Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

DEĞİŞTİRMEK İSTEDİKLERİNİZE DÖNÜŞMEYİN Hamd yerleri, gökleri ve içindekileri bir düzene göre yaratan, bu düzenin sağlanması adına kitaplar ve peygamberler gönderen, gönderdiği şeriatlarla bütün yönetim sistemlerine meydan okuyan, yarattığı kullarını hangi yönetimle düzene koyabileceğini en mükemmel bir şekilde bilen, kalplerin ve akılların gerçek sahibi olan Allah’a (c.c.) olsun. Salat ve selam O'nun Nebisi olan, elçilik görevini hakkıyla yerine getirip yirmi üç yıllık peygamberlik görevi boyunca tarihe damgasını vuran âlimler, davetçiler ve mücahidler yetiştiren, en büyük örneğimiz ve en büyük öğretmenimiz olan Allah’ın Rasulü Muhammed’e (s.a.s), aline ve ashabına olsun. Peygamberler, Değiştirmek İstediklerine Dönüşmediler. Peygamberler, Rabbimizin kendilerine lütfetmiş olduğu bir görev itibariyle gönderildikleri toplumlarda -her zaman için- değişimin öncüsü olmuş, karanlıklar içinde kaybolmuş toplumları aydınlığa kavuşturmuş ve ölü cahiliye toplumların diri medeniyetlere ulaşması anlamında en büyük örnekliği ortaya koymuşlardır. Değişimin temsilcisi olma şerefini kendilerine veren Allah-u Teâlâ, gönderdiği peygamberleri bizler için ölçü kılmış ve iki kaynaktan biri olarak belirlemiştir. Peygamberlerin gönderildiği toplumları incelediğimizde, “Kötü” olarak nitelendirilebilecek bütün özellikleri barındırdıklarını kolayca görebilmekteyiz. Nitekim Arap Yarımadasını bu anlamda ifade etmeye çalışırsak, “Kötü” kelimesi bu anlamlandırma için yetersiz kalacaktır. Putlara tapmanın, kızların diri diri toprağa gömülmesinin, faizin, kan davalarının, öldürmenin, hırsızlığın, zinanın, rüşvetçiliğin, kumarın, zulmün vb. aklınıza gelebilecek bütün pisliklerin her türlüsünü kendilerinde bulunduran bir toplumu “kötü” kelimesi ile anlamlandırmaya çalışmak, meseleyi daha kapsamlı analiz etmemizi engelleyebilir ancak onları ifade edebilecek bir kelime de bulmakta zorlanıyorum gerçekten. Evet, böylesi toplumları ıslah etmek amacıyla değişimin öncüleri olan peygamberler görevlendirilmiştir. Rabbimiz, öyle toplumlara peygamber gönderdi ki; yukarıda belirttiğimiz gibi “Kötü” kelimesi bu anlamlandırma için eksik kalacaktır. Bazen düşünüyorum da aslında Hz. Muhammed’in (s.a.s) Allah’ın elçisi olduğunu kanıtlama konusundaki başka mucizelerini konuşmaya bile gerek yoktur. Çünkü o toplumun hidayet yolundaki değişimine vesile olabilmek en büyük mucizelerden biridir. Böylesi toplumların karşısında yıllarca aynı şeyi değiştirmeden söylemek, sağa-sola kaydırmak suretiyle taviz vermemek, baskı ve işkenceler karşısında lafı gevelemeden söylemeye devam edebilmek kolay bir mesele değildir. Günübirlik laf değiştirerek benliğinden taviz veren böylesi bir toplumda o günü konuşmanın bizler için bir ilham kaynağı olmasını dilerim. Değerli kardeşlerim, dikkatlerinizi çok önemli bir noktaya çekmek istiyorum. Peygamberler, gönderildikleri toplumlarda hidayet yolunun öncülüğünü yaparken hiçbir zaman değiştirmek istedikleri toplumlara dönüşmemişlerdir. Allah’ın varlığına ve birliğine çağırırken gördükleri bütün baskılar, eziyetler, sıkıntılar, zulümler onları yıldırmamıştır ve onlar, bu yolda sebat edip Rablerine kavuşmuşlardır. Yalnızca zorluklar değil bununla birlikte onlara sunulan bütün cazip teklifler de onları değiştirememiştir. Yani peygamberler, kavimlerini değiştirmek isterken kavimleri gibi olmamışlardır. Bakınız kendi oğlunun hidayetine vesile olmaya güç yetirememesine rağmen değişmeyen bir peygamber: Nuh (a.s). "Gemi içindekilerle birlikte dağlar gibi dalgalar arasında akıp gidiyordu. Nuh, ayrı bir yere çekilmiş olan oğluna seslendi: "Yavrucuğum, gel bizimle beraber bin! Kâfirlerle beraber olma! O, dedi ki; "Ben, beni sudan koruyacak bir dağa çıkacağım". Nuh da "Bugün Allah'ın merhamet ettiğinden başkasını, Allah'ın bu