Gönderi

240 syf.
·
Puan vermedi
Paradoks üstadı: Rıza Nur.
Rıza Nur çok ilginç bir insan. 1967 yılında Kadir Mısıroğlu tarafından yayınlanan hatıratı sebebi ile Kemalistler ve Milliyetçiler arasında pek de sevilmiyor. Halbuki o tarihten önceki Milliyetçi dergiler incelendiğinde Rıza Nur münevver bir milliyetçi olarak takdim ediliyor, ölüm yıl dönümlerinde anılıyor ve yazıları daima muteber sayılıyordu. Kıyamet "Hayat ve Hatıratım" ile kopunca algı 180 derece değişip, dönüşüyor. Rıza Nur'u anlayabilmek meşakkatli bir uğraş. Ben ona bakınca paradokslarından bir nizam elde etmeye çalışan sıra dışı bir tip görüyorum. Rıza Nur denince ilk akla gelen kelimedir çelişki. Nasıl çelişik olmasın ki, Türk Milliyetçisi olarak biliniyor fakat Siyasal Birlik sağlamak uğruna Abdülhamid'in iflas etmiş politikası, -Türkçe'nin ıslah edilememesi halinde- resmi dilin Arapça olup, Türklere Arapçayı zorunlu kılmak gibi uçarı bir fikre bile sahip olabiliyor. Bu pek tabii Kemalpaşazâde Said Bey'in yazdığı ve Türk milliyetçilerinin düsturu olan Arapça isteyen Urban'a gitsin, Acemce isteyen İran'a gitsin, Frengiler Frengistan'a gitsin, Biz ki Türküz, bize Türkçe gerektir, mısralarına bir hayli tezat teşkil ediyor. Rıza Nur aynı zamanda "orantısız demokrat" bu da Türk Milliyetçileri açısından farklı bir durum. Zira kendi manevi evladı Nihal Atsız bir şiirinde; "Bir gün olur yılda, ayda. Birleşiriz hep Altay'da. Güz ayında, kurultayda. Başı börklü han görünür." diyor. Atsız olası bir Turan'ın demokrasi yahut kağanlıkla yönetilmesi hakkında neredeyse hiçbir şey yazmaz, şiirlerinde ise geçmişteki kağanlıklara bir özlem sezilmektedir. Oysa Rıza Nur her koşulda tavizsiz olarak demokrasi taraftarı. Bu vatanın bölünmesine sebep olabilecek kadar "hürriyet sarhoşluğu" ve "orantısız demokrasinin" önüne geçebilmek için herkesin milli yönelimini bir yere bırakıp ortak vatan kaygısında birleşmesini istiyor. İyi de sen öyle diyorsun diye imparatorluktaki diğer milletler de "yahu kör topal da olsa Osmanlı bizim vatanımızdır" mı diyecek? Nitekim demediler de. Rumlar Megalo İdea'daki Yunanistan'ı, Arnavutlar Büyük İlirya'yı, Sırplar Velika Srbija'yı Bulgarlar "Tselokupna Bŭlgariya"yı, Rumenler ve Moldovalılar "România Mare"yi, Ermeniler "Hayastan"ı istemeye başladılar ve demokrasiyi kendi menfaatleri uğruna feda ettiler. Türkler ise 3 asır önce 3 ayrı imparatorlukla bilinen dünyanın yarısına egemenken, 1900lerin başında bağımsız tek devleti bile kalmamış bir millet olmaya yakındı. Burada ortaya çıkan soru şu, vatanı yaşatmak için milletin dilini bile değiştirmeyi istemek milliyetçilik midir vatanseverlik mi? Hanedanlığını sürdürebilmek için kendi tebaasının dinini değiştiren hükümdarlar görülmüştü fakat milletin dilini değiştirmek gibi radikal istekleri sunabilmek bana göre milliyetçilik değil hatta bana göre vatanseverlik bile değil. Çünkü Rıza Nur'u vatansever kabul etsek dahi daima küfrettiği Arnavutların Osmanlıdan ayrılmaya çalışan separatist ilerigelenleri ile görüşüp Rilindja Kombëtare yani Milli Uyanış dedikleri isyana teşviği de düpedüz ihanettir. Eserde İttihat ve Terakki'yi "türdeş olmayan bir amalgama" yani heterojen bir benzemezler birliği olarak nitelerken sırf İttihat ve Terakki'yi yıkabilmek için Ahrar'ın çeşitliliğini görmezden geliyor. Cumhuriyetten sonra azınlık gördüğü kimselere devlet mekanizmasında yer vermeyerek sözde milliyetçilik yaptığını iddia ediyor ama Osmanlı İmp. berhayatken "Rumları görmezden gelemeyiz" diyerek konfederasyon isteyen Rumlar da var diyebiliyordu. "Bkz; son zamanlarında "Osmanlı uyrukları arasında Bulgar, Sırp, Ulah, Arnavut, fazla Yahudi ve fazla Rum vardı. Devletin bünyesinin teşekkülünde ve işlerini idarede bu unsurları gözden uzak tutmak mümkün değildi. Hattâ Rumlar da Türkler gibi Slav tehlikesine aynı şekilde maruz olduğundan Yunanistan'da -Rum uyruklarımıza güzel muamele edilmek ve sosyal muamelelerine müdahale edilmemesi şartıyla- Yunanistan'ın Türkiye ile bir konfederasyon haline girmesine gayret eden bir fırka bile mevcut idi ki, bu şekilde biz de unsurları uzlaştırmak, bilhassa Rumlarla uyuşmak, onları devlete sadık ve faydalı uyruklar haline getirmek fikrini güdüyorduk. Aramızda Yunanla konfederasyon halinde birleşmek fikrinde olanlar da vardı." İşte Rıza Nur böylesi çekişkilerle yekvücut olmuş bir adam. Bu risaleler kendisinin erken dönem görüşleri, yine ilerleyen yıllarda Türkiye'de laikliğin kendisi sayesinde anayasaya girdiğini savunmakta yine bir çelişki eseri olarak hilâfet makamının ilgasına ise sert hücum etmekteydi. Bir devlet laikken Halifelik merkezi olsa ona kim itibar eder? Rıza Nur'a göre laik olup aynı zamanda Hilafeti de üstlenmeliydik. Garipten garip bir talep. Sonra aynı Rıza Nur demokrasiyi savunurken sık sık Peygamberin "Ümmetimin ihtilafında rahmet vardır" hadisini kullanırken Hayat ve Hatıratımda dine yönelik küçümseyici bir tavır takınmakta. Acaba bunu neyle izah etmek kabil olabilir? Pragmatizm? İrtidad? Başka bir mefhum? Rıza Nur benim için hala sırrını muhafaza eden bir mevzu. İleriki okumalarımda fikrim değişir mi bilemem ama şu anki fikrimce, bana pek de sözüne itimat edilmemesi gereken, hatta mitomaniye tutulmuş, kendisini aşırı önemseyip muvafık olunan işlerin sahibi olarak şahsını görüp, kendi kendini yücelten ziyadesiyle egosantrik, dava adamlığı kıstaslarından noksan, köşeleri tezatlarla dolu olan politik bir figür izlenimi verdi.
Siyasi Risaleler
Siyasi RisalelerRıza Nur · Şehir Yayınları · 20057 okunma
·
160 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.