Gönderi

Medyatik Davalar 1S 3B Birkaç bölümünü izlediğim ve her ne kadar duygusal tarafı ağır basan bir belgesel dizisi olsa da hoşuma gittiği için, herhangi bir bölümünü seçip bunun hakkında yazmak istedim. Çünkü her bölüm bitişinde bir süre öylece ekrana baktırıp sorgulatan bir rutine dönüştü benim için. Bu bölümde, 4 polis memurunun (Edward McMellon, Richard Murphy, Sean Carroll, Kenneth Boss) 41 el ateş açtığı ve bedeninden 19 kurşun çıkarıldığı Amadou Diallo davasından söz ediliyor. Amadou, Gine'den New York'a gelip burada eğitim alan bir göçmen. "Afrikalı göçmen sokak satıcısı" olarak anılacak olan Amadou, evinin antresinde cebindeki cüzdanı çıkarmaya çalışırken, polis memurlarının silahı olduğunu zannetmesiyle birlikte kurşun yağmuruna tutuluyor ve hayatını kaybediyor. Bu kısa özetten sonra akla birtakım sorular geliyor tabi ki... Polis, evinin antresinde duran birisinden, durduk yere neden şüphelenmiş olabilir? Şüphelendiyse eğer, silah çekmeden önce uyarıda bulunmuş mudur? Amadou'nun silahı olduğunu görmeden, sadece cebindekini çıkarmak için yaptığı davranıştan hareketle "ihtimal" üzerinden giderek ateş etmesi ne kadar doğrudur? Peki, asıl soru: Silahı olsa bile, silahlı bir kişiyi etkisiz hale getirmenin bedeli 41 kurşun mudur? Davanın özelliği, 41 kurşun değil aslında. Ölen kişinin siyahi olması... Bu da akla şu soruyu getiriyor tabi ki: Amadou siyahi olmasaydı ve azınlıklar içerisinde yer almasaydı, polisler yine aynı şeyi yapabilecekler miydi? Cevabını net bir biçimde bulamayacağımız bir soru bana göre ama olayları değerlendirerek cevaba yaklaşabilecek en yakın noktayı bulabiliriz. Olayın yaşandığı dönemde, New York belediye başkanı olan Rudy Giuliani'nin emniyet gücü konusunda, kendinden önce belediye başkanlığı yapan ve New York'un ilk siyahi başkanı olan David Dinkins'ten tamamen farklı bir yaklaşımı vardı. Amacının şehirdeki suçu azaltmak olduğunu söyleyebiliriz ancak yöntemi daha agresif bir biçimde olmuş. Suçun en çok işlendiği yerlere 40 bin polis yerleştirilmiş ve Giuliani belediye başkanıyken polisler neredeyse idareyi ele almış durumdalarmış. "Giuliani suçun azaldığını söyledi. Ama soru hep aynıydı: Ne pahasına?" Bunu duyunca, durdum ve bir müddet düşündüm. "Suçun en çok işlendiği yerlere 40 bin polis" yerleştirmek, bu şehir için en az 80 bin polis demekti ve bir şehir için korku tahakkümü yaratabilecek derecede fazlaydı. Güvende hissetmenin karşılığını, özgürlüğünden ödemek gibi bir durumdu bu. "Güvenliğin mi özgürlüğün mü?" ikilemi... "Ne pahasına?" sorusunun cevabını kendimce verebildim sanırım: "Bir antrede öylece durup cebindeki cüzdanını çıkarma özgürlüğünün pahasına..." Bunlara binaen, polisler suçsuzluk karinesinden ziyade, suçluluk karinesine odaklanmış durumdalar. Peşinde oldukları suç için, karşılarına çıkan insanların masum olabileceği ihtimalini gözardı ederek, suçlu olabilme ihtimalini ön plana koyarak hareket ediyorlar. Bu da beraberinde "her an işlemediğim bir suç yüzünden suçlanabilirim" korkusunu getiriyor. Böylece bir adım ötesinde yaşanabilecekleri de öngörebiliriz aslında: "bu kişi suçluysa, suçlu olduğunu kanıtla" sisteminden,  "masumsan, masum olduğunu kanıtla" sistemine geçiş... Bu olayın toplumda uyandırdığı yankıyla beraber, polisler hakkında taksirle insan öldürme suçundan dava açılıyor. Duruşma olmadan önce, duruşmanın yapılacağı şehrin değişmesiyle ilgili bir talep öne sürülüyor. Çünkü olayın yaşandığı şehirde halk çok gergin; sürekli eylemler, yürüyüşler vs yapılıyor ve bu şehirden seçilecek olan jüri üyelerinin vereceği kararın adil olmayacağı düşünülüyor. Polislerin savunmasını yapan avukat, elindeki mekan değişikliğiyle ilgili olarak temyiz dairesinin kararını gösteriyor belgeselde. "Per Curiam, The bedrock principle of our justice system is a defendant's right to be presumed innocent until found guilty at a fair and impartial trial. A pretrial change of venue for the purpose of protecting the right of a fair trial is an extraordinary remedy reserved for the rarest of cases. The case of the four police officers accused of murdering Amadou Diallo is that rare case." Son kısmı çevirecek olursak; "Adil yargılanma hakkı için duruşma öncesinde mekan değiştirmek, en nadir davalara tanınan olağanüstü bir çözümdür. Amadou Diallo'yu öldürmekle suçlanan dört polisin davası, o nadir davadır." Ve böylelikle, 230 km uzaklıkta olan Albany şehrinde duruşma yapılıyor. Özetle, duruşmanın sonucunda jüri, polislerin suçsuz olduğuna karar veriyor ve dava böylelikle kapanıyor... Her ne kadar orada yaşanılan durumu tam olarak bilemeyecek olsak da, ölenin siyahi olduğunu ve ırkçılık yapılarak öldürülme ihtimalini bir kenara koyarak, silahının olup olmadığını bile bilmediğin bir insanı kurşun yağmuruna tutmanın bir bedeli olmalıydı. Jürinin olay hakkında tam bir bilgisi olmadığını; bildiklerini ise, tabi ki polisleri destekleyecek olan hükümetin etkilediği medyadan öğrendiklerini düşünüyorum. "En temel haliyle ırkçılık, korkudan oluşur. Genellikle şehrimizdeki, dünyamızdaki ve ülkemizdeki bazı insanlar, bizleri tam bir insan olarak görmez. Irkçılık mahkemede nasıl kanıtlanır bilmiyorum. Ama evinin önünde dururken 41 kez ateş edilen biri için adalet ararken bunu kanıtlamamız gerekir mi?" • Amadou Diallo'nun ölümü ile yapılan soruşturmada, ırksal profil kullandığı anlaşılan Sokak Suçları Birimi 2002'de dağıtıldı. • Edward McMellon ve Richard Murphy, New York itfaiyesine katıldı. Sean Carroll ve Kenneth Boss işlerine döndü ve sonradan emekli oldu. Toplumda yankı uyandıran olayların, ilerleyen zamanlarda da kendisinden söz ettirmesinin bir yolu da sanattır. Amadou Diallo'yu konu edinen bir şarkı bırakalım... youtu.be/9ipcA3Ywuxg
··
510 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.