Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

430 syf.
9/10 puan verdi
·
7 günde okudu
Sırılsıklam Proust'landım..
Son zamanlarda havaların soğukluğu yapılacak bazı aktivitelerin ertelenmesine, insanların kendi kabuklarına çekilmesine ve kendisiyle daha çok baş başa kalmasına sebep oldu. Bu sırada okuyucularından bir hayli ilgi isteyen, dikkatlerinin tamamının kendisinde olmasını şart koşan bir yazar (pardon sanatçı) olan Marcel Proust'u okumaya başlamak, sanırım evrenin bana eşine ender rastlanan kıyaklarından birisi oldu. Diğer türlü Proust'un labirentlerinden sıyrılmak oldukça zor olurdu.. Öncelikle belirtmek isterim ki Sevgili Proust, Türk dizilerindeki o meşhur define haritasının adresinin yazılı olduğu kısmı yiyen fare gibi beynimin en ücra köşeleri de dahil olmak üzere resmen bir ihtilal yaptı. Evet, 2. Fransız İhtilali'ni Marcel Proust 2022 yılında Kadir'in beyninde yaptı. Her okuduğum paragrafın mükemmelliğine hayran kalırken bir anda burda başka bir şey mi demek istedi düşüncesi beynimde at koşturdu kitap boyunca. Hâlâ da anlayabilmiş değilim.. Marcel Proust'un bu seriyi kaleme almasının özü nedir? Geçmişi arayış mı? Gerçeği arayış mı? Yoksa bu ikisinin eşiğinde bulunan annesini arayış mı? Hatırlamayı mı arzu etti, yoksa unutmayı mı? İlk kitaptan bu sorulara cevap bulmayı elbette beklemiyordum ama kafamda belirli bir cevap oluştururum diye düşünüyordum ama öyle olmadı. Sahaftaki hesap, eve uymadı.. Dışavurumcu Fransız edebiyatının en güçlü kalemlerinden birisi olan Marcel Proust 1905 yılında annesinin ölümüyle beraber bu seriyi yazmaya başlar. Serinin ilk cildi olan Swann'ların Tarafı 1913 yılında yayınlanmıştır. Marcel Proust ilk cildi yayınladıktan sonra eserin ikinci cildi olan Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde adlı bölümü yazmaya başlamış ancak I. Dünya Savaşının çıkması yüzünden bu cildini bitirmesi oldukça uzun sürmüş bu eserini 1919 yılında bitirmeyi başarmıştı. Diğer beş cilt ilklerine nazaran 1919 ve 1922 yılları arasında bitmiş ama eserin yayınlanmasına yazarın ömrü yetmemişti. Hayatı boyunca astım krizleri ile boğuşan Proust zatüre ’ye yakalanmış ve bu ciltleri de belki de istediği gibi düzenleyemeden 1922 yılında vefat etmiştir. Bu nedenle ciltlerin basımı da onun ölümünden sonra gerçekleşmiştir. Bu yapıtta romanın teması ve odak noktası olan Swann ile tanışma söz konusudur. Swann, sosyetede yaşamını geçiren, aşk hususunda mağlubiyetler almış bir yaşam gazisidir. Ve bir bakıma kendimle özdeşleşmeye çalıştığım ama biraz da korktuğum bir gazidir Swann. Yanı sıra o dönemin durumunu da bizlere sunan Proust, insanlar hakkında çok güzel analizlerde de bulunmuştur. Proust çocukluğunun geçtiği Combray'a da geniş bir yer verir. Paris, Combray, Fransa'ya dair her şeye dair öylesine güzel analizlerd var ki kitapta, uyuduktan sonra hemen oraları rüyanızda görmek istersiniz. Sadece hoş betimlemeler değil, aynı zamanda etkileyici eleştirilerde de bulunmuştur. Kendisini toplumsal yaşantıdan uzak bir kişilik olarak görse de toplumsal yaşantıya gayet hakim birisidir Proust. Çocukluk yıllarındeki düşünceleri ve yazma isteğine de değindiği kısımlar, Freud’un, her şeyin çocukluk yıllarında oluştuğu teoremini kanıtlar niteliktedir. Proust, bu kitabı annesinin ölümüyle yazmaya başladı demiştik. Bir bakıma otobiyografik bir eserdir. Proust kendisini, ailesini, çevresindeki insanların yaşadıkları olayları çok ince bir çizgiyle ele alır ve bizlere resmeder. Küçüklüğünden itibaren yakasını bırakmayan astım hastalığıyla ve cinsel tercihi hasebiyle kendisini toplumun dışında görür, öyle