Gönderi

Sev Diyebiliriz Hâlâ "Sev Diyebiliriz Hâlâ" Şair Mine Ömer'in Nezih-er Yayınları aracılığıyla okurla buluşturduğu şiir kitabı. Doksan beş sayfa hacmindeki eser dört bölümden oluşmaktadır. "Odalar Kan Gürültüsü, Gür Sesli Hayat, İçimdeki Mektuplar ve Gül Damlası Şiirler" şeklindedir. Aforizma türü kısa şiirlerle beraber altmışın üzerinde şiir yer almaktadır. Ayrıca birçok şiirin dergilerde yer almış olduğu görülmektedir. Bu kitaptaki şiirlerin, şair duyarlılığının numune-i imtisali desek yanlış olmaz. Bu duyarlılık perspektifinde bunun gibi her bir kitap, yazarı daha şümullü bir şekilde tanıma imkânı veriyor bir taraftan. Yalın bir anlatımla, kontrollü bir duygu ve derinliğe haiz bir eser. Lirik ve birazda romantik şiirler ihtiva etmektedir. Okuyucunun nisbi dağınıklığına sebebiyet vermiyor kesinlikle şiirler. "Tek çocuklu evimizin ikinci kızıdır şiir" girizgâhıyla şair, Kızı Peri Su'ya kitabı atfettiğini görmekteyiz. Şiirlerin özünde kadın ve şair duyarlılığı görülmektedir. Kadınların yaşadığı şiddet, tecavüz ve bilumum sıkıntılar, şiirlere konu olmuştur. Küçük gelinlere yazdığı "Gelincik" şiiri bunlardan birisidir. Başka bir şiirinde şairin, Nazım Hikmet'e atfen yazdığı 'Davet' şiirinin bir bölümü şöyledir. "Acılarını gözlerine gömer kadınlar/ perdeler ıssıza çekilir/ zonklayan öykülerle yürür zaman" (sayfa 23) Yer yer yaşanan türlü vahşetlerin, cinayetlerin, kötülüklerin boyutlarını daha da genişletir şair. "Bahar kokusu yirmi birinci yüzyılda da yalan" diyerek uyarısını en üst perdeden yapar. "Herkesin hıncı sokak/ cinayet/ gasp/ terör" (sayfa 37) Mısrasıyla demek istediklerini daha da alenileştirerek anlatımına devam eder. Başka bir şiirinde yeryüzünü "yüzyıllar hurdalığı" olarak betimler mesela. “En deli uçurumlar/ kan sesli uzun bacaklı/ savaşlar döner etrafımızda/ bütün dilleri acıtan” Bu günlerimize de ışık tutan, güncelliğini muhafaza eden başlıklar değil mi? Yaşanan bu kadar zorluğun, savaşların; kırık kalpleri çoğalttığı su götürmez bir gerçekken, duyarsız kalmayı kim düşünebilir ki? Kıbrıs Türküne uygulanan tehcir ve hegemonya, Kıbrıs Türkünün kültürünü, değerlerini yaşamasına engel olamamıştır elbet ama sıkıntıları, güçlükleri yaşatmıştır maalesef. Yaşanan buna benzer durumlar, diğer bütün kültürlerin, değerlerin ve dahi insanlığın sırtındaki enikonu bir kambur olduğunu söylesek çokta abartmış olmayız. Şairin, Kıbrıs Türkü olduğunu söylemiştik. Bunun izlerini şiirlerde görmekteyiz. Kıbrıs kültürüne ait kelimeler bazı şiirlerde yer bulmaktadır. "Zivaniya, gınnabi, gırcılı, gındırık, İsgele, babavura, çıdam, Alaşiya, kelimera" gibi sıralayabiliriz. Bunlarla birlikte, “düŞ’tü, SuS, aŞk” gibi görsellik olarak da kelimelere dikkat çekilmektedir. Bununla birlikte kelimelerin satırbaşıyla bölünmesi, yine yer yer büyük harflerin kullanılması okurun dikkatini çekmektedir. Mesela "babavura" kelimesi, uğur böceğinin Kıbrıs'taki karşılığıdır. !Gittiler!, !SAVAŞ!, !yaşamak!, !Zeus! gibi ifadeler de hem şiir sesini yüksekte tutmakta hem de kelimenin başında ve sonunda ünlem işaretinin kullanılması okurun dikkatini odaklamaktadır. Bir okur olarak beğenimi ve ilgimi cezbeden bazı mısralara yer vermek istiyorum. * “Kurşun bıyıklı hayat” (sayfa 