Gönderi

508 syf.
10/10 puan verdi
İki Şehrin Hikayesi
İki Şehrin Hikâyesi, Charles Dickens'ın 1859 yılında gazetelerde yayınlanmak üzere yazdığı, konusu Fransız Devrimi esnasında ve öncesinde Paris ve Londra'da geçen romandır. 200 milyonun üzerindeki satışı ile tüm zamanların en meşhur edebiyat eserleri arasındadır. Ve yine buna paralel olarak en çok yarım bırakılan kitaplardan biridir. Kitabı daha iyi anlamak ve olayları daha kolay takip edebilmek için, öncesinde Fransız İhtilali'nin ana hatlarını okumak yardımcı olacaktır. Bu nedenle kitaba yeni başlayacaklar için hem yazarın hem de kitabın geçtiği dönemi kısa bir araştırma yaparak okumalarını tavsiye ederim. Kitabı temel olarak üç bölüme ayırmak mümkün. İş bankası yayınlarında da eser bölümleri "birinci, ikinci ve üçüncü kitap" olarak ayrılmış durumda. İlk kitap yani ilk bölüm, o meşhur cümle ile başlıyor; "Gelmiş geçmiş en iyi günlerdi, gelmiş geçmiş en kötü günlerdi; hem bilgelik çağıydı, hem aptallık; hem inancın devriydi, hem şüpheciliğin; hem aydınlık hem karanlık bir mevsimdi; umudun baharı, umutsuzluğun kışıydı; hem her şeyimiz vardı hem hiçbir şeyimiz yoktu; hepimiz ya doğruca Cennet’e gidecektik ya da tam aksi istikamete...” Tüm kitabın, bu tek cümlede anlatıldığını söylemek mümkün. Ana karakterlerden biri olan Lorry'nin çıktığı kısa yolculuğu anlatan ilk bölümde kitabın önemli diğer karakterlerini de görüyor ve dönem hakkında az da olsa fikir sahibi olmaya başlıyoruz. Bu bölümde Lorry'nin seyahat ederken Mr. Manette ile yapacağı konuşmanın hayalini kurması, bana göre kitabın en can alıcı kısımlarından biriydi. Yine aynı şekilde; Mr. Manette ile Lucie'nın ilk karşılaştıkları an kitap için önemli bir diğer kısımdı. Diğer ikisine göre oldukça kısa olan bu bölüm 60 sayfa kadar sürüyor ve tıpkı giriş kısmı gibi etkileyici bir cümleyle bitiyor; " 'Hayata dönmeyi istiyorsun değil mi?' Cevap hep aynıydı: 'Bilemiyorum.' " İkinci bölümde; karakterleri daha yakından tanımaya başlıyor, hayat hikayelerini öğrenip, duygu ve düşüncelerini daha iyi anlıyoruz. Benim için kitabın çok önemli olan diğer iki karakteri; Charles Darnay ve Sydney Carton da bu bölümde esere dahil oluyor ve ileriki sayfalarda aklıma birçok defa gelen o kısa sohbetleri de bu bölümde geçiyor. " 'Çok yazık. Keşke yeteneklerinizi daha iyi değerlendirebilseydiniz.' 'Belki öyle, belki öyle değil Mr. Darnay. Şu ayık halinize bakıp da kibre kapılmayın; günlerin ne getireceğini bilemezsiniz. İyi geceler!' " Bu diyalog ileriki bölümlerde aklıma geldikçe, "Gördün mü Darnay? Pişman mısın şimdi?" diye sormak istiyordum. Sydney; boşa geçen hayatında aşkıyla, melankolik, zeki, harcanmış bir avkuttır. Ve hiçbir beklentisi olmadan aşkını itiraf ettiği o sahne, eserdeki en önemli karakterlerden biri olmasına oldukça yardım etmiştir. Kitabın en ikonik sahnelerinden bir diğeri ise; şarap fıçısının devrilerek yere devrildiği bölüm bana göre. Aç köylünün yola dökülen şarapa saldırması, herkesin o kan kırmızı sudan birkaç yudum içebilmek için kapışıp durması, açlığın