlığını tek bir insana adayarak dış dünyayla olan bağını tamamen koparmıştır. Sanatçı ruhlu hassas bir adamdır, Raif. Maddiyattan ziyade aklı fikri, estetik bir anlam arayışındadır. Kitaplara, resimlere, sanata sığınır, bunlarla avunur. Toplumun genel normlarının dışına çıkan bu haliyle bir yabancılık duygusuna hapsolmuştur. Babası ile araları da çok sıcak değildir. Babasını muhabbetle sevmez. Hatta babasının ölümü karşısında bile duyarsız kalışı,
Albert Camus
Albert Camus
’nün
Yabancı
Yabancı
romanında annesini kaybettiği andaki umarsızlığı ile Meursault karakterini;
Yusuf Atılgan
Yusuf Atılgan
’ın
Aylak Adam
Aylak Adam
romanındaki C. adlı roman karakterinin babasının ölümü sonrası benzerlikler taşır. Aylak Adam’daki C. karakteri hayalindeki kadını bulmak için topluma karışırken, Raif Efendi, toplumla asla temas etmeden bir nesneye sığınır, nesnede (tabloda) ‘’aradığı o biricik insanı’’ bulmaya gayret eder. Kendi tabiriyle; muhitinden uzak durmasının, vahşiliğinin sebebi kitaplarda tanıdığı insanları kendi muhitinde bulamayışıdır. Raif Efendi açısından iki türlü yalnızlık duygusu gözlemlenmektedir. İlki, kendi iç dünyasında, çok arzuladığı halde ulaşamadığı hayallerinden dolayı çektiği yalnızlık azabı; diğeri ise, Maria Puder’den ayrılarak Türkiye’yi geri döndüğü zaman duyduğu yalnızlıktır. Annesi ise geri planda, pasif konumdadır. Zaten varlığı-yokluğu da belli olmayan silik bir karakterdir. Onu yalnızlığa iten, sadece babası ve annesi değil tüm diğer aile fertleridir. Ablası, kardeşleri hatta karısı ve çocukları tarafından da yalnızlığa itilmiş, dışlanmış bir görüntü vermektedir. Aynı evde yaşamalarına rağmen neredeyse bu adam kimdir diye merak edilmeyen bir babadır, Raif Efendi. Karısı ve çocukları tarafından sanki olmasa da olurdu gibi düşünülen lüzumsuz biridir onların gözünde. Hem ailesinin yanında, hem iş yerinde, hem de sosyal hayatında yaşadığı bu yabancılaşma haliyle bana biraz
Franz Kafka
Franz Kafka
’nın
Dönüşüm
Dönüşüm
romanındaki Gregor Samsa’yı anımsattı. Belki ömrü boyunca birçok şehir gezen, birçok kalabalıklar içine girip çıkan bu adam milyonlarca insanla konuşmasına rağmen ancak aralarından sadece bir tanesi ile ruhu uyuşmuştur; ‘’Bir insan, bir insana yeterdi.’’ dediği o insan, Maria Puder’dir. Çalıştığı iş yerinde de aynı şekilde varlığına itibar edilmeyen biri olarak Raif Efendi, kendini yazma uğraşına verir. Belki de birçok yazarın hissettiği gibi insandan kaçıp güvenli liman olarak kaleme, kağıda sığınmak gibi bir huyu vardır ki kimseye anlat(a)madığı dertlerini o defterine yazıp defteriyle kalemiyle dertleşir gibidir. Kara kutusu siyah kaplı defteridir. Fenomenolojik bakış açısıyla belki de dış dünyadan aldığı ve izole ettiği salt bilincinden ona kalanları kalemiyle aktardığı bilincinin nesneye dönüşmüş halidir, o meşhur defteri ve yine o defterle aslında çok büyük bir iş başarmıştır; kalabalıklar tarafından (aile-iş-sosyal çevre) yalnızlığa mahkum edildiği için yalnızlığı ile mutlu olmaktan başka tutunacak bir dalı olmayan kimselerin de iç dünyalarının ne kadar engin, uçsuz bucaksız olabileceğini gösterebilmiştir ve yine o Raif Efendi ‘’bir insan bir insana herhalde yeterdi.’’ dediği, sevgisinin odak merkezindeki ‘’O Biricik İnsanı’’ ararken son nefesini verene kadar hakiki sevgi adına giriştiği mücadeleden asla vazgeçmeyen tavrı ile üstün bir takdiri, saygıyı hak etmiştir. SON SÖZ: Bugün baktığımızda, 1943 yılında yazılmasına rağmen
