Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

96 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
3 günde okudu
“Kamu Baş Rüyacısı” ve Müzeyyen Çelik Öykücülüğü Üzerine Bir İnceleme Hece, İtibar, Mahalle Mektebi, Aşkar gibi dergilerde öyküleri yayımlanan eğitimci-yazar Müzeyyen Çelik'in Ebabil Yayınları'ndan çıkan ilk kitabı Kamu Baş Rüyacısı 2014 yılında okurlarla buluştu. Eser, sabah ve akşam anlamlarına gelen "Subh" ve "Mesâ" başlıklı iki bölümden ve bu bölümlerde bulunan yirmi üç öyküden mürekkeptir. Eser, ilk etapta, henüz öyküleri okumaya başlamadan bölümler için tercih edilen "subh" ve "mesâ" isimleriyle dikkatleri celp etmektedir. Öyküleri okuyunca manidar gelen bu tercih yazarın dilinden şu sözlerle açıklığa kavuşturulur: "Subh u mesâ sabah ve akşam demek. Yani öyle bunun ikindisi, gece yarısı, sabaha karşısı yok. Net bir şekilde karanlık ve aydınlık. İnsan da öyledir, karanlık ve aydınlık. Ve karanlık ve aydınlıkta insan bambaşka düşünür, bambaşka hisseder. Subh bölümündeki öyküler aydınlık, mesâ karanlık. Aynı her ikisindeki gerçekliğin algılanışı gibi. Birçoğumuz uyumadan önce düşündüklerimizi sabah çok saçma buluruz. Karanlıkta daha cesuruzdur çünkü. Gece düşündüklerimize gündüz kendimiz de inanmayız ve çabucak uyanıp aydınlığa çıkarak kurtulmak isteriz bu karanlıktan." (Serin, 2014) Yalın bir dil ve samimi bir üslupla yazılan öyküler buram buram Anadolu kokmaktadır tabir-i caiz ise. Çelik, ele aldığı konularla hayatın tam içinden sahici tablolar çizmektedir. Bir başka deyişle "kurgusal gerçeklik (sanat/edebiyat) ve olgusal gerçeklik (hayat) arasındaki sıkı bağ" (Alver, s. 22) kendini göstermektedir. Corcet Yünlü, Gönül Berberi, Çiçek Asr'ı ve Yetiş Mihrimah Hanım Yetiş başlıklı öykülerinde yitip gitmekte olan komşuluk ilişkilerine ve komşular arasındaki dayanışmaya dikkat çekerken Elife'nin Soluk Yüzlü Pansiyonerleri öyküsünde, Anadolu insanı için, bu dayanışmanın ve yardımseverliğin sadece yakın çevresine özel olmadığını ve bu yardımsever ruhun herkesi sarıp sarmaladığını incelikli bir üslupla ele alır. Tülay Gelin öyküsü ile gelin-kaynana ilişkilerine eğlirken Müsevid Bahçesi'nde ataerkil feodal topluma dikkatini yöneltir. Böyle bir toplum anlayışının yine kadınlar tarafından nasıl beslendiğine dikkat çeker. Kayıp Mahmut Sultan öyküsünde ise toplum ve hurafe konusunu oldukça akıcı ve ironik bir dille ele alır. Can Şenliği öyküsü hemen hemen hepimizin mahallesinde, apartmanında bulunan, yalnızlığa mahkûm edilmiş yaşlılarımızı ele alır. Bu öyküler ve kitapta bulunan diğer öykülerdeki kişiler, mekânlar, eşyalar -eserin arka kapağında da "Çelik, çoğu kimsenin dikkat bile etmediği insanları öylesine güçlü bir anlatımla somutlaştırıyor ki hepsini gerçek zannediyoruz." (Çelik, 2014) şeklinde ifade edildiği üzere- o kadar gerçekçidir ki bu durum sık sık yazarın okurları tarafından yöneltilen "Anılarınızı mı yazdınız?" sorusuna muhatap olmasına sebebiyet vermiştir. Yazar ise kendisiyle yapılan bir söyleşide sarf ettiği şu sözleriyle bu konuya açıklık getirmektedir: "Evet, benim öykülerim gerçek hayatta karşılaşılabilecek öyküler ama yine de gerçek değil çünkü onu yazdığımız boyut gerçek değil. Daha öz ifade edersem evet yaşadıklarıma, gördüklerime yani gerçeğe yaslanan bir yanı var öykümün ama tamamıyla yaşanmışlığından ve gerçekliğinden söz edemeyiz." (Serin, 2014) Sevgili Çelik'in bu sözleri Eagleton'ın "Edebiyatın muğlak mesajı, 'beni gerçek olarak kabul et ama beni gerçek olarak kabul etme'dir." (Alver, s. 22) ifadesini hatırlara getirirken aynı zamanda ilkçağlardan beri tartışılagelen taklit ve temsil konularıyla da karşı karşıya koymaktadır. Aristoteles, Poetika'sında (Aristoteles, s. 11) sanat ve edebiyatın varlığını 'taklit içtepisi' ve 'hoşlanma' ya bağlı olduğunu ifade ederken onunla hemen hemen aynı görüşte olan Todorov (Todorov, s. 13) edebiyatın yapısal olarak iki tanımını yapar. İlk edebiyat tanımının 'öykünme/taklit' ve 'kurmaca' olmak üzere iki ayrı özelliğe dayandığını söyler ve şu