Gönderi

330 syf.
9/10 puan verdi
Hüsrân İle Felâh Arasındaki İnce Çizgi: Hayat Apartmanı
Bu yazıda, psikiyatrist Mustafa Ulusoy’un Hayat Apartmanı romanını inceleyeceğiz. Romanda baş karakter Mualla Hanım, Kilis’li bir matematik öğretmeni. Roman Mualla Hanım’ın salonda yere düşmesinden sonra başlar. Yerde iken vefatından dolayı derin pişmanlık duyduğu Cemile ile kurduğu diyaloglara şahit oluruz. 26 Kasım 20.55 ile 21.33 arasında Mualla Hanım’ın ölümüne doğru yolculuğa çıkıyoruz. Bazen geçmişe gidip ana karakterle bağlantısı olan kişilerle irtibat kuruyor, bazen de şimdiye gelip Cemile ile Mualla Hanım’ın konuşmalarına şahitlik ediyoruz. Romanda öne çıkan olan kavramlar ‘ölüm ve iyilik’tir. Mualla Hanım’nın hayatı ve ölümü romanda birden çok karakterle bağlantılı. Hayat Apartmanında oturan Mualla Hanım’ın komşularıyla ve hayatında iz bırakmış kişilerle olan ilişkilerini romanda görüyoruz. Mualla Hanım ekseriyetle insanlara yardım etmeye çalışan birisi. Yapılan bu iyiliklerin mükafatsız kalmadığını müşahede ediyoruz. Bu genel bilgilerin ardından Mualla Hanım’ın diğer karakterle olan bağlantısını ve önemli gördüğümüz hususları inceleyebiliriz. Romanın baş karakterlerinden biri olan Cemile, Mualla Hanım’ın öğrencisidir. Üvey babası tarafından taciz edilir ve öğretmeni Mualla Hanım’a mektup yazarak yardım ister. Mualla Hanım ne yapacağını şaşırdığından dolayı herhangi bir eylemde bulunamaz. Cemile üvey babası tarafından taciz edilmeye devam eder ve sonunda intihar eder. Bunu öğrenen Mualla Hanım mektubu kimsenin görmemesi için yırtar. Mualla Hanım’ın ömrünün son demlerinde, salonda yere düştüğünde ona azap vermek, hesap sormak için karşısında korkutucu şekilde Cemile belirir. Aralarında geçen konuşmalarda Cemile, geçmişte Mualla Hanım’ın yaşadığı olaylara dair hesap sorar, ölüme doğru ilerlerken ona sıkıntılı anlar yaşatır. Bazı olaylara dair de değerlendirmelerde bulunur. Romanın bir diğer karakteri Mülayim, dünya malına önem vermeyen, gündelik ihtiyacı kadarını alan, yazarın tabiriyle ‘kalendermeşrep’ bir hırsızdır. Geceleri kapıları açan türde hırsızlık yapmayı sever. Bunun haram olduğunu bile bile onu hırsızlık yapmaya iten şey ‘keşfetme merakıdır.’ Kapıları açarak yeni âlemlere dalmak ve yeni insanları tanımak hoşuna gider. Esrar bağımlısı olan Mülayim, girdiği her işten hemen sıkılmasıyla meşhurdur. Kendince çocukları korkutmama gibi kuralları olan bir hırsızdır. İyilik yapmayı çok sever. Örneğin girdiği bir evde karısını aldattığını fark ettiği kişiyi sonraki gün sert bir şekilde uyarır. Tablet, akıllı telefon gibi cihazlara zaafı olan Mülayim, hırsızlık için Mualla Hanım’ın evine girdiğinde tabletini ve matematik kitaplarını çalar. Selma, Mualla Hanım’ın üst komşusudur. Eşinden nişanlılık döneminde gösterişli hediyeler alır. Aralarında büyük bir aşk vardır fakat evlendikten sonra eşinin eve geç gelmesinden, çocuklarla ilgilenmemesinden yakınır. Bu karakterde dikkatimizi çeken husus Mualla Hanım’ın Selma’yı düşünürken ‘ne iyi kocası var, ne güzel yaşam sürüyorlar’ demesi fakat durumun tam aksi olmasıdır. Selma da Mualla Hanım’ın evinde rahat olduğunu tabletiyle facebookda gezindiğini düşünür, fakat Mualla Hanım o an ölüm döşeğindedir. İnsanlar hakkında onların iç alemini bilmeden yargılarda bulunuruz. ‘Onu düşünme zaten onun tuzu kuru’ diyerek tek sıkıntı çekenin, zor durumda olanın kendimizin olduğunu varsayarız. Fakat