Gönderi

108 syf.
7/10 puan verdi
youtube.com/watch?v=HEZcVSt... Nadir Kitap'ta klasikleşen kitaplara göz atma seanslarımdan birinde rast geldim XVII. Yüzyılda Hassa Mimarları Ocağı kitabına. Çok özel ve kısıtlı bir çalışma alanıydı belki ama neden okumuyorum ki deyip ekledim sepete. Kitabın yazarı da Tarihin Arka Odası ile tanıdığım Erhan Bey'in eşi Fatma Afyoncu olunca hepten şans vermek istedim. Yazarımız Fatma Hanım hakkında internette neredeyse hiç bilgi yok. Aksine yalan yanlış, düzeltmeye muhtaç sayfalar mevcut. Bulduğumu tahmin ettiğim tek doğru bilgi ise bir aile fotoğrafı. Kendisi de eşi gibi akademik anlamda ilerlemek istemiş olacak ki ilk adım olan yüksek lisansını aradan çıkarmış ve tezi olan konuyu da 2001 yılında kitaplaştırmış. Bundan gayrı bir çalışması olmuş mudur veya doktorasını yapmış mıdır hiç bilmiyorum. Ama anladığım kadarıyla kendisini ailesine adamış ve muhtemelen eşinin yürüdüğü akademik yolda onun en büyük destekçisi. Erhan Bey'i de çok seviyor olacak ki yazdığı bu yegane kitabı ona adamış. Girizgahımızı yaptığımıza göre odağımızı kitaba çevirebiliriz. Osmanlı; Türk'ün, üç kıta yedi iklimi mamur etmek için adalet zırhını kuşanıp yola çıktığı en güzel devletlerinden biri belki de. Muazzam büyüklüğe sahip devlet cihazının inşa faaliyetlerini yürüten kısım ise kitabımıza konu olan hassa mimarları ocağı. Bu ocağın iş yelpazesi inanılmaz geniş: Cami, saray, çeşme gibi eserler meydana getirme; eski yapıları onarma; inşaat işinde çalışanların yevmiyesini belirleme; sefere çıkan ordunun güzergahında yeni yollar açma, köprüler yapma; inşaat malzemesinin standartlarını tespit etme; yapılan binaların uygunluğunu denetleme; şehirlere mimarlar atama gibi... Şimdi bu ocağın ve imar faaliyetlerinin kafanızda daha iyi şekillenmesi için beraber bir taslak çizelim. Bu çizeceğim taslağı 17. yüzyıl verileri ile yapacağım. Yazarımız bu verilerin kaynağını Küçük ruznamçe defterleri -yani Osmanlı maliyesi tarafından tutulmuş maaş defterleri- ve ruus defterleri -yani devlet hizmetinde görev yapanların tayinleri için tutulmuş defterler- olarak belirtmiş. Ocağımızdaki kişi sayısı yıllara göre değişkenlik göstermiş ama ocağın ortalaması 35 kişi. Hassa mimarları ocağındaki bu 35 kişinin başında bir de mimarbaşı oluyor. Mimarbaşı yaşadığı müddetçe görevinin başında kalıyor. Yani 'Ölüm bizi ayırana dek!' diyerekten sıvıyor kollarını... Tabii her mimarbaşı için geçerli olmamış bu durum. İçlerinde siyasete karışan veya görevini layıkıyla yerine getiremeyenler, görevlerinden azledilmişler. Ocağımızda çalışanların kendi içinde bir hiyerarşisi ve uzmanlıkları olduğunu da anlıyoruz. Üstat, halife, minareci, nakkaş gibi unvanlarla hitap ediliyor bazılarına. Çalışanların Müslümanlardan seçilmesi zorunluluğu da yok. Öyle ki gayrimüslimlerin sayısı bazı yıllar neredeyse ocağın yarısı kadar olmuş. Mesela Yorgi adında bir Hristiyan vatandaşımızın hassa mimarları ocağında minareci olarak kaydı düşülmüş. Bunu okuduğumda mutlu bir şaşkınlık yaşamıştım. Çünkü liyakatli olanın Osmanlı'nın en üst makamında hem de kendi inancından gayrı bir işi ustalıkla yapıyor olması sevindirmişti. Peki nasıl giriliyor bu ocağa? Mimarlarımız genelde Topkapı Sarayı Hasbahçe veya Acemioğlanlar Ocağı'nda yetiştirilirlerdi. Ayrıca devletin diğer birimlerinde mimari kabiliyetleri ile ön plana çıkanlar da alınırdı. Bu kişiler çizim ve mühendislik üzerine eğitimden geçirilip büyük üstatların yanında yıllarca çalışarak mesleklerinin detaylarını öğrenirdi. Ömürleri boyunca çalışıp üreten mimarlarımız nasıl olur da yeterdi koca Osmanlı'ya? Tabii ki Osmanlı'nın imar ve tamir işleri bu 35 kişiden ibaret değildi. Şehir mimarları adıyla anılan ve Edirne, Belgrad, Kahire gibi büyük kentlerde başlarında kendi mimarbaşısı bulunan oluşumlar vardı. Şehir mimarlarının atamaları da Hassa Mimarbaşı'sı tarafından yapılırdı. Sizlere Sedefkar Mehmed Ağa'nın mimarbaşılığı sırasında gerçekleşen bazı inşa faaliyetlerini sıralamak istiyorum: Harem-i Şerif'in tamiri, Tophane Çeşmesi inşaatı, Bostancıbaşı Abdullah Ağa'nın İstavroz bahçesindeki camiinin inşası, Tersane kasrı yapımı, Ayşe Kadın Kervansarayı, Ayasofya'nın tamiri, Haseki Camii'ne kubbe eklenmesi, III. Mehmet Türbesi ve en önemli eseri Sultan Ahmed Camii. İşte böylece gururla uzuyor liste. Bu imar işlerinin yanı sıra bir de idari işleyişten bir örnek verip sonuna yaklaşayım yazımın. İstanbul'da kullanılacak inşaat malzemelerinin nitelikleri mimarbaşı tarafından en ince ayrıntısına kadar belirlenmişti: Kullanılacak kerestenin kalınlığı, tuğlanın döküleceği kalıbın büyüklüğü gibi... 1609 yılında mimarbaşı, İstanbul'a kiremit pişirmek için getirilen tahtaların belirtilen ölçülerde olmadığını ve onlarla pişirilen kiremitlerin kullanıldığı yapılara zarar vereceğini bildirmiş; bunun üzerine çıkarılan emirle arza muhtaç olanların arz edilmesi, muhtaç olmayanların ise hakkından gelinmesi mimarbaşına ve İstanbul kadısına bildirilmiştir. Keyif aldığım, bilgilerle dolu hoş bir kitaptı. Farklı zaman ve mekana konuk olmak; hassa mimarları ocağını tanımak güzeldi. Abisi inşaat mühendisi olan ben için, Türk'ün imarda yakaladığı estetiği ve zevki bugün yeniden yakalaması en büyük duam olur. Fatma Hanım'a eseri için teşekkür ediyor ve tekrardan kaleminin ucunu tıraşlayıp sahalara dönmesini dört gözle bekliyorum.
17. Yüzyılda Hassa Mimarları Ocağı
17. Yüzyılda Hassa Mimarları OcağıFatma Afyoncu · Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları · 20011 okunma
·
134 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.