Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

106 syf.
1/10 puan verdi
Öncelikle söylemem gerekir ki, kitap çok ilginç yollarla elime geçti. Ben de bu yüzden ilk önce okuyan insanların görüşlerine bakmak istedim, zaten kitabın ilk kısımlarında da bunlardan birkaçını görebilirsiniz. İtiraf etmeliyim, yazar nasıl bu kadar becerikliyse artık, kitabı ağlayarak okuyanlar mı dersiniz, bu kitap sayesinde "doğru yolu" bulanlar mı dersiniz, etrafındaki tüm insanların okumasına vesile olanlar mı, bunalımdan bu kitap sayesinde çıkanlar mı, ilk namazlarına bu kitap sayesinde başlayanlar mı.. ne olduysa oldu. elimde duran kitap 785.baskı. Nasıl olur da edebiyattan bu derece yoksun bir kitap bu kadar okundu diyecek olursanız, toplumumuza birazcık göz atınca şaşırmaktan vazgeçiyorsunuz. 98 sayfalık kitabı için yazar, "Çarpıcı hakikatlerle dolu bir hayat tam bir ibret belgesidir." diyor önsözde. Tamam, bu kadar ağır eleştiriye ara verip size içeriğinden bahsedeceğim. Tüm bu aşırı övgülerin ardından kitap öğretmenlik mesleğine yeni başlayan bir adamın yakınlarıyla sohbet etmesiyle başlıyor. Aslında yer yer bulduğum yanlışları da ekleyecektim fakat bu kadar uzatmanın anlamsız olduğunu düşündüm. Fakat yazım yanlışlarını hiçbir şekilde göz ardı edemedim, berbattı. Neyse, devam edelim. Öğretmenlik mesleğine yeni başlayan ve adını bile bilmediğimiz bir arkadaş, Hatay'a doğru yola koyuluyor. Yolda köyün eski, ihtiyar muhtarıyla konuşmaya dalıyorlar. Eski muhtar, arkadaşın öğretmen olduğunu duyunca aklına kötü bir hikaye gelir ve muhtarken yaşadığı felaketleri arkadaşa anlatmaya başlar. Kısaca bahsetmeye çalışayım, muhtar her zamanki işini yaparken bir gün bir adam gelir ve çok yardıma ihtiyacı olduğunu, ona ev ve iş verirlerse çok memnun olacağını söyler. Kim olduğunu bile bilmediği bu adamı köye ve hatta yeni bir ev yapılana kadar evine alan muhtar, güya "Biz Anadolu insanıyız, bize ne yapılırsa yapılsın biz insanlara yardım etmek isteriz." gibisinden sözlerin arkasına sığınır. Bir süre sonra bu adamı öğretmen yaparlar ve köyün iyi, "namuslu" bir kızını da gelin olarak verirler :) bir süre sonra bu öğretmen çocuklara güya yanlış şeyler öğretmeye, onların deyimiyle onları "yoldan çıkarmaya" başlar. Tabi muhtar bunları duyunca öğretmeni bir kenara çekip konuşur fakat öğretmen "aşk olsun öyle şey olur mu?" deyince ona inanıp rahatlar. Çünkü o Anadolu insanı :) Bir süre sonra köyden biri öğretmenin ve karısının kaza yaptığını söyleyerek muhtarın ve kızın dayısının tüm paralarını yanlarına almalarını sağlayarak güya onları hastaneye götüreceğini söyler. Yolda arabayı durdurup öğretmenle birlikte muhtarın ve kızın dayısının tüm paralarını alırlar. Kaza falan yalandır. Muhtar acı içinde köye döndüğünde ailesini katledilmiş olarak bulur. Yalancı öğretmen yakalanır ama, ne fayda. İşte, basit ama ibretlik bir hikaye. Babana bile güvenme. Dönelim bizim arkadaşa. Vedalaşma vakti gelir ve muhtarla yolları ayrılır. Arkadaş başka bir otobüse biner. Birkaç saat boyunca dinlenecek tüm kasetler bitince kaptan sesi güzel biri varsa onun söylemesine sevineceğini söyler. Birkaç dakikalık bakışmanın ardından oldukça iyi görünümlü bir adam sesiyle otobüsü mest eder. Söyleyebildiği kadar çok şarkı söyledikten sonra kalp hastalığı olduğunu söyleyerek susar. Pardon, yaklaşık yarım saat kadar insanlara "içinizde bütün gün boyunca tam huzur içinde olanınız var mı?" gibisinden sorular sorduktan sonra susar. Herkes mest olmuştur, adamın din adamı olduğunu bile düşünenler olmuş ki, bunu nereden çıkardılar kitabın içine girip karaktere sormak isteyecek kadar merak ediyorum. Tabii bizim arkadaş uyanıktır, adamın "komunizm propagandası" yaptığını güya çakar. Cidden nereden çıkardı, o kadar belirsiz ki. Yazarın ya da karakterin komunizme neden karşı olduğu bile yok kitapta. Bomboş, renksiz, şeffaf bir kitap. Aşırı can sıkıcı. Güya sorular ve cevaplardan oluşuyor. Sorular Dünya'dan, verilen cevaplar ise Jüpiter'den geliyor olsa gerek. Çok fazla devam etmeyeceğim, bizim arkadaş bir süre sonra bu adamla konuşmaya başlar, adamın ateist olduğunu öğrenir. Adam ateistse bile, yalnızca inanmadığından ateist olmuş sanırım. Tanrının olmadığına inanmıyor gibi değildi pek. Ya da hayal gücü yazarı, kitabın yarısında acaba en kısa yoldan nasıl sonuca gelebilirim düşüncesine bağlamış olabilir. Adam gerçekten de çok kısa yoldan bizim arkadaşın peşinden ayrılmamaya, ona sürekli sorular yöneltmeye başlar. Yani direkt zaten dine yatkın biri olduğunu anlıyorsunuz. Bari bizim arkadaş bilinmedik, büyüleyici şeylerden bahsetseymiş. Allahın var olduğuna neden inanıyorsun? Hep aynı örnek, bir sınıf düşünün. İçinde 20 insan. Kendi kendilerine kendilerini yönetebilirler mi? Elbette hayır! E o zaman kim lazım? Tabii ki bir tanrı-pardon Allah. Komik bir kısımdan daha bahsetmek istiyorum. Kitapta "odunu yaktığımızda odun kül olur, yani kokusu, rengi, dokusu yok olur." diye bir kısım geçiyor. Ve bu kısım, "allah maddeyi nasıl yok eder?" sorusunun cevabı olarak veriliyor. Komunist ateist de durur mu, ağzı açık. Büyülenmiş. İşe bak sen. Bizim arkadaştan ayrılmak istemez ve Müslüman olma sürecini yine pardon sürüdeki koyun olma sürecini hızlandırmak için onunla birlikte Hatay'a gitmeye karar verir. Kalan bölümleri de oldukça hızlı okumaya çalıştım, gerçekten sıkıcıydı. Normalde yapmam ama bu kitapta zevk almak için bile kendimi zorlamama rağmen ciddi anlamda sıkıntılıydı. İnsanlar nasıl bu kitabı okuyup imana geldi gerçekten anlayamıyorum.. anlamak istediğimi de pek sanmıyorum. Okuduğunuz için teşekkür ederim.
Kendini Arayan Adam
Kendini Arayan AdamHalit Ertuğrul · Nesil Yayınları · 200510,5bin okunma
··
546 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.