Bu son bölümde toplumun Uçurum’una geniş açıdan bakmak,
Medeniyet’e bazı sorular yöneltmek iyi olacak; Medeniyet, bu sorulara
vereceği yanıtlara bağlı olarak ayakta kalacak ya da yıkılacaktır. Örneğin,
Medeniyet insanları daha iyi duruma getirmiş midir? “İnsan” kelimesini
demokratik anlamda, ortalama insanı kastederek kullanıyorum. Böylece
soru kendini yeniden biçimlendiriyor: Medeniyet ortalama insanı daha iyi
duruma getirmiş midir?
Bakalım. Alaska’da, Yukon Nehri’nin kıyısında, nehrin ağzına yakın
yerde Eskimolar yaşar. Çok ilkel bir topluluktur Eskimolar; Medeniyet
denen muazzam hüner, ancak taslak halindedir yaşamlarında. Kişi başına
düşen sermayeleri, muhtemelen 2 sterlin civarındadır. Avlanmak, balık
yakalamak için kemik uçlu mızrakları, okları vardır. Asla barınak sıkıntısı
çekmezler. Genellikle hayvan derisinden yaptıkları elbiseleri onları sıcak
tutar. Ateşi tutuşturacak yakıtları, malzemeleri vardır her zaman; evlerinde
odunları da. Evlerini kısmi olarak yerin altına doğru inşa eder, çok soğuk
dönemlerde burada rahatça yatarlar. Yazın esintilere açık, serin çadırlarda
kalırlar. Sağlıklı, güçlü ve mutludurlar. Tek sorunları yiyecek bulmaktır.
Bolluk ve kıtlık zamanları vardır. İyi zamanlarda ziyafet çekerler
kendilerine; kötü zamanlarda açlıktan ölürler. Ama süreğen, aralarından
çok sayıda kişiyi etkileyen bir durum olmak anlamında açlığı bilmezler.
Üstelik kimseye borçları yoktur.
Birleşik Krallık’ta, Atlantik Okyanusu’nun kıyısında İngiliz halkı
yaşar. Son derece medeni bir halktır. Kişi başına düşen sermayeleri en
azından 300 sterlindir. Yiyeceklerini avlanarak ya da balık tutarak değil,
işyerlerinde muazzam emekler harcayarak elde ederler. Genellikte barınak
sıkıntısı çekerler. Birçoğu berbat evlerde kalır, kendilerini sıcak tutmaya
yetecek yakıtları yoktur ve elbiseleri yetersizdir. Bir kısmı sürekli olarak
evsizdir ve yıldızların altında, korunaksız biçimde uyurlar. Yaz-kış bir
sürü insanın sokakta, paçavralar içinde titrediğini görebilirsiniz. İyi
zamanları da vardır, kötü zamanları da. İyi zamanlarda birçoğu yeterli
yiyecek bulmayı başarır, kötü zamanlarda açlıktan ölürler. Şimdi
ölüyorlar, dün ve geçen yıl ölüyorlardı, yarın ve gelecek yıl da açlıktan
ölecekler; çünkü Eskimolardan farklı olarak onlar, süreğen bir açlık
halinden mustaripler. 40 milyon İngiliz vatandaşı var; bunlar arasında
her 1000 kişiden 939’u yoksulluk içinde ölüyor, 8 milyon kişilik bir ordu
ise sürekli açlık sınırında mücadele veriyor. Üstelik her yeni bebek, 22
sterlin borçla dünyaya geliyor. Bunun sebebi, devlet borcu denen bir hile.
Eskimo ile İngiliz’i dürüstçe karşılaştırırsak, hayatın Eskimo için daha
kolay olduğu görülecektir. Eskimo sadece kötü zamanlarda açlık çekerken,
İngiliz iyi zamanlarda da açlık çeker; hiçbir Eskimo yakıt, giysi, barınak
sıkıntısı içinde değilken, İngiliz bu üç temel unsurdan her daim
yoksundur. Bu bağlamda, Huxley’nin bir yargısını örneklemek faydalı
olacak. Londra’nın Doğu Yakası’nda tıbbi görevli olarak çalışırken
edindiği bilgilerden ve en ilkel vahşiler arasında yapılmış araştırmalardan
yola çıkarak şöyle diyor: “Bana seçenek sunulsaydı, vahşilerin hayatını
Hıristiyan Londra’daki insanların hayatına tercih ederdim.”
İnsanın sahip olduğu konforlar, insan emeğinin ürünleridir.
Medeniyet ortalama İngiliz’e Eskimo’nun sahip olduğu yiyecek ve barınağı
veremediğine göre, şu soru akla gelir: Medeniyet ortalama insanın üretim
gücünü artırdı mı? Eğer artırmadıysa, Medeniyet ayakta kalamaz.
Ama hemen kabul edeceğimiz gibi, Medeniyet insanın üretim gücünü
artırdı. Beş adam bin kişinin ekmeğini üretebiliyor. Bir adam 250 kişi için
pamuklu elbise, 300 kişi için yünlü elbise, 1000 kişi için ayakkabı ve
çizme üretebiliyor. Yine de, bu kitabın sayfaları boyunca gösterildiği
üzere, milyonlarca İngiliz’in yeterince besini, elbisesi, çizmesi yok.
Bu durumda üçüncü amansız soru beliriyor: Medeniyet ortalama insanın
üretim gücünü artırdıysa, niçin ortalama insanı daha iyi duruma
getirmedi?
