Gönderi

Bir An Durup Düşünmek:  Dayatılan Kimlikler ve  Temsil Siyasetinin Bedelleri  (Serkan Delice'nin Deniz Kandiyoti ile Röportajı) Deniz Kandiyoti: Yerelliği kimin tayin ettiği konusu da ilginç. Kadın STK'larına para veren yabancı destekçilere baktığınız vakit, Müslüman çoğunluklu toplumlarda birçoğu "Müslüman kadın" teması üzerinde çalışıyor. Dolayısıyla bu, seküler olan veya Müslüman bir söylem içinde çareler üretmeye çalışmayan kadın gruplarının kendiliğinden dışlıyor. Paradoksal bir şekilde söylem düzeyinde bir yandan "Batı ve karşısında İslam" söylemi sürerken pratikte aslında İslami sosyal yardım kuruluşları ve grupları yine hem yerel hem de Batı kaynaklı fonlarla besleniyorlar. Yani Batı, İslami söylemi kendi amaçlarına yönelik biçimde yeniden üretiyor. sayfa 140 Deniz Kandiyoti: 80'li yıllardan itibaren devletin sosyal politikalar alanındaki rolü bilinçli ve politik olarak gittikçe azalmaya başladı. Bu politikalar yerini sivil toplum üzerinden birtakım eylemlere bıraktı. Ve bu sivil toplum örgütleri arasında en iyi örgütlenmiş olanlar. Latin Amerika'da olsun, Afrika' da olsun, Ortadoğu'da olsun, inanç temelli kurumlar diyebileceğimiz, yani kiliselere, camilere ve cemaatlere bağlı olan sosyal toplum örgütleriydi. Yani tabanda en çok faaliyeti ve imkanları olan örgütler bunlardı. Dolayısıyla bu din içerikli hareketlerin ve yardımların gelişmesine bizzat kendilerine sektiler ve liberal diyen devletler aracı oldu. Bu durum bugün İngiltere'de bile söz konusudur. Fonların akış şekline baktığımız vakit maddi desteklerin büyük bir kısmının inanç temelli bu örgütler kanalıyla aktığını görüyoruz. Tabii bu örgütler beraberlerinde birtakım koşullar getiriyorlar. Örneğin Latin Amerika'da yardım alan kadınların gebelik kontrolü ile ilgili belli taleplerini sınırlandırabiliyor, veya Pakistan'da bir mülteci kampına gittiğiniz vakit ve orada Körfez ülkelerinden gelen yardımlara baktığınız vakit bu kadınların belirli bir şekilde davranması, başını bağlaması bu yardımın zorunlu bir parçası oluyor. Dolayısıyla bu dinsel dirilişe ivme verenler sadece köktendinciler değil, mevcut sistemin kendisi. Sayfa 139 Deniz Kandiyoti: Afganistan'da çeşitli rejimler diğer ülkelerde olduğu gibi sömürgecilik sonrası devrede kendilerine göre birtakım atılımlar yapıyorlar. Kadınlar belirli bir yere geliyor. 60'lı yılların Kabil fotoğraflan, birtakım modern alışveriş mekanları. kısa etekle dolaşan kadınlar, otobüs şoförü kadınlar falan gösteriyor. Bunlar Sovyetler'in Afganistan'a girmesinden evvel oluyor. 80'li yıllarda Amerikalılar ve müttefikleri Pakistan' da barınan yedi Mücahidin grubuna para dağıtıyor ve bu gruplar oyunun kurallarını tamamen değiştiriyorlar. Önceleri Afganistan'ın içinde marjinal konumda olan bu gruplar, İslami bir düzenin dışında hiçbir şeyin düşünülemeyeceği bir toplum yaratıyorlar. Ve arkalanndan daha da köktendinci olan Taliban geliyor. Batı devletleri ise özellikle oradan çekilmeyi arzu ettikleri dönemde, "Canım, bunlar hep böyle değil miydi zaten?" sorusunu ortaya atarak kendi sorumluluklarından bir güzel sıyrılıyor. Yani bellek yitiminin, tarihten kopmaların, özgün bir kültür yaratmanın aynı zamanda pratik bir ideolojik fonksiyonu var: Eğer Afganistan'daki kadınlar kendi kültürleri