sebep olduğu karmaşa, kızıl renge boyanan bir meydan.. İleriki bölümlerde ne olacağını anlatmaya çalışıyor sanki yazar burada. Yine bu bölümde, Aristokrat'ların köylüye karşı olan sert ve acımasız tutumlarını, halkın bu insafsız yönetimden ne denli bıkıp yorulduğunu, intikam duygularının iyice güçlendiğini görüyoruz. Bölümün sonlarına doğru devrimin ayak sesleri gittikçe daha duyulur hale geliyor ve bölümün sonunda devrimin resmen başladığını gösteren Bastille Hapishanesi, köylüler tarafından işgal ediliyor. Kitabın üçüncü ve son bölümü: Fırtınanın İzi. Bu bölümde, karakterler arasındaki özel ilişkiler diğer bölümlere oranla biraz daha geri plana çekilerek yerini devrime bırakıyor. Köylünün, aristokrasiyi devirerek tarihin en kanlı devrimini nasıl hayata geçirdiğini görüyoruz. Hayvan Çiftliği kitabının gerçek hayattaki karşılığını anlatan kitap bence İki Şehrin Hikayesi. Asil diye nitelendirilen insanlar, yıllar boyu köylü sınıf üzerinde o denli büyük bir baskı kuruyor ve onları öylesine eziyor ki, bu ezilen, ikinci sınıf insan muamelesi gören halk başa geçtikleri zaman acımasız birer canavara dönüşüyor. Bu eğitimsiz ve ölüm isteyen yönetim, birkaç gün içerisinde hazırlanıp, yürürlüğe konan ve düzgün bir temeli olamayan yasalarla, 10-15 dakika süren mahkemelerde yüzlerce masum insanın giyotinle idamına karar veriyor. Bu bölümde, kitabın güçlü bir diğer karakteri olan Mrs. Defarge daha ön plana çıkıyor. Devrimin kadın yüzlerinden biri olan karakter öylesine acımasız ve nefret dolu ki, onun sahnelerini okurken huzursuzlanıyordum. Karakteri daha yakından tanıdıkça ona olan öfkem artıyordu ve yine buna paralel şekilde içimde bir hayranlık duygusu da oluşmaya başladı. Bu merhametsiz ve kana susamış kadın için iyi biriydi demek mümkün değil ancak, aristokrasinin mahvettiği köylü hayatlarının vücut bulmuş hali gibi. .... Sydney, Paris'in sokaklarını arşınlayarak geçirdiği o gece bu cümleyi art arda tekrarlayıp duruyordu. " 'Ben diriliş ve yaşamım.' diyordu Tanrı, 'her kim ki bana iman eder, ölmüş olsa bile yaşar; yaşayanlar ve bana iman edenler asla ölmezler.' " Buraları okurken, Sydney'in zihninden geçenleri tahmin etmeye çalışmak insanın içinde tuhaf bir hüzün oluşturuyordu. .... Dickens'ın o kadar incelikli bir edebi dili var ki, kitaptaki tüm olayları, tüm karakterleri unutulmaz kılmayı başardığını düşünüyorum. Her şeyi ince ince düşünüp işlemiş, yaşanan hiçbir şey, söylenen hiçbir söz öylesine değil. Basit gibi görünen bir olay, 200 sayfa sonra tekrar gündeme gelip kitabın tüm akışını değiştirirebiliyor mesala. İki Şehrin Hikayesi, insanın içine dokunan karakterleri, incelikle işlenmiş olay örgüsü, bir adamın bir kadını ne kadar çok sevebileceğini, tükenmiş ve harcanmış hayatları, insanların ne denli acımasız olabileceğini ve tarihi olayları anlatımıyla ölümsüz bir eser. İyi okumalar!
İki Şehrin Hikâyesi
İki Şehrin HikâyesiCharles Dickens · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202259.6k okunma
·
365 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.