Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

181 syf.
·
Puan vermedi
Hukuk Teorileri
12 Levha Yayınlarından çıkmış 2020 basımlı kitap hukuk teorilerini tasnif edip açıklayarak yer yer karşılaştırmalara yer vermiş. Hukuk teorisinin içeriği giriş bölümünde şöyle anlatılıyor: “hukuk kurallarını diğer sosyal davranış kurallarından ayıran kriterlerin belirlenmesi ile bu kuralların kaynağı, işlevi ve amacının ne olduğu hukuk teorisinin temel sorusudur.” Modern öncesi dünyada din, ahlak ve gelenek kurumlarının fonksiyonunu modern dünyada üstlenen hukuk, bu minvalde teorik olarak sistemli dünya görüşlerinin-felsefelerin bir çıktısı olarak karşımıza çıkıyor. Kitapta hukukun modern dünyada bir “toplum mühendisliği” vasfı olduğuna değinilmiş. İlerleyen sayfalarda sırayla doğal hukuk teorisi, pozitif hukuk teorisi, sosyal pozitivist teoriler, faydacı hukuk teorisi, marksist hukuk teorisi, feminist hukuk teorisi ele alınmış Doğal hukuk teorisi teokratik ve laik teoriler olarak iki farklı başlık altında değerlendirmiş. Doğal hukuk düşüncesine göre, doğal yaşamdaki yasalar gibi sosyal düzen de insanlar tarafından öğrenilen Tanrısal yasalara tabi bir alandır. Antigone sahibi Sofokles, krala itirazını “Zeus'un kuralları kralın kurallarından üstündür” şeklinde ifade etmiştir. Bir diğer doğal hukukçu Aristoteles evrensel yasalara işaret ederek yürürlükteki hukukun üzerinde bir doğal hukuk olduğunu ileri sürmüştür. Cicero ise yine “tutarlı, daimi, her şeye nüfus eden” doğru akıldan kaynaklı kuralları hukuk teorisinin zeminine yerleştirmiştir. Doğal hukuk yaklaşımını benimseyen düşünürlerin bu “doğal akıl” ideali değişen çağlar ölçüsünde farklı kaynaklardan çağlamıştır. Buna göre ilk çağda doğal akıl fiziksel doğada bulunuyor iken ortaçağda Tanrının buyruğu, yeni çağda ise insan doğası doğal aklın kaynağı olmuştur. Ortaçağ filozoflarından Aquinalı Thomas yasa teorisini dört kademeli olarak şöyle ifade etmiş: Akıl, sezgi ve inançla kavranamayan, kainatın varoluşuna işaret eden “ebedi yasa” tüm yasaların üzerindedir. İnsanlara vahiy ile bildirilen “ilahi yasa” ebedi yasaların bir yansıması olarak var olmuştur. ilahi yasa inanç ile kavranır iken ilahi yasanın farklı bir görünümü olan “doğal yasa” insan aklıyla kavranabilen Tanrısal yasadır. Dörtlü tasnifin en alt tabakasında olan “insan yasası” ise tüm bu evrensel yasaları uygun olması gereken beşeri yasadır. Laik doğal hukukçular incelemesinde ismi anılan Hugo Grotius doğal hukuk ilkelerinin tanrısal olmadığını Tanrı olmasa da doğal hukukun geçerli olduğunu ifade etmiştir. Kant ise insan merkezci etik anlayışın bir yansıması olarak doğal hukukun geçerliliğini insan doğasına izafe etmiştir. Araçsallaştırma yasağı gereği, insan doğasından kaynaklı evrensel ilkelere Tanrı emrettiği için değil sadece ödev ahlakı motivasyonuyla uymak gerekir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı atmosferinde ortaya çıkan “değerler teorisi” savunucuları doğal hukukun modern temsilcisi konumundadır. Onlara göre akıl ve vicdan bize nesnel değerleri götürecektir. Ülkemizde bu yaklaşımın temsilcisi olan Vecdi Aral’a göre değer yargıları kişiye göre değişse de değerlerin kendisi değişmez. Burada bir farklılaşma varsa bunun değerlendirme ölçüsünün