yüzünden eziliyorsa ve onlar hep ve her zaman böyle ezilmişlerse, o zaman Batı'nın Soğuk Harp esnasında yaptığı toplumsal mühendisliğin hiçbir zararı olmuş olamaz ... Bunun hesabını sonnamanın en iyi yolu bu. Oysa gidip Afganistanlı kadınlarla konuştuğunuz vakit çok farklı sesler duyuyorsunuz. Ben onun için Judith Butler'ın, "Bu kadar değişik durumda olan kadınlara kadın haklarını dayatma ancak emperyalizm olur" sözünü o emperyalist projeye dolaylı olarak yardımcı bir unsur olarak görüyorum. Yani orada bilinçli olmasa bile bir suç ortaklığı söz konusu: Bu mantığa göre Afganistan'daki kadınlann özgün kültürü vardır, bir istekleri varsa ancak o özgün kültür içinde dile getirebilirler. Başka hiçbir şey isteyemezler ... Halbuki Afganistanlı kadınlar da her yerde oldukları gibi son derece heterojen. Bir kısmı Mücahidin taraftarı koyu dinci, bir kısmı bir zamanlar Sovyetler'e bağlı olan PDPA'nın militanları, bazılan liberal, diğerleri tutucu. Çeşitli insanlar var, çeşitli ideolojiler var. Bu politik çeşitliliği kültürel tekdüzeliğe indinnek aslında çok sorunlu. sayfa 141 - 142 Serkan Delice: Diyorsunuz ki bu kültürel emperyalizm eleştirilerinin bizatihi kendilerinin özcü bir etkisi var. Neden? Çünkü bu yerel bağlamlardaki kadınlan o bağlama adeta kilitleyen özcü bir kültürel yerelcilik o yerel bağlamın modemite deneyimini ve bunun tarihini de tamamen görünmez kılıyor. Bu yerel bağlamlarda yabancı müdahalelerle İslami rejimler nasıl kurduruldu, bu sayede o bağlamın aslında küresel olandan hiç de bağımsız olmayan modemite deneyimi nasıl ötekileştirildi; nasıl o bağlamdaki modemite deneyimi sanki yerellikle hiçbir ilişkisi olmayan yabancı, dışandan, otoriter bir dayatma olarak sonradan bir söylemsel kurgu olarak inşa edildi. sayfa 141 . Deniz Kandiyoti: Seküleri, dinseli dışlayan bir olgu olarak görmüyorum. Seküleri sadece "dinsel öğenin tek koşullayıcı öğe olmaması" şeklinde yorumluyorum. Benim seküler normativiteden anladığım dinseli dışlayan ya da dinsel kimlikleri özümleyemeyen bir ortam değil, hakların dinselin dışındaki başka mantıklarla da gerekçelendirilebileceği ve savunulabileceği bir ortam. sayfa 144 Deniz Kandiyoti: [Rosi] Braidotti şu anda Avrupa'da. Ve Avrupa'nın kendi etnik politikaları içinde kendisini ırkçı olmayan, liberal olan bir konuma sokmaya çalışıyor. Dolayısıyla o post-seküler feminizm derken Avrupa'nın etnik politikaları içinde kendi yerini tanımlıyor fakat aynı zamanda Avrupa dışındaki yerlerde yerel sekülarizmler olabileceği gerçeğini hesaba katmıyor. Dolayısıyla post-seküler feminizmden söz ederken aslında kendi Avnıpa'daki konumlanma biçimini tanımlıyor. Onu temelde ilgilendiren bu. Aynı zamanda Türkiye'de post-seküler feminizmden bahsetmenin Lahey'den veya Londra'dan farklı anlamlar ve yükler taşıyabileceğini hesaba katmıyor, çünkü bu onun problemi değil. Neyi varsayıyor Braidotti? Avrupa'nın dışındaki kimliklerin zaten hiçbir zaman sektiler olmadığı ve olamadığını ... Bu. tartışılabilir bir konu. Bir anlamda bir dayatma. Dolayısıyla feminizmi seküler bir çerçeve içerisinde yürütmek isteyen Türkiyeli kadınlar Rosi Braidotti'nin tanımına göre ya yanlış bilinç taşıyanlar ya da İslamofobik bireyler kategorisine ait olma tehlikesinde. Bu biraz sıkıntılı bir durum. . Ama