25) * “Bir uzun gitmektir göçmenlik” (sayfa 28) * “Sev rengine boyalı gözlerimiz kaldı dünyada” (sayfa 30) * “Işığın kör olduğu zamanlar” (sayfa 31) * “Eski bir suç insan” (sayfa 33) * “Ihlamur ağaçlarından muhacirliğimizi/ üfler yaz” (sayfa 33) * “Kapıyı kapat girmesin odalara/ yüzümüzün sokakları” (sayfa 38) * “En uzun mektuptur yaşamak” (sayfa 45) * “En büyük gezginmiş zaman” (sayfa 45) * “Hangi hırsın kaçıncı göçmeniyiz anne” (sayfa 56) * “Ölümün rengini giyinir ağaçlar ve mezarlar” (sayfa 57) * “Beklemek yorgunu taşlar ve ağaçlar” (sayfa 57) * “Gece, uyku öğütleyen karanlık” (sayfa 83) * “Katil, çitileyip vicdanı göğe asamaz” (sayfa 86) Başkaca izleksel öğeler olarak "insan, hayat, zaman, göçmen, acı, savaş" şeklinde sıralayabilirim. Birer örnekleme ile konuyu açacak olursam. "İnsan teni gür sesli yara" (sayfa 39), "Döne döne terini acılara siler hayat" (sayfa 52), "Yeryüzünün en çirkin rengi insan" (sayfa 55), "Yorgunluk kahvesi hayat" (sayfa 75), "Boylu posluydu Akdeniz/ ölü çocukları taşımaktan/ depresyonda" (sayfa 76), "Kimin koluna girse/ ona benziyor zaman" (sayfa 77), "Tuzaklardan atlamakmış meğer yaşamak" (sayfa 81), İnsanların mücadeleleri, kavgaları ve savaşları tarih boyu devam etmiş ve gelecekte de devam edecek maalesef. Armageddon’a taşıyan bir hâli de yaşamıyor değiliz aslında. İki dünya savaşının ardından savaşların daha şiddetli devam edeceği görülüyor. Bu kadar savaş sonucunda insanlığın ders alamamış olması, sevginin, insanların gönüllerini iyileştireceği felsefesini edinememesi, kavrayamaması ne kadar acı olduğu görülüyor. Özü zorluklarda, tecrübeleri yelde, çıtkırıldım bir dünyada yaşamaya devam edeceğiz gibi duruyor. İnsan, her ne kadar travmalar atlatmış olsa da yeni travmalara duçar olmaktan da kaçamıyor bir yerde. Yaşanılan bunca elem, acunda bir iz bırakacaktır muhakkak. Yine de umutsuz değildir elbette şair; “Dumanı üstünde umuttur/ yaşamak” (sayfa 12) Başka bir yerde; “annemden emdiğim ilk sevinçtir hayat/ çalıp çırpınan” diyerek umudunu hep diri tutar bir taraftan şair. Sonuç olarak, şairler duyarlı insanlardır. Bundandır ki çevreye, olumsuzluklara, yaşananlara karşı hep bir sorumluluk duygusunu taşırlar. Bu da olması gerekli bir durumdur elbette. Ormana girerken genç, küçük ağaçları korkutmamak için baltanın sapını bezle saran bir ormancı hassasiyetiyle, su içtiği bardağı öperek, eşyayı dahi incitmeyen bir başka anlayışla hayata incelikli, özenli bakmak lazım diye düşünüyorum. Hayatın künhüne vakıf olmayı, vicdanen müsterih yaşamayı şiar edinen insanların çokluğu dünyayı güzelleştirecektir. İnsan, onulmaz yaralarla çevrelenmişken, şairlerin bu acılara, bu yaralara tanıklık edip dikkat çekmesi ve tercüman olmaları boşuna değil elbette. Dün olduğu gibi bu günde savaş meydanında yaşananlar, kim kazanırsa kazansın sıkılan her kurşun gidip bir ananın yüreğine saplanacaktır. Hani hep dillendirilen bir anlayış vardır. “Hiçbir savaş plansız olmaz, hiçbir plan da savaşa uymaz” diye. Bu savaş planlarını boşa çıkarmak, elimine etmek bütün insanlığın ortak derdi olması gerek. Son tahlilde hayat ne müşkül bir işmiş diyesi geliyor insanın. İyi okumalar. İlkay Coşkun 05.03.2022
·
205 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.