Bunun bir tek yanıtı olabilir: KÖTÜ YÖNETİM.
Medeniyet her tür konforu, her tür keyfi mümkün kıldı. Ortalama İngiliz bu konfordan,hazdan pay alamıyor. Sonsuza kadar alamayacaksa, Medeniyet yıkılıp gider. Böyle ayan beyan bir başarısızlığın devam etmesi için hiçbir sebep yoktur. Ama insanların boşu boşuna böyle muazzam bir hileyi besleyip
büyütmüş olması imkânsızdır. Bu akla ziyan bir şeydir. Böylesine ezici bir
mağlubiyeti kabul etmek, mücadeleye ve ilerlemeye ölümcül darbeyi
vurmak demektir.
Ortada tek bir seçenek kalır. Medeniyet ortalama insanı daha iyi
duruma getirmeye zorlanmalıdır. Bunun nasıl yapılacağı, bir iş yönetimi
meselesidir. Faydalı şeyler devam ettirilmeli, faydasız şeyler bertaraf
edilmelidir. İmparatorluk İngiltere’ye fayda mı getirmektedir, yoksa zarar
mı? Eğer zarar getiriyorsa, ortadan kaldırılmalıdır. Fayda getiriyorsa,
ortalama insanın da bu faydadan payını almasını sağlayacak şekilde
yönetilmelidir.
Ticari üstünlük mücadelesi faydalıysa, devam ettirilsin. Yok eğer
değilse, işçilerin canını yakıp onları vahşilerden daha kötü duruma
düşürüyorsa, yabancı pazarları ve sanayi imparatorluğunu denize atın
gitsin. Çünkü Medeniyet’in desteğine sahip 40 milyon insanın
Eskimolardan daha fazla bireysel üretim gücü taşıdığı aşikâr olduğuna
göre, bu 40 milyon insan konforları, keyifleri Eskimolardan daha fazla
tatmalıdır.
1881 nüfus sayımında “meslek sahibi olmadıklarını” belirten 400 bin
İngiliz beyefendisinin bir faydası yoksa, onlardan kurtulun. Çiftliklerde
işe koyun onları; toprağı sürsünler, patates eksinler. Bir faydaları varsa
aynen devam etsinler, ama onların meslek sahibi olmaksızın elde ettikleri
kârdan ortalama İngiliz de payını alsın.
Kısacası toplum yeniden örgütlenmeli, başına kabiliyetli bir yönetim
getirilmelidir. Mevcut yönetimin kabiliyetsiz olduğuna şüphe yok.
Bu yönetim İngiltere’nin kanını tüketti. Yurttaki insanları, rekabetçi devletler
liginde mücadele edemeyecek denli takatsiz bıraktı. Krallığın kendisi kadar
büyük bir Batı ve Doğu Yakası inşa etti; bu yakalardan biri sefih ve
kokuşmuş, diğeri aç ve dermansızdır.
Koca imparatorluk, bu kabiliyetsiz yönetimin elinde çöküp gidiyor.
İmparatorluktan kastettiğim şey, Amerika Birleşik Devletleri dışındaki
dünyada İngilizce konuşan insanları bir arada tutan politik mekanizmadır.
Bunu kötümser bir ruh haliyle söylemiyorum. Kan imparatorluğu,
politik imparatorluktan daha büyüktür; Yeni Dünya’daki, Avustralya ve
Yeni Zelanda’daki İngilizler, her zamanki gibi güçlü ve dinç haldeler.
Fakat isminin altında bir araya geldikleri imparatorluk çürüyor. İngiliz
İmparatorluğu olarak bilinen politik makine tükeniyor. Bu yönetimin
elinde günden güne hareket gücünü kaybediyor.
Ülkeyi hoyratça, suç sayılacak tarzda idare eden bu yönetimin silinip
gitmesi kaçınılmazdır. Müsrif ve verimsiz davranmakla kalmamış, mali
kaynakları da zimmetine geçirmiştir. Bitkin, benzi solmuş tüm yoksullar,
körler, hapishanede doğmuş onca bebek, açlıktan kıvranan her erkek,
kadın ve çocuk, bu yönetimin zimmetine geçirdiği mali kaynaklar
yüzünden açlık çekmektedir.
Yönetici sınıftan hiç kimse, insanlık mahkemesine çıktığında suçsuz
olduğunu iddia edemez. Gıdasızlıktan ölmüş her bebek, ter döktüğü in
benzeri atölyeden kaçıp geceleri Piccadilly Meydanı’nda sürtmeye başlayan
her kız, kendini kanala atmış her bitik işçi, “evinde oturanlara, mezardaki
ölülere” meydan okuyacak, itiraz edecektir. Bu yönetici sınıfın yediği
yemeklere, içtiği şaraplara, yaptığı gösterilere ve giydiği güzel elbiselere,
ağzına lokma girmeyen sekiz milyon ağız ve bunun iki katı sayıdaki
esvapsız, barınaksız beden itiraz edecektir.
Söylediklerimizde yanlış yoktur. Medeniyet insanın üretim gücünü
yüz kat artırmıştır. Kötü yönetim yüzünden, bu Medeniyet’in insanları
hayvanlardan beter hale düşmüşlerdir. Yiyecekleri, giyecekleri ve barınma
imkânları, dondurucu bir iklimde on bin yıl öncesinin taş devri
insanlarından farksız şekilde yaşayan Eskimolardan daha azdır.
Sayfa 196 - İletişim Yayınları