bilemeyiz ki insanlar ne tür sıkıntılardan geçiyor. Bu durumda yapmamız gereken en iyi şey hemen yargılamadan o kişiye dua etmek ve hakkında olumlu düşünmektir. Mualla Hanım’ın doktoru Murat Bey ve gelini Şeyma hayatın sadece kendi etraflarında döndüğünü zannedenlerdendirler. Murat Bey, hayal dünyasında katıldığı seminerlerde çok iyi konuştuğunu düşünür ve bundan dolayı egosunu tatmin eder. Şeyma ise bencil, kendini sevmediğinden dolayı insanları da sevmeyen bir karakterdir. İç dünyasını düzeltmeyen ve kalbindeki kötülükleri temizlemeyen kişi tıpkı baktığı şeyleri kirli görmesi gibi gözlük camı kirli olan birinin kendi dışındaki dünyayı sürekli kötü görür. Romanın bir diğer kahramanı Halepli Muhammed, Suriye’den göçmek zorunda kalıp Kilis’e gelir. Savaştan önce kahvecilik yapan Muhammed, Kilis’te Hacı Abdullah ile karşılaşır. ‘Böyle güzel insanlar kaldı mı’ dedirten bir karakterde olan Hacı Abdullah, Muhammed’i evine yerleştirir, ona dükkan kiralar. Yerleştirdiği ev ise Mualla Hanım’ın doğduğu evdir. Evin bir yerinde üzerinde Mualla yazan bir taş vardır. Bunu gören Muhammed ve eşi Mualla Hanım’a bir Fatiha gönderir. Gönderdikleri bu Fatiha ölüme yaklaşmış olan Mualla Hanım’a güzel bir rayiha olarak ulaşır ve onu içinde bulunduğu sıkıntılı durumundan bir nebze de olsa kurtarır. Yazar romanında Hayat Apartmanını ve Halep şehrini de konuşturur. Bizce en duygusal kısımlardan biri de Halep’in konuştuğu bölümdür. Halep, üzerinde olan yıkımlardan ve insanların şehirde olmamalarından dolayı üzgündür. Bu sırada bir melekle konuşur. Melek ona Ankebut Suresinin 57. âyetini okur: “Her nefis ölümü tadacak ve sonunda dönüp huzurumuza geleceksiniz.” Bu ayetten çok etkilenen Halep, anlar ki kendinin de bir sonu olacak. İnsanların ve hayvanların ömrü olduğunu biliriz fakat şehirlerin, apartmanların vb. nesnelerin ömrü olduğunu çoğunluğumuz bilmez. Bu bakış açısını kazandırması açısından romanda bu bölüm çok değerlidir. Romanda ana düşüncelerden biri yaptığımız her iyiliğin bir karşılığının olduğu ve bu iyiliğin bir çok dengeyi değiştireceğidir. Örneğin: Mualla Hanım Halep’e gezi için gittiğinde çarşıda ipek bir fular beğenir fakat alamaz. Sonrasında arkadaşlarıyla yemek yemeye gider fakat aklından o fular çıkmaz. Yemek esnasında Ümmü Gülsüm adındaki kediyi görür, kedi açtır ona tavuk ısmarlamak ister fakat ısmarlarsa parası kalmayacak ve istediği fuları alamayacaktır. Sonuçta kediye tavuk ısmarlar. Bunu duyan işletme sahibi onun bu davranışından etkilenir ve Mualla Hanım’dan ücret almaz. Karşılıklı bu iyi niyetlerden sonra Mualla Hanımın cebinde fuları alacak para kalır ve arzuladığı o fuları satın alır. Olayın neticesi itibariyle yapılan bu küçük iyilik, iyilikleri doğurur. Romanda Mualla Hanım birbirinden bağımsız iyilikler yapar, bu iyilikler kendisinin kurtuluş yolunda en büyük yardımcılarından biri olacaktır. Bu iyilikleirn örneği ise şunlardır; Mualla Hanım her hafta pazara alışverişe gittiğinde peynirci Hasan’a uğrar. Vefat edeceği gün peynirci Hasan’dan alışveriş yapar ve bir miktar parayı da yetimlere gönderilmesi için verir. Yardım ulaştıktan sonra yetim kimse Mualla Hanım’a dua eder. Bir başka örnek de Mualla Hanım salı pazarına gider orada poşetleri ve pazar arabalarını taşıyan Ramazan adında bir genç vardır. Bu genç Mualla Hanım’ın poşetlerini taşır, ücret olarak ona normalin üzerinde bir para verir. Ramazan bu