Gönderi

288 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Gazeteci, yazar, geliştirici kitap editörü Can Gazalcı'dan, 3. Baskısıyla Meyname... Zekice işlenmiş kurgusuyla, farklı esintiler yaratan duygusuyla en iyiler listemde… Romanın yalnızca kırklı yaşlardaki Barış’ın öyküsü olduğu düşünülse de daha ilk bölümde okuru bir bilinmeze doğru yolculuğa çıkaran yazar, olay akışını öyle bir izlekle sunuyor ki arada bir yerde kalıyor, anlamaya çalışırken meraklanıyor, romana sorulan soruların yanıtlarının hangi karakterden geleceğini araştırarak ilerliyorsunuz. Her akşam uğradığı ve arkadaşları rakılarını yudumlarken kendisinin Niğde Gazozu içtiği Eski Konak Meyhanesi, Barış’ın şaşkınlık yaratan davranışıyla geceye başlıyor; Barış içiyor… Oysa o güne dek ağzına içki değdirmemiş. Onu sorguya çeken arkadaşlarına bundan sonra hep içeceğini söylüyor. Neden mi? Barış’ın dünyaya merhaba dediği günlerde, babası Mustafa Bey oğlunun kulağına, kendisinin ağzına içki sürmediğini, oğlundan da bunu beklediğini fısıldıyor. Yirmi yedi yaşındaki öğretmen Mustafa Bey, Barış henüz iki buçuk yaşındayken vedalaşıyor yaşamla… Annesi Barış’ı büyütürken, babasının içki konusundaki vasiyet niteliğinde sözlerini defalarca yineliyor oğluna. Yetişkin bir birey olduğunda kimi zaman arkadaşları içerken onlara özense de babasının isteğini çiğnemiyor hiç. Annesi Nimet Hanım’la yaşıyor yıllarca. Mustafa Bey’e öyle büyük bir aşkla bağlı ki annesi, eşiyle anılarını sakladığı ve bir mabet gibi koruduğu gizemli yatak odasına kimsenin girmesine izin vermiyor. Ve bir gün, Barış annesini yitiriyor. Kırk bir yaşında, bekâr bir adam kendisi. Emektar temizlikçileri Hatice Hanım, eve düzenli aralıklarla yine geliyor. Barış, annesinin odasının mahremiyetini koruyor, Hatice Hanım’ı bile sokmuyor odaya. Gittikçe tozlanan odanın temizlenmemesinin de anılara saygısızlık olduğunu düşünüyor sonunda. Ürpererek temizlikçi kadından önce içeri giriyor, yardım edebilmek amacıyla karyolayı itiyor kenara. İşte yazarın büyük sürprizi orada karşısına çıkıyor Barış’ın; uçuşan tozların arasında oynayan yer karosunu ayrımsıyor, eline gelen karonun altındaki boşlukta küçük tahta bir sandık buluyor. Sandıktan üç cilt defter çıkıyor. Barış, kara kaplı defterlerden ürkse de merakına yeniliyor, başlıyor okumaya. Babasının günlükleri bunlar; iki yıl süreyle muntazamca tutulmuşlar. İlk satırlardan babasının başka bir kadına âşık olduğunu öğreniyor, ama asıl şaşırdığı Mustafa Bey’in her akşam içen bir adam olması gerçeği. Barış’ın şaşkınlığının okura geçmemesi olası değil. Bunu anlamlandıramıyor; annesinin anlattığı, hayatı boyunca tek yudum içmemiş ve oğluna da bunu vasiyet etmiş babasını düşündükçe kafası karışıyor; o güne dek büyük bir yalanla kandırıldığına inanarak rakı içmeye başlıyor. Babasının, her sayfanın başlangıcına o gece kaç kadeh içtiğini not düştüğünü görüyor. Mustafa Bey, ilk sayfayı kendi doğum gününde yazmış; aynı tarihi bekliyor Barış, geçmişte o gün babasının içtiği kadar içiyor önce; sonra yalnız kalacağı bir masaya geçiyor meyhanede, her gece yalnızca o gün yazılanları okuyor; babasını ancak bu şekilde anlayacağına inanıyor. Arkadaşlarına anlatmıyor günlüklerin konusunu, kendisinin neden bu denli içtiğini; onlar da anlayış gösteriyorlar, sormuyorlar bir şey… Ve Barış iki yıl boyunca her gece içiyor, yavaş yavaş bir alkoliğe dönüşüyor; işini kaybediyor, Ayyaş lakabını kazanıyor. İki yılın sonunda günlüklerin son sayfasını okuduğunda arkadaşlarına anlatıyor olanları. Sonrasındaysa geçmişe dönüşlerle başka başka insanlara, yaşamlara kapı aralıyor yazar. Okudukça anlıyoruz ki bu Barış’ın değil; aynı semtte yaşayan, aynı lisede okuyan Asude ve Mustafa’nın yürek burkan aşk hikâyesi aslında. Geri dönüş sahnelerinde, Barış’ın annesi Nimet Hanım’ın kocasının eski aşkından haberdar olduğunu, iki yıllık bir süreyi içeren günlüklerde Asude’ye sevda sözlerinin yazıldığını bildiğini anlıyoruz. Mustafa Bey’in ölümünden sonra, Asude’yle konuşmak için onun