emrinden koruyacak kimse yoktur." dedi. Derken dalga aralarına giriverdi. O da boğulanlardan oldu." (Hud 42,43) Kendisiyle aynı yatağı paylaşmasına rağmen eşi tarafından inkâr edilen bir peygamber: Lut (a.s). Kavminin sapıklıkları ve eşinin inkârcılığı onu, kavmi gibi birisine dönüştürmedi. Asla kavmi gibi inkarcı birisi olmadı. Kendi beldesinden yıllarca uzak kalan ve döndüğünde de ölümle tehdit edilen, “Ben, sizin Rabbinizim” diyen azgın bir kâfire karşı mücadele eden bir peygamber: Musa (a.s). Tüm bunlar onu hiçbir şekilde değiştirmek istediği topluma dönüştürmedi. Kimi peygamberlerin boynu vuruldu, Yahya (a.s) gibi. Kimi peygamberler testereyle ortadan ikiye ayrıldı, Zekeriya (a.s) gibi. Kimi peygamberler de demir taraklarla tarandılar. Ama onlar, bu zulümleri göze alarak değiştirmek istedikleri toplumlara dönüşmediler. Evet, genel olarak birçok peygamber bu vb. durumlar ile karşılaşmış fakat karşılaştıkları bu durumlar karşısında değiştirmek istediklerine dönüşmemişlerdir. Özelde ise Peygamber Efendimiz (s.a.s), müşriklerin ileri gelenlerinin, davasından vazgeçmesi için amcası aracılığıyla sundukları makam, mevki, kadın vb. teklifleri karşısında şu muazzam cevabı vermiştir: “Ey amca! Allah’a yemin ederim ki güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseler yine de bu davadan vazgeçmem. Ya Allah bu dini hâkim kılar ya da ben bu yolda yok olur giderim.” Sahabeler, değiştirmek istediklerine dönüşmediler Müslümanların ileri gelenlerinden olan Ebu Bekir (r.a), Allah Rasulüne iman etti diye Mescid-i Haram’da bayılıncaya kadar dövüldü. Yediği dayaktan dolayı yüzü, gözü tanınmaz hale gelmesine rağmen uyandığında ilk sözü, Allah Resulü’nün durumunun ne olduğunu ve nasıl olduğunu sormak olmuştur. Müşrikler, Bilal-i Habeş’i (r.a) işkence ettikten sonra Mekkeli çocukların eline vermiş, çocuklar da onu mahallelerde dolaştırarak ona eziyet edip alay etmişlerdir. Bin Mes’ud (r.a), müşriklerin karşısında korkusuzca Rahman suresini okuyunca Mekkeli müşrikler etrafına üşüşerek onu tanınmayacak hale getirene kadar dövdüler. Başına gelecek olanları bilmesine rağmen başka bir gün yine Mekkeli müşriklerin karşısında Allah’ın kelamını okuyor ve tekrar tanınmayacak hale getirilinceye kadar dövülüyordu. Bu anlamda örnekleri çokça artırabiliriz elbet ancak birkaç örnek bile davalarına olan bağlılıklarını, işkence veya cazip tekliflerin onları değiştiremeyeceğini anlamamız bakımından yeterlidir. Sahabeler gördükleri baskı ve işkencelere rağmen düşmanlarına karşı taviz vermemiş, tam aksine davalarına daha sıkı bağlanarak mücadeleye devam etmişlerdir. Allah Rasulü (s.a.s) vefat edince bütün Müslümanlar arasında bir kargaşa çıkıyor. Daha sonra, iman edenlerden bazıları toplu olarak dinden irtidad etmeye başlıyorlardı. Ömerlerin, Osmanların, Alilerin olduğu bir ortamda, artık her şeyin bittiğini düşünüp ümitsizliğe kapılmaya başlanmışken Müslümanların ileri gelenlerinden olan Ebu Bekir (r.a) öne çıkarak: “Kim, Muhammed’e ibadet ediyor idiyse bilsin ki Muhammed (s.a.s) ölmüştür. Kim, Allah’a ibadet ediyorsa da bilsin ki Allah, Hayy ve Kayyum'dur.” diyerek gönüllerde umutlar yeşertmiştir. Böylesi kötü bir durumda olmalarına rağmen onlar, değiştirmek istediklerine dönüşmeyip değiştirmek istediklerini değiştirmeyi başarmışlardır. Hidayet yolunun varisleri, toplumsal değişimin öncüleri, izzet ve şerefin fedaileri olmuş; Allah’ın kendilerinden razı olduğu, kendilerinin de Allah’tan razı olduğu bir mertebeye ulaşmışlardır. Âlimler ve Davetçiler de Değiştirmek İstediklerine Dönüşmediler İmam Ebu Hanife, derslerinde yönetimin yanlışlarını sürekli olarak dile getirdiği için hem Emevî hem de Abbasî yönetiminden eziyetler görmüştür. İmam Ebu Hanife (r.a) hem Emevî hem de Abbasî yönetiminden gelen kadılık görevini kabul etmemiş hatta "Melik, Vasıt Mescidinin