Gönderi

416 syf.
8/10 puan verdi
·
Liked
·
Read in 30 hours
Toksöz Bayram Karasu. 87 yıllık koca bir çınar bizler için. Bilhassa psikoloji alanına ilgili arkadaşların yakından tanıdığı, en azından kulak aşinalığı olduğu; psikanaliz ve psikanalitik psikoterapi alanında yaptığı çalışmalarla tanınan, ABD’nin ünlü simalarından bir aydın. ABD’de en yaygın ve en çok satan kitabı Huzur Sanatı (Art of Serenity) bizlerde ise Huzurlu Yaşama Sanatı (neden böyle tutarsız çeviriler yapılır anlamam senelerdir) en bilinen kitabıdır. Yahudi Efendi ise tamamen hayal ürünü olan, gerçeklikle hiçbir ilişiği bulunmadığı iddia edilen bir roman. Tabi yazarın 1935 yılında doğduğunu düşünürsek, kısmen de olsa döneme dair daha net fikirleri, dedikodu diyebileceğimiz söylentileri daha fazla duyacağı karışık ve karanlık dönemden gelen bir insan olduğunu belirtmek gerek. Kitapta karşımıza çıkacak olaylar ise Ertuğrul Efendi’nin evvelinde Sultan Vahdettin’in Yahudi bir cariyeden oğlu olduğu ve bunun çevresinde o karakterin ağzından aktarılanlar üzerine. Şimdi daha yeni Halid Ziya Uşaklıgil’in tam da sarayın içini gözlemleyip aktardığı Saray ve Ötesi eseri hala zihnimdeyken, sarayla ilgili yazılan bu kitap da haliyle dikkatimi celbetti. Celbetti diyorum, Halid Ziya etkisinde kaldığım aşikar. İstediğim etki ise Adam Zakir’in gerçek olduğunu düşündürmesi kitabın. Kitabımızın ana karakteri olan Zakir’in annesinin Sefarad Yahudisi, babasının Sünni bir Müslüman ve Türk olduğu, mürebbiyesinin Fransız olduğu (edebiyat tarihimizde iyi huylusuyla kötü huylusuyla neredeyse tüm yabancı mürebbiyeler Fransız kökenlidir zaten, defalarca bahsetmiştim), müzik öğretmeninin Ermeni, İslam’a farklı bir şekilde inandığı aktarılan (bize göre küfürdür ama kitaba göre gidiyoruz, İslam’ın sağı solu olmaz, nettir çünkü) bir haremağası vardır. Çok çeşitlilik tam bir saray gözlemidir aslında. Romanın ABD’de 2005 yılında İngilizce yayımlanan versiyonu ‘Of God and Madness’ yani ‘Tanrı ve Deliliğe Dair’ adıyla yayımlanmış. Çeviri olaylarına bizim ülkede bu kadar takılıp, bir o kadar kızıyor olmamın nedeni anlaşılmıştır sanırım. Osmanlı’nın son dönemlerinde Yahudi bir cariye, erkek evlat doğurur. Tabi hemen bizlerin aklına sarayda yaşanan bir mücadele gelecektir çünkü bu çocuğu saray tanımaz, tanıyamaz. Çünkü yok olacağını bilmeyen sarayın, Ruslar Almanya’ya girerken Alman radyolarının hala zafer şarkıları çalmasına benzeyen bir tarafı vardır. Kaçınılmaz sondan ya gerçekten haberdar değillerdir ya da farkında oldukları ve engelleyemedikleri duruma karşı umarsızca yaşamaktadırlar. Çocuk ise saraydan uzakta, bir köşkte büyütülmektedir. Başta annesi tarafından olmak üzere Yahudi kültürünü öğrenmektedir. Diğer yandan da Ertuğrul padişah olacak düşüncesiyle onu kıskanmaktadır. Tabi bunları gördüğümüzde otomatik olarak sarayda bir mücadele karşımıza çıkacak, tarihle alakalı ve alakasız tarihi bir roman okuyacağız sanıyoruz. Karasu’nun alanını öğrendiğim için farklı şeylerin çıkacağını bekliyordum ve yanılmadım aslında. Çünkü çocuk bir taraftan dindar olarak yetişmekte, nefsini köreltmeye çalışmakta, bu kadar çeşitli gördüğü dinler arasında bir Tanrı arayışına girmektedir. Zaten neredeyse -sırasıyla- her dine inandıktan sonra gerçek arayışın ve Tanrı’nın gerçek anlamını bulduğu sonucuyla yola çıkacaktır. Bir yerde öyle bir bağlantı çıkacak ki karşımıza, bunu nasıl anlatayım. Beklentiyi yükseltmek istemiyorum ama şaşırmanızı da istiyorum okurken. Sanırım ipucu olarak verebileceğim ve dikkat etmenizi isteyeceğim kısım, kitabın en başındaki ithaftır. Daha da önemlisi şu ki, bu kitabın gerçekle alakası var mı? Bu soruya cevap veremeyeceğim ama biraz araştırma yaptığınızda karşınıza çıkanlar ve öğrendikleriniz neticesinde kitabı okumak isteyeceğinize inanıyorum. Olayların pay edilişi takdire şayan. Bunu da belirtmeden geçemeyeceğim. 1905-1922 arasından oluşan ilk bölüm daha çok çocukluk dönemi, sancılar, sıkıntılar, bir devrin kapanışı ve yaşananlar üzerine. 1922-1926 arası İstanbul bölümü ise bu çocuk karaktere en sinir olduğum bölüm. Parası çalınıyor, ses yok. Mücevherleri kayboluyor geri gelmemek üzere ve yine ses yok. Tecavüz suçundan yargılanıyor, ses yok. Ona ses yok buna ses yok cidden tokatlayasım geldi karakteri. Yahu biraz tepki ver be. Zaten 5 bölümden oluşuyor kitap ve yarıya kadar böyle sinirli geldim karaktere. Devam eden süreçte 1926-1941 arasını Paris’e giderek başlayacağımız bir macera oluşturuyor. Buradan evvel yakalanışı, suçlamalar ve sürgün hayatının başlangıcı olarak genel bir bakış atabiliriz. Bu bölümde ise yepyeni bir hayata geçiyor ana karakter. En önemli olay ise bu bölüm için, önsöz kısmıyla ilişkilendirdiğim kısmın karşımıza bir şekilde bağlantılı olarak çıkmasıydı. Bu bağlantı aslında en can alıcı noktalardan birisi diyebiliriz. Dikkatle okunması gereken bölümlerden. Dördüncü bölüm 1941-1945 arası yeniden kaçış vesilesi, Yahudilik ve savaş olaylarının etrafında İstanbul’a dönüş yolculuğuyla başlıyor. Burada yaşananların akabinde ise Filistin yolculuğu başlıyor. Tarihi değil -birkaç yüzeysel bilgi dışında- tamamen ana karakterin psikolojisine odaklanmış bir bölüm okuyoruz. Son bölüm ise 1945-1947 arasında Kudüs’te geçiyor. Finali en garip gelen kısımdı diyebilirim. Saati göz önüne alarak iyi sahurlar, mutlu sabahlar, keyifli okumalar diliyorum..
Yahudi Efendi
Yahudi EfendiToksöz B. Karasu · Everest Yayınları · 200877 okunma
·
153 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.