müdavimi olduğu Çalıkuşu Meyhanesi’ne gidiyor Nimet Hanım, kadının her gece orada olduğunu öğrenmiş, Asude’den bir isteği var. Ama artık uğramadığını, yerinin bilinmediğini söylüyor garson Kadir, Nimet Hanım’ı bir masaya buyur ediyor; bir anlamda dertleşiyorlar. Satır aralarında Kadir’in de Asude’ye tutkun olduğunu fısıldıyor yazar kulağımıza. Ama bunları biz biliyoruz; Barış bilmiyor. Barış sürekli sorguluyor; annesinin günlükleri okuyup okumadığını, içki içen bir adamla yaşarken bunu fark edip etmediğini… Barış, babasının geçmişine ait izler arıyor; Arkadaşı Hakan’la Mustafa Bey’in eski mahallesine gidip araştırma yapıyorlar; dişe dokunur bir bilgi edinemiyorlar. Dopdolu duygularla soluk alıp veren romanın zamanda geri dönüşlerinde Kavruk adlı meyhaneyi işleten Cemil’in kızı Asude ile İmam İbrahim’in oğlu Mustafa’nın saf aşklarını öğreniyoruz; edebiyata, yazmaya ve birbirlerine sevdalı iki gencin, İmam İbrahim’in dayatmacı tutumuyla ayrılığa sürüklenişlerini de… Asude’yi ayyaşın kızı diye hor gören İmam İbrahim’in oğlunun sevdasına serptiği zehirli sözler, o sözlerin derinlerdeki etkileri. Hastalıklı düşüncelerin savaşçı bir ayrıkotu gibi beyinlere nasıl yerleştiğinin harika anlatımıyla sarsılıyor, yaşamların altüst edilişine ve yanlışların geri dönüşsüz yıkımlarına tanıklık ediyoruz. Barış ve Hakan, Mustafa Bey’in öğretmenlik günlerinden bir iki arkadaşıyla konuşuyorlar, oradan da bir bilgi çıkmıyor, ağız birliği etmişçesine adamın kesinlikle içmediğini söylüyorlar, Barış’sa babasının sıkı bir biçimde yaptıklarını sakladığını düşünüyor. Eski Konak’taki müdavimlerin yardımıyla Ankara meyhanelerini araştırmaya başlıyorlar; onlardan birinde Mustafa Bey’i tanıyan birine rastlayabilme umuduyla. Ve biz de yazarın o eşsiz sunumuyla geçmişin Ankara meyhanelerini tanıyoruz, kentin zamana saklanmış zenginliklerini; gece kulüplerini, pavyonlarını, lokantalarını, sinemalarını, pastanelerini, kısacası bir döneme izini bırakmış, tarih olmuş mekânları anımsatarak aslında hiçbir şeyin kolayca yok olmadığının kanıtını sunuyor bize yazar. Ve o şarkılar, roman boyunca eski bir radyo yanı başınızdaymış gibi ruhunuzda dolaşan o büyülü şarkılar romanın müziğini oluşturuyor. Meyhanelerde pek çok insanla karşılaşıyorlar, türlü anılar dinliyorlar; ama hiç biri Mustafa Bey’le ilgili değil ve onu tanıyan kimseye rastlayamıyorlar, ta ki Çalıkuşu Meyhanesi’ne gidene dek. Bir zamanlar annesi Nimet Hanım’ın karşılıklı oturup sohbet ettiği Kadir’den başkası değil ulaştıkları yaşlı adam. Çalıkuşu’nda pek çok anının dili çözülüyor, ama tümü değil. Sorgulayıp duruyor Barış, eksik kalan şeyleri. Birkaç gece sonra Çalıkuşu’na genç bir kadın geliyor bu kez, Kadir’i meyhanede buluyor. Aradan kırk yıl geçmesine karşın Asude gelmiş gibi şaşırıyor, heyecanlanıyor Kadir; öyle genç, öyle gerçek görünüyor ki kadın, kendi yüzündeki derin çizgilerden, seyrelmiş ak saçlarından utanıyor yaşlı adam. Genç kadını, kırk yıl sonra Asude’yi bulmuş gibi bir masaya buyur ediyor. Romanın başından sonuna dek okura kurgusunun nereye varacağına dair ipucu vermiyor yazar, bir tahminde bulunamıyorsunuz. Bu 'Usta' işi kurgunun düğümünü yine bağlayan çözüyor usul usul. “Olağanüstülükler karşısında duraksamayana hayat denir, duraksayana insan, durana ölüm…” diyen ‘Usta’ nın elinden çıkmış bu roman, kolayca akla gelmeyecek türlü sürprizle karşılaştırıp, bambaşka duygularla sarmalıyor insanı. Sonuca doğru ilerlerken hayatı sorguladım; Asude’nin duyguları ve zekâsına hayran olurken, etki altında kalan Mustafa’ya içten içe kızdım. Artık yanıtını bildiğim sorulara gelince; Mustafa Bey alkolik miydi; öyle ise bunu nasıl sakladı; neden oğluna ömrünce içmemesini vasiyet etti. Ve o günlükleri gerçekten kendisi mi yazdı? Bu soruların yanıtını öğrenmek istiyorsanız; yılların birikimini içinde barındıran, demlenmiş Meyname’yi okumanız gerekiyor...
Meyname
MeynameCan Gazalcı · Edebiyatist Yayınevi · 201933 okunma
··
366 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.