hisseder. Annesi ise onun eşcinselliğini dışlar. Annesinin varlığı bir bakıma yazarlığının karşısında bir Berlin duvarıdır. Sanırım bu sebeple Proust annesinin ölümünden sonra yazmaya başlar. Her şey onun yokluğunda belirir. Kitabın başlarında anlatıcının annesi ile ilgili betimlemelerinden de bu durumu anlayabiliriz aslında. Çünkü çoğu yazar aslında yaşadığı yaşamı değil, yaşamak istediği yaşamı kaleme alır. Olanları değil, olmasını istedikleri anlatır. Kahramanları da öyle inşa eder. Belki de Proust bu haseble annesini unutmak için farklı isimlerle, farklı kahramanlarla yaşadıklarının üzerini örtmeye çalışmıştır. İlk başta dikkat ve ilgi bekleyen bir yazar (pardon sanatçı) demiştik Proust için. Beş farklı zaman düzeyi ve yedi farklı başlangıcın bulunduğu bu ilk cilt okunurken, romanı daha iyi anlamak için çok dikkatimizi tamamıyla kitaba vermemiz gerekmektedir. Kitap okurken telefonu sessize almakta ve mümkün olduğu sürece sessiz bir alanda okumakta fayda var kanımca. Swann'ın kainatın en güzel varlığı olarak gördüğü Odette ile aşkından ve Vinteuil'ün sonatından bahsedelim biraz da. Sonda link bırakacağım, izlemenizi şiddetle öneririm.. Sonat ile ilgili kitapta şu ifadeler yer alır. Bu betimlemeleri Andımız gibi ezberlesem abartmış sayılmam.. "Önce piyano tek başına, eşi tarafından terk edilmiş bir kuş gibi sızlandı; keman onu işitip, adeta yandaki bir ağaçtan cevap verdi. Sanki dünyanın başlangıcıydı, sanki henüz yeryüzünde, daha doğrusu, diğer her şeye kapalı, bir yaratıcının mantığı tarafından kurulmuş ve ikisinin ebediyen yalnız kalacakları bu dünyada, yani bu sonatta, ikisinden başka hiçbir varlık yoktu." Swann'ın Odette'ye olan duygusunu her insan anlayamaz diye düşünüyorum. Büyük dedem Shakespeare bu konuyla ilgili olarak “Hissetmediğin bir şeyi anlayamazsın .” der hep. Bir erkeğin hayatta en çaresiz olduğu anlardan birisi de mağlup olduğu aşk mücadelesinden sonra birisine bir şeyler hissetmeye başladığını anladığını o andır. Bu hususta Swann'ı çok iyi anlıyorum. Beraber bi kahve içme şansımız olsaydı; Swann derdim, yürrüü be aslanım, boş ver onları; doğru yoldasın, der ve sırtına iki kez vururdum. Son olarak en kilit noktaya da değinerek müsaade istiyorum: Zaman. Bergson'un zaman kavramı. Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar... Bir de Proust'ı ekleyeyim belleğe. Her şey unutmamak için mi yaşanır ya da unutmak için. Unutmak insanın doğasındaki en kilit nokta mıdır sizce de? İnsan unutabildiği için mi yaşar ya da insan unutabildiği için mi yaşıyordur? Biz insanlar geçmişin ağlarına takılı kalmayı pek severiz, pek tercih ederiz. O ağlardan kurtulmak istedikçe daha da çok bağlanırız. Sebebini bilmiyorum. Neden böyleyiz, bilmiyorum. Proust da bilmiyor sanırım. Bilseydi şayet, Kayıp Zamanın İzinde olur muydu? Aslında kayıp olan zaman mı yoksa yaşanmışlar mı? Proust unutmak istiyordu şüphesiz. Unutmak isteyen birisi neden zamanın izinde olsun ki? Aramak, anımsamak, hatırlamak bir unutma çeşidi midir? Bence hayır, ama bunları yazarak üstünü kapatmak bir unutma çeşididir. Nitekim Proust böyle yapmıştır. Tam da bitirdiği vakit ölmüştür.. Bulduğu Kayıp Zamanı da bizlere bırakmıştır.. Geç tanıştığım için pişman değilim, hatta çok da mutluyum. Önceden tanışsak belki bu kadar iyi anlayamazdım. Proust dalgasına artık ben de katıldım... Kitaplı akşamlar, geceler, gündüzler hatta ömürler dilerim. Esen kalın.. Sonat: youtu.be/u-F98knpuRQ
Swann'ların Tarafı
Swann'ların TarafıMarcel Proust · Yapı Kredi Yayınları · 20044,246 okunma
·
2.110 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.