Olay öyküsünün babası Maupassant'la kavgamız bitti. Uçsuz bucaksız betimlemeleri beni yorsa da "İlk Kar, Bir zamanlar, Dehşet verici, Tik, Uyarı Çığlığı ve Latince sorunu" başlıklı öyküleri heyecan verici düzeyde güzeldi.
Çoğu öykü ahlaki değerler ekseninde yazılmış. Maupassant'ın aynı dönemde yazdığı Çehov'la birlikte kadınlarla bir sorunu olduğunu düşünüyorum nedense :) Sürekli bir "aldatan kadın" figürü var öykülerde. Yaşadığı olumsuz deneyimler mi 1800'lü yılların Fransa'sının üzerinde bıraktığı ağır yükler mi onu böyle yazmaya itti bilemem tabii.
Bir zamanlar öyküsünde torununa evliliğin sadece kurumsal bir varlık olduğunu, aşkınsa sürekli devam eden bir duygu olduğu üzerinden sözler söyleyen babaanne karakteri gerçekten akılda kalıcı idi. Anakronizme düşmemek için kendimi tutsam da bizim kültürdeki babaannelerin kulaklarını çınlatmadım değil. Çünkü babaanne evlilik gibi kutsal bir kuruma- torununa göre- öyle laflar ediyor ki, genç torun bile dayanmayıp " sus artık!" diyor ona. Bu şaşırtmacalı hal okura dudak büktürse de söylediklerinde haksız mı babaanne pek de değil galiba.
Okuru kendi ahlaki değerleri ile de bir çatışmaya davet ediyor Maupassant. "İlk Kar" öyküsü de gerçekten kayda değerdi. Sürekli üşüyen kadın karakterin kocasından kalorifer istemesi, kocasınınsa bu isteği reddedip "geldiğinden beri bir kere bile öksürmedin" demesiyle çok üşümesine rağmen kendini karlara, buzlara bırakan hasta olması be Güney'de geldiği memleketine geri dönmemesi ve kocasıyla mektuplaşmalarına şahit oluyoruz.
Burada kadına üzülmeden edemiyorsunuz, kişinin "üşüdüm" demesine inanılmazken, gerçekten öksürmesine dair inanç gösteren erkek karakteri ile kitap boyunca yüklendiği kadınlardan özür mü diliyordu acaba Maupassant?
Kim bilir belki...