Gönderi

Sonra öğrencilerini düşündü: "Benden daha iyi şartlar altında yetişiyorlar: bir kere, on sekiz yaşında üniversiteye gidiyorlar." Hayalindeki öğrencilerini karşısına aldı, onlara biraz başka dersler vermek istedi: "Bakın beyler," dedi onlara, "Ben yirmi yaşında üniversiteye gidebildim, yani sizin dördüncü sınıfa geçtiğiniz yaşta yüksek tahsile başladım. Yani sizin neredeyse mektebi bitireceğiniz sırada daha ben işin başındaydım. Yirmi altı yaşındaydım mezun olduğum zaman. Bugün bile aranızda konuşurken şivemle alay ediyorsunuz, yani köyde yetiştim. Dört yaşında damdan düştüm. On sekiz yaşındaydım babamı kaybettiğim zaman. Zavallı babam kangren olmuştu ve oğlunun adam olamayacağına inanmıştı ve adam olduğunu göremeden ölmüştü. Ben hep böyle yorgundum, geceleri erkenden uyuyakalırdım bugünkü gibi. Benzim hep sarıydı. Yazları beni 'tebdil hava'ya gönderirlerdi ve ben bir türlü düzelemezdim." Hep böyle ağrılar çektim, bitkin hissettim kendimi, diye düşündü. "Evet beyler," diye devam etti sözlerine, "Çok ağrı çektim, çok parasızlık çektim ve hiç halimden şikayetçi olmadım. Güçsüzlüğüm yüzünden hiç spor yapamadım ve kendimi bildim bileli para sıkıntısı çektiğim için ve kendimi bildim bileli onun bunun derdine koşmakla, onu bunu çalıştırmakla uğraştığım için, belki de bilimle gönlümce uğraşamadım. Size kalırsa çok büyük işler yaptım. Bana kalırsa memleketim için daha neler yapabilirdim. Hiç unutmam bir keresinde Amerika'ya gittiğim günlerde, bu büyük ülkeyi gezerken, bir üniversitenin duvarında yüz büyük bilim adamı için yer ayrılmış olduğunu gördüm, henüz elli bilim adamının adı yazılmıştı bu duvara, elli yer boştu yani. İstedim ki, boş kalan yerlere bizim insanlarımızın da adları yazılsın; bunu herkese söyledim, aman dedim, ne olur bu duvara adınızı yazdırmaya bakın, biraz da bunu düşünün, hep kendinizi düşünmeyin, biraz da şu cennet vatanın uğruna feda olun."
Sayfa 145 - İletişimKitabı okudu
·
152 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.