Kürk Mantolu Madonna
Kürk Mantolu Madonna
hala en çok okunan ve satılan kitapların başında geliyorsa nereden bakarsanız bakın bu, büyük bir başarıdır. Belki klasik bir aşk romanı olarak algılanıp okunduğu için bu kadar rağbet görmüş olabilir ancak topluma ve normatif değerlere yabancılaşma, dönemin buhranı ve yine o dönemdeki politik yapılar üzerindeki otoriter değişimlerin cinsiyet rolleri üzerinden paradigmatik izahının anlatılması konuları açısından ağırlığı olan bir romandır, fenomenolojik bakış açısıyla okunduğunda nesneden insana uzanan bir anlamlandırma telaşına sahip oluşuyla ve en önemlisi de benim için ne olursa olsun
Sabahattin Ali
Sabahattin Ali
‘nin usta kaleminden çıkan birçoğunun çokça altını çizdiğim psikanaliz-vari cümleleriyle insan ruhunun dehlizlerini betimleyen satırları, insan görünümlü coğrafi tasvirleri, toplumsal yapıdaki çatırdamaları ve yabancılaşmayı anlattığı kısımlar ile bir
Kuyucaklı Yusuf
Kuyucaklı Yusuf
romanı kadar olamasa da edebi beğenime orjinal aromasıyla çok farklı bir lezzet katan romandır,
Kürk Mantolu Madonna
Kürk Mantolu Madonna
Kürk Mantolu Madonna
Kürk Mantolu Madonna
romanı için daha önce yazdığım inceleme yazımı sildim ve ikinci kez aynı romanı okuyup burada tekrar bambaşka bir inceleme yazısı yazdım. Çünkü
Kuyucaklı Yusuf
Kuyucaklı Yusuf
‘u okuduktan sonra
Sabahattin Ali
Sabahattin Ali
‘ye haksızlık ettiğimi düşünmüş, Kürk Mantolu Madonna ’yı tekrar okumaya, hakkında yeni baştan bir inceleme yazısı yazmaya karar vermiştim. 1928 yılında Sabahattin Ali devlet tarafından Almanya’ya gönderildiğinde tanıştığı gerçek kişidir, Frolayn Puder.
Sabahattin Ali
Sabahattin Ali
‘nin Almanya'da gerçek hayatında tanışıp aşık olduğu Frolayn Puder acaba bu romanı okusaydı ne yapardı? Maria Puder’in Raif Efendi’yi iyi niyetli bir arkadaş olarak gördüğü gibi Frolayn Puder de Sabahattin Ali ‘yi iyi niyetli bir arkadaş olarak görmüştür de Sabahattin Ali bunun acısıyla mı bu eseri kaleme almıştır acaba? Biri dost, biri aşık ya da ikisi de aşık . . . Kimsenin bilemeyeceği sırdır bu, belki de . . . Raif Efendi’nin siyah kaplı defteri, belki de
Sabahattin Ali
Sabahattin Ali
‘nin
Kürk Mantolu Madonna
Kürk Mantolu Madonna
romanıdır. . . Kim bilir . . .
Engin Mavi
Engin Mavi
Kürk Mantolu Madonna
Kürk Mantolu MadonnaSabahattin Ali · Yapı Kredi Yayınları · 2021315,9bin okunma
··
1 artı 1'leme
·
1.197 görüntüleme
Engin Mavi okurunun profil resmi
Fenomenolojik bakış açısıyla 2.okuma sonrası yeni inceleme yazısıdır ✍🏻
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.