yanlış anlaşılması, değerlendirenlerin farklı kültür çevresine ait olmaları, insanların farklı değerleri öncelik vermesi, değer yargılarını ifade etmenin zor olması gibi sebepleri vardır. Doğal hukuk düşüncesini benimseyenler için hukukun kaynağı adalettir. Adil olmayan pozitif hukuk kuralı hukuk değildir. Kötü hukukun zorla uygulaması şiddet gösterisinden başka bir şey değildir. Esasında kötü hukuk kuralı hukuk kuralı bile değildir. İnsanların yaygın biçimde adil olmadığı kanaatine vardıkları kuralların devlet gücüyle uygulanmaya çalışılması hukukun varlık nedenine aykırı düşer. Pozitivist hukuk teorisi doğal hukuk düşüncesine temelden karşıdır. Pozitivist Thomas Hobbes’a göre; devlet doğa durumundaki insanın haklarından vazgeçerek oluşturduğu bir organizmadır, bu durum herkesin taahhüdüyle ve iradesiyle kurduğu devletin çıkardığı yasaların adaletsiz olamayacağını gösterir. Kötü yasa olsa bile adaletsiz yasa olmaz. Pozitif hukukçulara göre hukuk bağımsız bir bilimdir ve bir bilim olması yönüyle adalet gibi metafizik içeriklerden ayrı olarak düşünülmelidir; hukuk kuralları doğanın değil yasa koyucunun iradesidir; hukuk kesinlik sağlar ve devlete zorlayıcılık yetkisi verir. Burada Gustav Rodbruch adlı Alman hukukçunun hukuksal pozitivizmi, nazizmin kendi politikalarına elverişli bulduğu ve baskı rejimini bu şekilde kurduğu yönündeki eleştirileri kayda değerdir. Kitapta bir başka dikkat çeken yorum; Nazi Almanya'sında çıkarılan yasa gereği eşini ihbar eden bir kadının, Hitler sonrası yargılamalarda yaptığı sadece yasaya uymak iken mahkum edilmesi gibi örneklerin bir bakıma doğal hukukun bir galibiyeti olarak okunması. Doğal hukuk-hukuki pozitivizm tartışmalarının aktarıldığı bu sayfalarda “kapsayıcı hukuksal pozitivizm” adı altındaki bir düşünceye işaret eden yazar bu teoriyle hukukun kısmen de olsa ahlak kurallarına dayandırıldığını, bu şekilde doğal hukuka doğru uzlaşmacı bir adım atıldığını ifade etmiş. H.L.A Hart’ın fikirlerine yer veren yazar, pozitivist hukukun şu sebeplerden ötürü geçerli olması gerektiği fikrini nakletmiş: Hart’a göre insan savunmasızdır, tehdit altında bir otorite arayışı içindedir; diğeri taraftan “yaklaşık eşitlik” teriminin tarifine göre üstün olan insanlar da güçlü olsalar bile tehlike altında hissederler. Bir başka pozitif hukuk gerekçesi “sınırlı özgecilik” adı altında insanın doğal düzende bencilce hareket etmesine işaret edilir yine kaynakların sınırlı olması pozitivist hukuku gerekli kılacaktır Bu tartışmalar minvalinde günümüzde bir uzlaşıdan bahseden kitap “hukuk ahlaka dayanır” diyen ya da “ahlaktan bağımsızdır” diyen bir hukukçunun bulunmadığını kaydeder. Hakimin hukuk yaratması meselesiyle ilgili Hart'ın bu uygulamanın demokratik olmadığı ve kanunların geriye yürütülmesi anlamına geleceğini şeklindeki düşüncesi Ronald Dworkin tarafından eleştiriye tabi tutulur. Amerikalı hukukçuya göre Hart’ın yanılgısı hukuku yalnız kurallardan oluşan bir sistem olarak görmesinden kaynaklanıyor; hukuk hem kurallardan hem ilkelerden oluşur, hakim takdir yetkisini kullanırken hukuk yaratmaz hukuk ilkelerini hukuk kurallarına tercih eder. Pozitif hukukun bir sınıfı olarak “sosyolojik pozitivizm”e göre doğa bilimleri nasıl metafizikten uzaklaştırılmış