duruma çok sevinir ve Mualla Hanım’a dua eder. Mualla Hanım’nın yaptığı bu iyilikler, onun ölümüne doğru yaklaşırken yaşadığı zor durumdan kurtulmasına vesile olur. Yapılan bu iyilikler, Mualla Hanım zor durumda iken rüzgar tarafından getirilen ve etrafa yayılan güzel bir rayiha olarak metaforlanmıştır. O esnada Mualla Hanım bir nebze olsun ferahlar. Romanın sonuna doğru anlarız ki yapılan iyilikler Mualla Hanım’ın iki cihan saadeti için kurtuluş vesileleri olmuştur. Mualla Hanım, ölümünden iki gün önce salı pazarına gittiğinde hâki renkli angora bir hırkayı beğenir fakat diğer hafta alırım der. Vakıa bu ya haftaya ruhunu teslim etmiş olacaktır. Hepimizin türlü türlü isteği var ve hepsi de gerçekleşmiyor. Neyi elde etsek elde edemediğimiz yâdımızda kalıyor ve onun hasretiyle üzüntü çekiyoruz. Bu hususta Dostoyevski’nin şu sözleri aklımıza geliyor: “Ne yaparsan yap, pişman öleceksin. Belki yaptıklarından, belki de yapmadıklarından.” Mualla Hanım ile Cemile’nin konuşması bir tür ‘nefs muhasebesi’ dir. Yapılan bu nefs muhasebesinin göstergesi ise Mualla Hanım’ın yaptığı iyilikleri ne niyetle yaptığının sorgulanmasıdır. Bu sorgulama neticesinde iyiliklerinin birinde asıl niyetinin salt iyilik değil de, dünyevî bir gaye (riyâ, idealist gözükme vb.) olduğu anlaşılır. Mualla Hanım öğretmeni olduğu Mehmet’i üniversite sınavına hazırlar ve öğrencisi başarılı olduktan sonra ‘benim sayemde başardı’ der. Mehmet’e yardım etmesinin sebeplerinden biri de kimya öğretmeni olan Fazlı’ya idealist bir öğretmen olarak görünme çabasıdır. Cemile Mualla Hanım’ın bu yardımındaki yanlış niyetini ve benim sayemde demesini eleştirir. Mualla Hanım hatasını kabul eder ve bu durum azabının hafiflemesine sebep olur. Mehmet ileride ünlü bir müteahhit olur ve yardım ettiği insanlar önemli mevkilere geldiğinde ‘benim sayemde oldu’ der. Yazar bu durumu eleştirir. Yazarın eleştirdiği bir diğer husus da romandaki karakterlerin gereksiz vehimleridir. Yazar bu kitap üzerine yaptığı bir konuşmada vehim konusunda vehimlerimizi yok etmemizin mümkün olmadığını söyler. Bu dıuruma çözüm olarak ise aklımıza gelen vehimlerin vehim olduğunun idrakinde olarak vehimlerin gerçek olmadığını bilmemiz gerektiğini söyler. Kitabın vermek istediği ana mesajlarından biri de şudur: İnsanın en önemli vazifesi Allah’ın isimlerine ayna olduğunu idrâk etmesidir. Mualla Hanım’ın bunu idrâk etmesi şöyle gerçekleşir: Arkadaşı Necla Hanım’ın tarihçi olan oğlu Kâmil matematikçi olduğu için ilgisini çekeceğini düşünerek Mualla Hanım’a şu metni gönderir: "Meselâ, hendese (Mühendislik, geometri) bir fendir. Onun hakikati ve nokta-i müntehâsı (en yüksek noktası), Cenâb-ı Hakkın ism-i Adl (Allah’ın her şeyi ölçülü ve dengeli yaratması) ve Mukaddir'ine (her şeyi önceden ölçülü olarak belirlemesi) yetişip, hendese aynasında o ismin hakîmâne cilvelerini haşmetiyle müşahede etmektir." Mualla Hanım kendisine gönderilen metnin bu kısmında Allah’ın el-Adl ve el-Mukaddir isimlerini fehmeder. Matematiğin Allah’ın isimleriyle bağlantılı olmasını anlayan Mualla Hanım, kainatı çekip çevirenin Hakk Teala olduğunu daha derinden idrâk eder. Matematik ilminin Allah’ın kainatta yarattığı muhteşem ölçüleri aktarması sebebiyle için mesleğinin ne kadar önemli olduğunu fark eder. Mualla Hanım’ın bu metinden çıkardığı bir diğer sonuç da yardım istenmesi gereken yegane varlığın Cenab-ı Hakk olduğudur. Romanın