Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Söz konusu olan ölmek isteğinden çok, artık hiçbir şey istememek, basit bir biçimde artık bir şey istememek. Evliliğimin dehşetinden, tacizlerden, zorla yaşanan cinsellikten sonra böyle bir dönemi bir keresinde ben de geçirmiştim. Tuhaf bir şekilde, sorunların içinde olduğum sürece, her şeye bir son verme düşüncesi kendini dayatmadı. Bu dönem boyunca benim için her şey atlatabilmek, adım adım ilerleyebilmek etrafında dönüyordu. Bir çocuğum vardı. Çocuğuma bakmak zorundaydım. Ancak babası Armin'i de dövmeye başladığında, çocuğumun gözlerinde korkuyu gördüğümde, onu bir dakika bile babasıyla bırakmaktan çekindiğimde, isteksizliğin felçleşmişliği çaresizliğin cesaretine dönüştü. Beni takip edip vurabileceğini hesaba katsam da oradan uzaklaşmak zorundaydım. Korkum temelsiz değildi, çünkü sonradan bakıldığında çok somut bir tehditti, bir silahı vardı. Şimdi, bir cinayete kurban gitme tehlikesine en fazla maruz kalan kadınlar kategorisine dâhil olduğumu biliyorum: Kocasına terk etme tehdidini hissettiren kadınlar. Ve aylar sonra bile, bir sığınak bulmaya çalıştığım ailemin evinin önünde dolaşıyordu. Ancak görece bir emniyete kavuştuktan sonra sonsuz bir yorgunluk ve depresyon ortaya çıktı. Uyuyor, uyuyordum. Bir deri bir kemik hale gelmiş. Ve insanlardan ürker olmuştum. Yazdı. Güneş deli gibi parlıyordu. Annem bana açık yeşil bir manto vermişti. Gerçekdışı bir dünyada hareket ediyor duygusunu yaşıyordum. Bir dükkanda nazikçe konuşmayı yeniden öğrendim, çocuğumu annemlerin tarifsiz lüks banyosunda yıkıyordum ve bütün olanların benimle hiçbir ilgisi olmadığı, dokunulmaz olduğum duygusunu yaşıyordum. Sonradan bakıldığında burada söz konusu olan bir hasar. Morarmış bir göz değil -bu geçer. Sekse zorlanmak değil, pek çok kadın başka bir çıkar yol görmediğinde kendisini düzdürüyor. Hayatımın tehlikede olması da değil, aksine bunlarla öylesine yalnız bırakılmış olduğum gerçeği. Annemle bunlar üzerinde konuşmak için küçücük bir girişimde bulunmuştum. Korku içinde, konuşmaya girmekten kaçındı. İkinci bir girişimde daha bulunmadım. Kadın arkadaşlarım yoktu. Bir kadın evi, kadın hareketi yoktu, okuyabileceğim kitaplar bile yoktu. Bir terapiste başvurma fikri o zaman aklıma gelmedi. En kötüsü, duygu dünyası bir toplama kampı celladına benzeyen bir kocam olması değildi böyle adamlardan yeterince olduğunu artık biliyoruz. En kötüsü hiçbir direnişin mümkün görünmemesiydi, sığınacak hiçbir yer olmamasıydı, ta ki artık kendim de hiçbir şey anlatmak istemeyinceye değin. En kötüsü, hiç kimsenin aldırış etmediği duygusuydu. "Şunu dikkate alalım: Kurbana en büyük acıyı veren, ezenin acımasızlığı değil, aksine çevresindekilerin suskunluğudur." Ellie Wiesel. Bu cümle pek çok duruma denk düşüyor, benimkine de. (…)
Sayfa 140 - Ayrıntı Yayınları, Çev. Ilknur İgan, Birinci Basım, Nisan 1996Kitabı okudu
·
107 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.