ise hukuk da adalet gibi metafizik söylemlerden uzaklaştırılmalıdır. Aksi takdirde nesnellik kalkar ve keyfilik olur. Auguste Comte, Emile Durkheim, Max Weber, Leon Dinguit gibi isimlerin temsilcisi olduğu sosyolojik pozitivizmin bazı görüşleri şu şekildedir. Hukuk insanların kurallar üzerinde anlaşmalarından doğar; hukukun temeli sosyal dayanışmadır, basit türdeş toplumlarda mekanik dayanışmayı dayanan normatif yapılar karmaşık toplumlarda organik dayanışma zemininde hukuka dönüşmüştür (Emile Durkheim) Sosyal kurallar devletten önce de vardır, hukuk sadece var olanı tespit eder. Hukuk dahil sosyal fenomenler bir tek olayla açıklanamaz. Modern-kapitalist dünyanın belirleyicilerinden birisi kalvinist-protestan ahlaktır. Max Weber’in hukukun rasyonelleşmesi aşamalarını betimlediği süreç şu şekildedir: İlkel hukuk aşamasında hukuk biçimsel ve irrasyonel; geleneksel hukuk aşamasında hukuk özsel ve irrasyonel; doğal hukuk aşamasında hukuk özsel ve rasyonel; modern hukuk aşamasında ise biçimsel ve rasyoneldir. Bir başka teori olarak Hans Kelsen’in temsilciliğindeki normativist pozitivizm, hukuk kurallarının geçerliliğini “normlar hiyerarşi”ne bağlı olarak bir üstteki normdan aldığını vurgular. Olması gereken hukuk yoktur, hukuk olan hukuktur. Hukuk ve devlet aynı şeylerdir. İlerleyen sayfalarda faydacı hukuk teorisini ele alan yazar bu düşüncenin evrensel ahlaki ilke olarak mutluluğu kabul ettiğini kaydeder. Faydacı hukuk teorisi hukukun temeline sosyal faydayı yerleştirir.Burada faydacı hukuk teorisine yöneltilen çoğunluğun faydası lehine azınlığın faydasını gözden çıkarma ihtimali ile ilgili eleştiri dikkate değerdir. Marksist hukuk teorisine göre hukuk başlı başına incelemeye değer bir olgu veya kurum olarak görülmez; hukuk alt yapıyı oluşturan ekonomik ilişkilerin üst yapıya yansımasından ibarettir. Marksistler hukuk hakkındaki idealleştirmeleri “hukuk fetişizm”i yakıştırmasıyla eleştirir. Marksist ütopyanın nihai aşamasında devlete gerek kalmayacak insanlar hukuksuzluklara kendiliğinden müdahale edecektir. Anarşistler hukuk hakkındaki düşüncelerini şöyle ifade eder: insanlar arasındaki çatışmalar devletin politikalarının bir çıktısıdır, devlet olmasa sosyallik-işbirliği içinde ihtilaflar çözülür. En son sırada ele alınan feminist hukuk teorisi “özen ahlakı” kavramlaştırmasıyla kadınların kullandığı sezgici duygusal ve ayrıntıcı düşünme biçiminin erkeklerin akılcı ve tarafsız düşünme biçimindeki “adalet ahlakı”nda üstün olduğunu ileri sürer. Erkekler ahlaki ilkeleri öğrenmeye kadınlar ise ahlaki bir mizaç geliştirmeye çalışırlar. Erkeklerin ahlaki akıl yürütmesinde hak ve adalet; kadınlarınkinde ise sorumluluk ve ilişki kavramları öne çıkar. Erkekler ahlaki sorunların çözümünde uygulanacak evrensel ilkeler bulmaya çalışırken kadınlar somut olaylara uygun çözümler için çaba sarf ederler. Feministlere göre erkek üstünlüğü en eski, en temel sömürü biçimidir diğer tüm sömürü ve baskı biçimleri erkek sömürüsünü uzantılarıdır. İnsanlık tarihindeki ilk ve temel anayasal metinler dahi özgür ve beyaz erkeklere atıfla ortaya çıkmıştır.
Hukuk Teorileri
Hukuk TeorileriOktay Uygun · On İki Levha Yayınları · 201732 okunma
305 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.