orta kısımlarında Mualla Hanım yerde can çekişirken alt komşusu Merve onu ziyarete gelir fakat haliyle Mualla Hanım kapıyı açamaz. Mualla Hanım feryat figan ederek yakınlarından, komşularından yardım ister, Cemile bu duruma karşılık ‘kimden yardım isteyeceğini bilmiyorsun’ der. Romanın sonlarına doğru Mualla Hanım ölüme yaklaştığı sırada aklına bu metin gelir ve ölümüne doğru giderken kimden yardım isteyeceğini hatırlar. Mualla Hanım artık ne Cemile’den, ne komşularından, ne de diğer yakınlardan yardım ister. Artık el-Adl ve el-Mukaddir isimlerini anarak Cenab-ı Hakk’dan yardım talep eder. Yine bu durum onun azabının hafiflemesine vesile olur. Mualla Hanım artık son anlarına yaklaşır. el-Adl ve el-Mukaddir isimleriyle Allah’tan yardım ister. Bunu gören Cemile’ye değişik haller olur ve ‘siz insanlar..’ diye bir cümle kurar. İşte o zaman Mualla Hanım Cemile’nin insan değil de başka bir varlık olduğunu anlar. Mualla Hanım’ın günahları ve sevapları terazide tartılmış ve günahları ağır basmıştır. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk kulu Mualla Hanım’ın kurtuluşa ermesini dilemiş ve Cemile suretinde ölüm meleğini ona azap etmesi için göndermiştir. Ölüm meleğinin azap etmesi için gönderilmesindeki gaye Mualla Hanım’ın hatalarını anlaması ve sonuç olarak iyilik hânesinin artmasıdır. Yani Allah ona dünya hayatında yaptığı kötülükten dolayı azap ettirerek sonsuz bir âlem olan ahiret hayatı için kurtuluşa ermesini istemiş, rahmetiyle muâmele etmiştir. Hem ölüm meleğinin vesilesiyle Mualla Hanım’ın günahlarını itiraf etmesi hem de yaptığı bazı küçük iyiliklerin (yetimlere gönderdiği sadaka, fakir gence yardımı, Kilis’teki evinden gönderilen Fatiha vb) o esnâda karşılık bulmasından dolayı terazideki denge değişir ve iyilik tarafı ağır basar. Böylece Mualla Hanım kurtuluşa erer. Allah’ın isimleriyle yardım istemesinden dolayı da ruhunu kolayca teslim eder. Hayatımızda küçük, büyük, bilerek veya bilmeyerek iyilikler yaparız. Bu iyilikler hiçbir zaman mükafatsız kalmaz. Küçük gördüğümüz bir yardım bile günah sevap terazimizdeki dengeyi değiştirerek ahiret saadetimize vesile olabilir. Romandaki ana fikir bizce şudur: Hangi makamda olursak olalım ölümün elbet bir gün bizi bulacağını bilmek, Hak Teala’nın rızasına göre yaşarsak ölüm anında yalnız olmayacağımızı ve ölüm meleğinin bizim karşımıza dostâne bir şekilde çıkacağını bilmek, ölmeden önce ölenlerden olmak, asıl yardım isteyeceğimiz kişinin Hak Teala olduğunu bilmek, günahlarımıza karşı kendimizi muhasebeye çekmek, yapılan her türlü iyiliğin günah-sevap terazisindeki dengeyi değiştirebileceğini bilerek iyilik peşinde koşmaktır. Eserin dili oldukça sade ve akıcı. Eser psikolojik roman türündedir. Roman bizi ölüm, terazi ve denge, iyilik, yalnızlık, günah, muhasebe, Esmâ-i hüsnâ kavramları üzerine düşündürüyor. Elbet bir gün hepimiz göçüp gideceğiz. Bize iki cihanda fayda sağlayacak amelin iyilik olduğunu bu roman vesilesi ile bir kez daha anlamış oluyoruz. Bu hususta Bâkî’nin şu mısralarını hatırlamak gerek. "Âvâzeyi bu âleme Davud gibi sal / Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş" Ölmek değildir ömrümüzün en fecî işi, Müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi. -Yahya Kemal Beyatlı İbrahim Serdar
Hayat Apartmanı
Hayat ApartmanıMustafa Ulusoy · Kapı Yayınları · 2017917 okunma
·
531 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.