şekilde tanımlar: "Türsel bakımdan sanat, kullanılan gerece göre farklılık gösteren bir 'öykünme'dir. Özel olarak bu herhangi bir öykünme değildir, çünkü ille de gerçeğe değil, var olmayan varlıklar ve eylemlere de öykünmedir. Edebiyat bir kurmacadır." Öykünmenin/taklit etmenin ise birbirinden ayrı üç şekli vardır Aristo'ya göre; sanatlar bu üç şekle göre birbirlerinden ayrılmaktadır: taklit etmede kullanılan araç, taklit edilen nesneler ve taklit tarzı. Bazı sanatlar renk, bazı sanatlar ses aracılığıyla taklit ederken edebiyat bunu dil aracılığıyla gerçekleştirir. Sanat ve edebiyatın insan davranışlarını ve doğayı taklit etmesine dayalı temsil anlayışı ise mimesis ile ifade edilmektedir. Fakat Todorov'un da ifade ettiği üzere, edebiyatın öykündüğü boyutun gerçek bir boyut olmamasından yani kurmaca olmasından dolayı mimesisin gerçek boyutun taklidi olduğunu söyleyemeyiz; o gerçek olmayan bir boyutun taklit edilmesine dayalı temsili olarak karşımıza çıkmaktadır. "Ayrıca mimesis, basit ve kötü bir taklit değil, sanatkârın aktif bir şekilde yer aldığı yorumlama eylemidir; bu yüzden kesinlikle yorumbilimsel bir değeri vardır." (Alver, s. 17) Yazarımız Çelik'in sarf ettiği şu sözler de bu duruma örnek teşkil edecek niteliktedir: "Kitabımda birbirinden bağımsız konularda yazılmış öyküler var. Elbette benim hayatıma ucundan kıyısından dokunuyor ama çoğunda kurgusallık hâkim. Hatta en sevdiklerimden olan 'Hanımeli Kokusu Dayım' öyküsü bile nispeten kurgusal zira ben dayımı hiç görmedim, dayımı hayal ettim. Ayrıca insan kendi gerçeğinden ne kadar kopabilir ki. Bir kenarından yazılan her metin yazarının hayatına dokunur. Bence doğal olanı bu..." (Kılıç) Yazarın, "hayal ettim" şeklinde ifadesi ise kurgunun temelinde bulunan 'muhayyile' yi dikkatlere verir. Zira "kurgusal bir yaratım olan edebiyatın, hayat temeli bulunmaktadır. Hayat ile hayali birleştirme, yeni bir bakış ve duyuş meydana getirme işlemidir edebiyat. Kurgu zihinsel ve düşsel bir eylemdir; temelinde muhayyile vardır." (Alver, s. 22) Madalyonun diğer yüzünde ise 'güzel' olgusu mevcuttur. Todorov (Todorov, s. 15), ikinci tanımının 'güzel' olgusunun bakış açısına yerleşeceğini ve burada da 'hoşa gitme'nin 'eğitme'nin üstüne çıkacağını ifade eder. Alver, "Sanat ve edebiyat, yaptığını güzelce gerçekleştiren bir ameliyedir. Edebiyat eylediğini 'güzel' bir şekilde gerçekleştirir. Etkiler, kandırır, yola getirir, yoldan çıkarır, duyguları okşar, aklı bulandırır, aklı duygu ve heyecan sarmalına alır. Bundandır ki, hep 'güzel' i önceler, 'güzel' yazmak, 'güzel konuşmak, 'güzel' söylemek amacındadır." (Alver, s. 18) der ve edebiyatın güzel sözle yakın irtibatının onun etkisiyle, kavrayışıyla ve insanı her açıdan ifade edişiyle alakalı olduğunu belirtir. Sevgili Çelik'in öykülerinde de insanı, bilhassa, sosyolojik, psikolojik boyutlarıyla ele alma çabası dikkatleri celbetmektedir. O yaşadığı çağa dikkatini yönelten, çağı kavramaya çalışan ve bu çağın insanlarını her açıdan ele almaya çalışan bir yazar olarak karşımıza çıkar. Dikkatini sadece varoluşsal bunalım yaşayan insanlara yöneltmez; varoluş sancılarına giden yolları da inceler. Beşiktaşlı Uzun Selim, Adımı An öyküleri konuya sosyolojik açıdan yaklaşırken; Flu, Gidemem öyküleri psikolojik boyutu ortaya koyar. Kağıt Oynayan Sahaf başlıklı öyküde ise bu iki boyut bir arada ele alınır. Yazarın çağa yönelttiği dikkati yaşadığı ülke coğrafyası ile sınırlı değildir bu dikkatini yakın coğrafyada yaşananlar özelinde tüm insanlığa yöneltir. Tüm bunları yaparken yer yer eleştirel bir yaklaşım sergilemekten de geri durmaz. Kitapla aynı ismi taşıyan Kamu Baş Rüyacısı öyküsü bu duruma örnek teşkil etmektedir. Topluma, devlete, bireye yönelttiği eleştirilerini ironik bir dille ortaya koyar. Kitaptaki öyküler bu sebeplerden ötürü edebiyat sosyolojisi açısından incelenebilecek kıymetli örnekler teşkil etmektedir.
Kamu Baş Rüyacısı
Kamu Baş RüyacısıMüzeyyen Çelik · Ebabil · 20148 okunma
·
193 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.