sütunlarını saymamı bile istese yine de yapmam” demiştir ve bu yüzden de hapsedilip her gün kırbaçlanmıştır. Buna rağmen düşünce ve pratiklerinden taviz vermeyerek zoraki ve yanlış dönüşüme karşı ciddi bir direnç göstermiştir. Bağdat’ın valisi, “Kur’an mahlûktur” fikrini insanlara kabullendirmek isteyerek birçok âlimi tutuklatıp zincire vurdu. Bu âlimlerin başında ise İmam Ahmed bin Hanbel (r.a) gelmektedir. Yönetimin zulüm ve işkenceleri üzerine birçok âlim kendi görüşünden taviz verirken İmam Ahmed bin Hanbel “Kur’ân mahlûktur” sapıklığını kabul etmeyip 28 ay boyunca zindan hayatı yaşamıştır. Zindan hayatı, ona inancından taviz verdirmeyince bu durum karşısında emeline tam anlamıyla ulaşamayan yönetim, işkenceye başvurdu. İmam Ahmed bin Hanbel gibi büyük bir âlim, muttaki bir insan, büyük bir müçtehid kırbaçlanarak işkence gördü. Neticede İmam Ahmed bin Hanbel’i değiştiremeyeceklerini anladıklarında da serbest bırakmaya karar verdiler. İmam Ahmed (r.a), sağlığına kavuşunca insanlar arasında tekrar ders vermeye başladı. Tabii görüşünden taviz vermemesi, insanlar arasındaki itibarını da ciddi anlamda artırmıştı. Evet, zulümler genel olarak birçok âlim üzerinde uygulandı fakat İmam Ahmed bin Hanbel’i işkencelerle bile değiştiremediler. Yakın zamanımızda, despot yönetime karşı “Kur’ân, namus-u ekberdir.” diyerek bu yolda canını veren cihad önderi, Şeyh Said vardır. “Emperyalizmi ruhlarınızdan attığınızda o, sizin topraklarınızdan da uzaklaşacaktır.” diyerek olumsuz değişimin temel çözümünün formülünü veren bir Hasan El Benna vardır. Tarih kitapları bunlar gibi birçok âlim ve davetçi örnekliğiyle doludur. Peygamberler değiştirmek istediklerine benzemedi çünkü peygamberler, Allah’ın özel olarak seçtiği ve indirdiği kitapları ile de eğittiği kullarıdır. Bu nedenle onların, değiştirmek istediklerine dönüştüğüne şahit olunmamıştır. Allah Rasulü (s.a.s), Dar’ul Erkam’ı gizli davet dönemi boyunca bir eğitim merkezi olarak kullanmıştır. Allah, Kur’ân ile elçisini, elçisi de Kur’ân’ı merkezine alarak sahabelerini eğitmiştir. Gizli davet dönemi olarak adlandırılan bu üç senede Allah Rasulü, sahabelerinin sağlam bir akideye sahip olmaları için gerek teorik olarak gerekse de pratik olarak onlarla özel ilgilenmiştir. Nitekim açık davete geçildiğinde nasıl bir eğitim aldıklarını, değiştirmek istediklerine dönüşmeyerek göstermiş oldular. Aldıkları sağlam bir akide sonucunda dünyanın dört bir tarafına yayılan bir medeniyet kurdular. Nice âlimler, nice davetçiler ve nice mücahitler sağlam bir akide ile dünyaya meydan okudular. Onlardan sonra gelen tabiinler ve etba-i tabiinler de onların yolundan giderek yükseldiler. Bu nedenle bizler insanları değiştirmeden önce kendimizi değiştirmeliyiz. Unutmamalıyız ki, kendisini değiştiremeyen insanlar, başkalarını da değiştiremezler. Allah Rasulünün yönteminden bunu daha iyi bir şekilde idrak edebiliyoruz. Çünkü sahabelerin ruhî inşasını gerçekleştirmek için ibadetlerine yoğunlaşmalarının gerekliliğini öğretti. Amel ve sözlerimizi sağlam bir akideye oturtmadığımız müddetçe küffar ordusunun zihinleri işgal ettiği böylesi bir dönemde imanımızı kontrol etmekte zorlanacağımız için ister istemez düşman safında yer alabiliriz. Allah muhafaza en son küffar ordusuna muhbirlik yapabilecek dereceye bile düşebiliriz. Kendisini değiştiremeyen insanlar, değiştirmek istediklerine dönüşürler. Değiştirmek istediklerine dönüşmeyen insanlar, sağlam bir akide ile iman eden, sünnete uygun bir şekilde amel eden, amel ettiğini de insanlara anlatıp davet eden ve davet ettiklerinin zahmetine sabredip sebat edenlerdir. İşte bunlar, bütün insanların hüsranda olduğu bir zamanda, hüsranda olmayan insanlardır. Son sözümüz; Rabbimiz bizi, değiştirmek istediklerimize dönüştürmesin. Musa Yıldız
·
310 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.