Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

vahdet-ül vücud ve said nursi -2
Üstad, Vahdet'ul-vücudun ortaya çıkışını, iki amile bağlıyor: İlki aklî, diğeri de kalbî. Üstad: "Birinci sebebin yani aklın çok yüksek ve oldukça geniş iman hakikatlerinin bir bölümüne ulaşamaması ve bunları kavrayamaması ile birlikte aklın iman yönünden tam olarak inkişaf edememesidir. İkinci sebebin ortaya çıkışı ise; Kalbin, aşkın etkisiyle olağanüstü bir şekilde açılması ve fevkalade inkişaf bulmasıdır"diyor. Öyle görünüyor ki aşka saplanma olan bu kalbi sebep, her zaman saf Allah aşkı değildir. Bazen beşerî nefsin payı ile bir karışım olabilir; yani aşk sahibinıin aşkı farkına varmadan dünya aşkı ile karışabilir. Üstad: "Vahdet'ul-vücut'a girmeye sebep olan aşk çeşitlerinden en önemli faktörlerinden biri de dünya aşkıdır. Zira mecazî olan dünya aşkı, gerçek aşka dönüşünce Vahdet'ul-vücut'a dönüşür. Bu aşık ince ve sabit bir imana sahip ise, bu meşrep o zâta, -İbni Arabi ve benzerlinin imanı gibi- makbul nuranî ve bir değere sahip bir mertebe kazandırır Aksi takdirde, maddiyata saplanıp sebepler içinde boğulabilir. Vahdet'uş-Şuhud'ta ise, zarar yoktur. O uyanık olanlar için yüksek bir meşreptir." Üstad Bediüzzaman Said Nursî, Vahdet'ul-vücut'çulardaki tasavvuf tecrübesinin, bireysel olduğunu, aşka saplanmakla elde edilen kalbî sezgi bilginin; bütün insanları ona iman etmeye, inanmaya mecbur edecek şer'î bir bilgi olamayacağını belirtir."İmanî rükünler, mümkünlerin var olmalarını gerektiriyor. Yani bu muhkem rükünler, hayâlî bir temele kaim olamaz. Bunun için söz konusu meşrep sahibi, bu meşrep ile amel etmemesi gerektiği gibi, istiğraktan ve aşk sarhoşluğundan uyandığında bu mezheple amel etmemesi gerekiyor. Sonra bu kalbî, vicdanî ve zevkli meşrebi; aklî, kavlî ve ilmî temellere çevirmemesi lazım. Bunun sebebi de mübarek kitap ve sünnetten alınan aklî prensipler, ilmî ilkeler ve Kelam ilminin temelleri bu meşrebe ne tahammül eder, ne de uygulamasına imkân verilir. Bunun için olsa gerek bu meşrep bu ümmetin selef-i salih nesillerinden iman ayıklığı içinde olan Hulafa-i Raşidin, müçtehid imamlar ve ilmiyle amel eden âlimlerde görünemiyor. Öyle ise, en yüce ve en yüksek mertebe olamaz. Yüksek de olsa, yüksekliğinde bir eksiklik vardır. Çekici bir tatlılığı olabilir, ancak tadı keskindir, acıdır. Bu meşrebe girenler ondan çıkmak istemezler, kendi akıllarınca mertebelerin en yükseği ve en yücesi olduğu kuruntusu içerisindedirler. Üstad Bediüzzaman, Nur Rislalelerinin bir çok yerinde vahdet-i vücut söylemine dayana tasavvuf bilgisinin eksik olduğunu vurgulamıştır. Çünkü bu bilgi "bir haldir" ve bir "meşreptir". Zira öncelik her zaman Kur'ânî ve şer'î olan bilgiyedir. Bu konuyla ilgili olarak şöyle der: "Vahdet-ül Vücud ise, bir meşreb ve bir hal ve bir nâkıs mertebedir. Fakat zevkli, neş'eli olduğundan, seyr ü sülûkta o mertebeye girdikleri vakit çoğu çıkmak istemiyorlar, orada kalıyorlar; en münteha mertebe zannediyorlar." Bunun için Üstad Kur'ânî ve imanî bilgiyi tercih ediyor ve şöyle diyor: "... kâinatı ehl-i vahdet-ül vücud gibi, huzur-u daimî kazanmak için idama mahkûm zannedip "Lâ mevcude illâ Hu" hükmetmeye veyahut ehl-i vahdet-üş şuhud gibi, huzur-u daimî için kâinatı nisyan-ı mutlak hapsinde hapse mahkûm tahayyül edip "Lâ meşhude illâ Hu" demeye mecbur olmuyor. Belki i'damdan ve hapisten gayet zahir olarak Kur'ân afvettiğinden, o da sarf-ı nazar edip ve mevcudatı kendileri hesabına hizmetten azlederek Fâtır-ı Zülcelâl hesabına istihdam edip esma-i hüsnasının mazhariyet ve âyinedarlık vazifesinde istimal ederek mânâ-yı harfî nazarıyla onlara bakıp, mutlak gafletten kurtulup huzur-u daimîye girmektir; her şeyde Cenâb-ı Hakk'a bir yol bulmaktır."
·
88 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.