bu neyin uğruna yapılıyor? Avrupa bağlamında kendi konumunu tayin etme, kendi toplumundaki İslamofobik birey ve topluluklara kafa tutmak uğruna. Ki bu aslında çok iyi bir şey, bunlar kafa tutulması gerekli olan tutumlar, ama bu söylemi Türkiye'ye taşıdığınızda politik sonuçlan çok farklı olabiliyor. Yanınıza ve karşınıza aldığınız aktörler çok farklı. Bugün Türkiye'de İslamofobi diye bir sorun yok. İslam dışındaki söylemlerle pekiştirilebilecek insan hakları alanlarını ayakta tutabilir miyiz, hayatla tutabilir miyiz sorusu söz konusu. Şimdi temel sorunun bu kadar farklı olduğu bir ortamda, sekülerin zaten çok sığ biçimlerde yaşandığı bir toplumda post-seküler'den söz etmek (sanki seküler kazanımlar çantada keklikmiş gibi) politik olarak hangi sonucu yaratır pek emin değilim. sayfa 146 Serdar Delice: Dayatılan kimliklerden bahsettiğiniz bu noktadan hareketle Edward Said'in en önemli öğrencilerinden Joseph Massad'a dair bir soru sormak istiyoruz. Desiring Arabs isimli büyük yankı yaratan kitabında Massad şunu söylüyor: Avrupa ve Amerika'da yaşayan beyaz LGBT aktivistleri ve örgütleri Ortadoğu toplumlarına o toplumların yerel dokusunda olmayan LGBT kategorilerini dayatarak Foucaultcu anlamda bir çeşit "söyleme kışkırtma"ya sebep oluyorlar. Orada kendi hallerinde hem karşı cinsle hem hemcinsleriyle cinsel ilişkilere giren, ama bu esnada evrensel LGBT kimlikleriyle kendilerini özdeşleştirmeyen insanları açılmaya ve anaakım LGBT kimlik kategorileriyle özdeşleşmeye davet etmek, "gay haklan"nı evrenselleştirmeye çalışmak sadece epistemolojik bir şiddet yaratmakla kalmıyor, aynı zamanda bu insanların iktidar karşısında cisimleşmesine sebep olarak devlet ve polis şiddetine maruz bırakılmalarının koşullarım hazırlıyor. Bir de üstüne yine Arap gay ve lezbiyenleri zulüm ve şiddetten "kurtarma", onları özgürleştirme söyleminin önü açılmış oluyor. Eşcinsellik üzerine söylem kışkırtmak aslında, bu kategorilerin tarihsel olarak geçerli olmadığı bir bağlamı Batılı ikili karşıtlıklarla heteroseksüeleştirmek anlamına da geliyor. sayfa 155 Deniz Kandiyoti: Bir de tabii [Joseph] Massad'ın argümanının başka zayıflıkları var. O da "radarın tespit alanının altında kaldığın ölçüde sana bir şey olmaz" demek istiyor belki. Bu tam da doğru değil, çünkü normla suç ortaklığı yapmak, birisi başkasına düşmanlık yapmak istediği vakit her an hortlatılabilecek bir tehdit yaratır. "Saklı kaldığın sürece güvendesin" diye bir şey yok aslında. Büyük bir yanılgı bu bence. Bu kadınlara da dayatılan bir şey. "Feminist olmayın. haddinizi bilin, kadınlığınızı bilin, başınıza hiçbir bela gelmez ... " Oysa kadınların feminist olmasının altında yatan etkenlerden bir tanesi de başlarına bir sürü belanın geliyor olması! Yine tecavüze uğruyorsun, yine dövülüyorsun ... Dekolte olayından sonra başı bağlı bir feministin söylediğini hatırlayalım: "Son derece kapalı giyinen kadınlar da tacize uğruyorlar hacca giderken bile tacize uğrayanlar var ... " Sonuçta başınıza bu belalar geliyor işte. sayfa 156 Deniz Kandiyoti: Batı söyleminin ilginç çift yönlü bir tarafı var. Kendi emperyalleştirici eğilimlerine karşı yereli savunurken başka bir emperyalist söylem yaratıyor. sayfa 147
300 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.